Hüdâbin

Birkaç gündür ortalıkta yoktu. Ne markete gitmişti ne de sık sık geçtiği mezarlık yolunda görülmüştü. Hatta  her akşam üstü oturduğu verandada bile gözükmemişti. Oysa istisnasız her akşam üstü mutlaka verandasına kurulur yalnızlığa demlediği çayını yudumlardı. En sevdiği anların o anlar olduğunu  altmış yıllık yaşanmışlıkların izini taşıyan yüzünde hiç sönmeyen tebessümden hemen anlayabilirdiniz. Işıl ışıl parlardı gözlerinin içi.  Ne yalnızlık, ne yaşlılığın belini bükmesi ne de başka bir şey onu tebessümünden edemezdi. Yalnız yaşıyordu belki. Ama her şeye inat yine de gülümsüyordu. Hem zaten yalnız olduğunu da düşünmezdi. Kütüphanesindeki kitaplar, sayısız anıyı üzerinde taşıyan evinin eşyaları ve dahi dört duvar hepsi de bir dost bir arkadaştı ona. Bahçesinde özenle yetiştirdiği çiçekler ve hatta her sene rahmet hazinesinden elini doldurup ona uzatan, ikram eden gençliğinde ektiği ağaçlar. Her biri ona dost ve akraba gibiydi. Onlarla konuşur sohbet ederdi. İki yıl önce hayatına giren ve hiç yanından ayrılmayan Tebessüm adlı dostunu da unutmamak lazım. Yalnızlığına en büyük dost ve yüzüne sıcacık tebessüm olmasından dolayı bu adı vermişti ona. Daha yavruyken bulmuştu onu. Mevsimlerden kıştı. Pazardan gelirken sokağın bir köşesinde cansız yatan annesinin ve kardeşlerinin başında inleyerek miyavlıyordu. Soğuktan tir tir titreyen yavruyu hemen alıp kucaklamış ve evine getirmişti. Sobanın önüne koymuştu ısınsın diye. Biberon alıp süt koyarak onu beslemişti. Bir bebek gibi bakıp  büyütmüştü onu. Oturduğu verandada bir yandan çayını yudumlarken bir yandan Tebessüm’ün sergilediği sevimli hareketleri izler ve coşardı. Bu demleri Tebessüm de seviyor olmalıydı ki çoğu zaman verandaya tırmanır onun yanına boylu boyunca uzanıp mırıldanırdı. Herkesin ona arkasını dönüp gittiği bu son iki yıldır en iyi dostuydu Tebessüm. Evlatlarının her biri yurt dışında yaşıyorlardı. Senede bir kere de olsa ziyaretine gelir, bir hafta yanında kalıp giderlerdi.  Tabii işlerden fırsat bulurlarsa. Birkaç yıldır hiç gelmemişlerdi ne yazık ki. Onu da yanına almak istemişlerdi aslında. Ama Gülizar nine vatanını, toprağını bırakmak istememiş, ölürsem de doğup büyüdüğüm