Hüdâbin

Gökyüzünün kara dumanlarla kaplı çehresinde kaç saattir geziniyorum  bilmiyorum. İçimde büyüdükçe büyüyen bir yangın… Dün gece sabaha kadar susmayan bombaların korkutucu sesi hâlâ kulaklarımda… Gökyüzünü kaplayan dumanlar en büyük şahidi ardımızda bıraktığımız zulümatlı gecenin. Gökyüzü mahzun… Gökyüzü paramparça… O bana bakıyor, ben ona. Her bakışı bağrımda engin bir yara… Güneşi özlediğimi fark ediyorum sonra. Günlerdir  her şeye inat gülümseyen bakışlarını göremiyorum. Onu görmek onunla kucaklaşmak istiyorum ama kara dumanlar engel buna.  Ne ben ulaşabiliyorum ona ne o bana! Sıcaklığını hissetmiyorum değil aslında. Yanı başımda biliyorum. Onun o tesellidar bakışlarıyla buluşup durulmak istiyorum sadece. Fakat heyhat ki göremiyorum. Bağrımda saklı her bir gülüşüne sarılıyorum.  Dallarım, yapraklarım ve dahi dallarımda kalmış bir avuç zeytinlerimin her bir zerresinde onun dokunuşu var. Bunu hatırlayınca az da olsa dağılıyor hüznüm. Birkaç metre ilerde duran ve sayısız acıya şahitlik etmiş nice saldırılardan kurtulup hâlâ inatla yaşayan annem kökleriyle teskin etmeye çalışıyor beni. Toprağın altında, onun merhametli, şefkatli köklerine köklerimle bağlı olduğuma, onun yamacında oluşuma şükrediyorum. Onun bu dokunuşuyla teskin oluyor yüreğim. Onun köklerine biraz daha sıkı sarılıyorum. Başımı onun şefkatli kucağına koyuyorum. Ah annem! Nasıl da dimdik ayakta. Tıpkı senelerdir işgal altındaki Batı Şeria’da yaşayan yaklaşık beş bin yıllık atam zeytin ağacı gibi. İsrail işgaline yıllardır  meydan okuyor o da buradaki halkla beraber. İşgalci İsrail güçlerinin acımasız saldırılarından ve zulmünden sadece Filistinliler değil, Filistin halkının sembolü  olan biz zeytin ağaçları da payımızı alıyoruz. Sayısız arkadaşlarımızı yakıp yok ettiler. Ben, annem ve bu bahçede yaşayan diğer arkadaşlarım da az şey yaşamadık. Kaç kez buraya da yeltendiler. Çünkü sahibimiz bizleri fakirler ve geçim sıkıntısı çekenler için özellikle yetiştiriyor. Her yıl dallarımızda yetişen zeytinleri onlara  ücretsiz dağıtıyor. Bu bahçede olmaktan dolayı o kadar çok mutluyum ki…

Yıllardır büyük bir iman gücüyle topraklarını savunan, terk etmeyen, cesurca karşı koyup direnen Filistin halkından değil, bizden de korkuyorlar. Onlar için büyük tehlike arz ediyoruz bizler de. Filistin halkının en büyük geçim kaynaklarından biriyiz. Üstelik gövdelerimizin büyüklüğünden dolayı çok büyük kalkanız onlara. Rahatlıkla arkamızda saklanıp kurşunlardan korunabiliyorlar. İşgalci İsrail askerlerinin görüş alanlarını daraltmış oluyoruz varlığımızla. Hem zaten burada hayat olduğunun emaresiyiz.  Zira bir yerlerde yaşıyorsak, yaşamaya devam ediyorsak orada yaşayanlar bir gün gitse bile mutlaka geri dönüyor. Tüm bu nedenlerden dolayı sürekli onların saldırılarına uğruyoruz. Sayısız arkadaşlarımıza işte tam da bu yüzden kıydılar ve kıymaya devam ediyorlar. Ah! Keşke sadece bize kıysalardı… Ne insanlara acıyorlar ne de bizlere! Büyük bir katliamın tam göbeğindeyiz işte.  Vicdanların kör ve sağır olduğu bir katliamın hem de… Vicdanların kör ve sağırlığı beni öfkelendiriyor. Derin bir nefes alıp veriyorum.

Bu yıl ilk defa mahsul verişimi  buradaki çaresiz insanlara katık oluşumu hatırlıyor ve  seviniyorum. Seneye daha fazla meyve vermeye niyetlenip duaya duruyorum. Daha çok faydamın olması temennisiyle anneme bakıyorum. Gözlerim gövdesindeki kurşun izlerine gidiyor. Kalbim titriyor. Hâlâ hayatta olmasına ve yamacımda olmasına tekrar tekrar şükrediyorum. Sonra  Muhammed düşüyor aklıma. Sahibimizin en büyük oğlu. Ona da minnet duyuyorum. Annemin dallarından topladığı zeytinin çekirdeğini babasıyla çimlendirip hemen annemin biraz ötesinde ekmeseydi şayet bugün olmayacaktım. Muhammed…! Bu hayatta annemden sonra en çok sevdiğim… Sırdaşım… Konuşmadan anlaştığım, anladığım ve beni anlayanım. Muhammed! Daha sekizinde. Dün akşam sabaha kadar süren bombardımanı hatırlıyorum. Kim bilir nasıl da korkmuştur. Sabaha kadar uyumamıştır. Ben bunları düşünürken  evden telaş içinde koşarak onun geldiğini görüyorum. Günlerdir ölesiye yaşamaktan korktuğum o anın gelip çattığını hissediyorum o an.  Koşup bana doğru geliyor. Ağlamaklı.  Gövdeme sarılıyor. Hıçkırıklara gömülüyor. Nedenini az çok tahmin edebiliyorum. Dayanamayıp ben de ağlıyorum. Annem ve çevremizdeki diğer zeytin ağaçları ikimize üzülerek bakıyorlar. Onların da gözleri dolu dolu… Ağlamamak için zor tutuyorlar kendilerini. Anlaşılan onlar da anlıyor birazdan olacakları. Muhammed’i onlar da çok seviyor ben gibi. Hıçkırıklara gömülüyorum. Hıçkırıklarımdan dallarımdaki yapraklar titriyor. Annem kökleriyle daha sıkı sarılıyor bana. Ah Muhammed! Güzel arkadaşım. Ne kadar sürüyor bu ağlayışımız bilmiyorum. Neden sonra kulağıma titreyen sesiyle “Zeytin ağacım!” diye fısıldıyor. Onunla beraber ağladığımı nasıl da hissediyor. Gövdemden ayrılıp şefkatle gövdemi okşuyor. Ağlamaktan kızarmış siyah ve irice gözleri gözlerimde. Bakışları mahzun…  Bu bakışları bir daha görememekten korkuyorum ilk defa. Sağ elinin tersiyle gözlerini siliyor. Kendisini toplamaya çalışıyor. Ben de kendimi topluyorum. Belli ki bir şeyler söyleyecek bana. Dallarımda, yapraklarımda dolaştırıyor bakışlarını. Derin bir nefes alıp veriyor. “Buradan gitmemiz gerektiğini söyledi babam. Daha güvenli bir yere geçmemiz gerekiyormuş. Üzgünüm ağacım. Seni burada  bırakıp gideceğim için üzgünüm. Tekrar geleceğiz ama, öyle dedi babam.” Sözün burasında sesi boğuk çıkıyor.  Gözlerinden birkaç damla yaş süzülerek gömleğinin yakasına düşüyor. O an elimi uzatıp yanaklarından süzülen gözyaşına elimi değdirip silmeyi o kadar çok istiyorum ki… Ama bu mümkün değil. Kalbim paramparça duyduklarım karşısında. Olmasından ölesiye korktuğum şey işte oluyordu. Gidiyordu Muhammed ve ailesi. Gitmek zorundalardı. İşgalci İsrail hiç bir zaman esirgemediği saldırılarını daha ileri bir seviyeye taşımış ve yaşadığımız toprakları yoğun bir bombardımana tutmuştu. Çocuk, yaşlı, kadın, genç demeden katlediyordu acımasızca. Muhammed ve ailesi çoğu Filistinli aileler gibi güvenli bölgelere geçerek hayatlarını kurtarmaya çalışıyordu. Ruhum can çekişiyordu gövdemde. Biliyorum onun da… Neden sonra gülümsedi. Işıl ışıl parladı kara ve iri gözleri. Ah Muhammed! Her şeye rağmen ışıl ışıl gülümseyen Muhammed. Yüreği paramparça olmasına rağmen hüznün doruklarında olmasına rağmen gülümseyen Muhammed! Tıpkı kâinatın incisi O güzeller güzeli (s.a.v) gibi…

Elini cebine koyarak bir şey çıkarıyor ve bana doğru uzatıyor. Avucunu açıyor. “Bak!” diyor. “Bak zeytin ağacım, bunlar senin dallarından  bu sene topladığımız zeytinlerin çekirdekleri. Seni yanımda götüremiyorum ama çekirdeklerin benimle. Seni özlediğimde onlara bakacağım. Hem biliyor musun?” sözün burasında gözleri parlıyor. Kocaman bir gülümseme yayılıyor yüzüne.  “Bir gün şayet Mescid-i Aksa’ya gidersem orada senin çekirdeklerini ekeceğim. Biliyorum en büyük hayalini. Orada Mescid-i Aksa’nın yamacında yaşamak ve orada can vermek. Tıpkı benim gibi…”  Kâh küçücük avucundaki zeytinlerimin çekirdeklerine bakıyorum kâh avucunda yazılı ismine bakıyorum. Hayalimi gerçekleştirmek isteyişine mi sevineyim, onun benden bir parçayı kendisiyle beraber götürüşüne mi  duygulanayım yoksa avuçlarında yazılı olan ismine  mi yanıp ağlayayım bilemiyorum. Öyle garip bir duygu yoğunluğu içindeyim ki… Kelimeler boğazımda düğüm düğüm… Kalbimin her zerresi can çekişiyor. Bu can çekişme nefesimi kesiyor. Ah Muhammed! Benim canım arkadaşım, dostum, yoldaşım. Beni anlayanım. Burada anne ve babalar olur da şayet  evlatları melek olup uçarlarsa bedenleri  kaybolmasın diye avuçlarına ya da kollarına isimlerini yazar olmuştu. Ellerinde kalem evlatlarını yanına çağırdıklarında kim bilir nasıl da ısırmışlardır dudaklarını. Nasıl da o birkaç saniyelik bekleyiş asırlara inkılap etmiş ıstırap vermiştir. Peki canları acımasın diye nazikçe kalemin ucunu değdirdikleri o nazlı beden… Gün gelecek acımasız ve hoyrat ellerin değip acıtacağı ihtimali nasıl da canlarından can götürmüştür. Ruhları yara bere içinde nasıl da kanamıştır. Bunları düşündükçe içimden bir şeyler kopup gidiyor. İstemsiz bir biri ardına dökülüveriyor gözyaşlarım. Yapraklarım acı acı bir o yana bir bu yana sallanıp inliyorlar. Muhammed acımı hissedecek olmalı ki gövdeme değdiriyor boştaki elini. Usulca okşuyor beni.  Birkaç çantayla kapıya çıkan annesine, babasına ve kardeşlerine ilişiyor bakışlarım. Bu tarafa bakıp sesleniyor annesi. “Hadi Muhammed gitmemiz gerekiyor.” Muhammed  duyduğu sese doğru çeviriyor başını. “Tamam anneciğim! Geliyorum.” Ardından tekrar bana dönüyor ve gülümseyen bir bakış fırlatıyor. Gövdeme ufak bir buse kondurup hızlıca kapıda onu bekleyen ailesinin yanına gidiyor. Hepsinin gözlerinde derin bir keder. Her şeyi arkalarında bırakıp gidiyorlar.  Gözlerim  onlarda. Sadece onları izliyorum çaresizce. İçimde bir şeyler kopup gidiyor. “Üzülme!” diyen annemin şefkatli sesi doluşuyor kulaklarıma. “Yanındayım yavrum!” Onun o şefkatli sesine başımı yaslıyorum. Canım acıyor hemde çok… Muhammed sokağın sonunda son kez dönüp bana bakıyor ve gülümseyerek el sallıyor. Her şeye rağmen tebessüm eden çehresinde takılı kalıyor bakışlarım ve ben de gülümsüyorum onun gibi. Tüm yapraklarım ile el sallayışına  karşılık veriyorum. Muhammed sokağı tam dönerken siren sesleri çalıyor ve saniyeler sonra kulakları sağır edici büyük bir gürültü kaplıyor her tarafı. Muhammedin evinin hemen yanına bir bomba düşüyor. Yer yerinden sallanıyor. Köklerim topraktan ayrılıyor oradan oraya savruluyorum. Ne kadar sürüyor bilmiyorum bu savruluş. Bir anda kendimi molozlarının üzerinde buluyorum. Her yerim paramparça… Canım öyle çok acıyor ki… Etrafıma bakıyorum boylu boyunca yattığım yerden. Annemi arıyor gözlerim. Onu ateşler içinde görüyorum. Hâlâ kökleriyle toprağa sımsıkı bağlı dimdik ayakta durmaya çalışıyor. Yetiştiği toprağı bırakmıyor yandığı halde… Ben de annem gibi  büyüyüp köklerimle toprağıma sımsıkı sarılıp bırakmayacaktım. Ama izin vermediler. Canım acıyor ama Muhammed ve ailesinin tam vaktinde evden ayrılmış olmalarına seviniyorum. Hepimizi hayallerimizin, umutlarımızın tam ortasından vurmuşlardı. Bizlere kıyıp öldürmüş olabilirlerdi. Ama bilmedikleri bir şey vardı. Nice Muhammedlerin nice Muhammed yüreklilerin elleriyle yeniden neşvünema bulacak ve yaşayacaktık. 


2 yorum

Sakine yıldırım · Aralık 3, 2023 2:48 pm tarihinde

Yüreğine kalemine sağlık
@hudabin.00
İçim sızlayarak okudum yazını ahh Küdüs içimizin yarası Rabbim tezzamanda özgürlüğüne kavuştursun inşaallah

    Hüdabin · Aralık 14, 2023 9:40 pm tarihinde

    Teşekkür ederim kıymetli ablacım. Amin🤲

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir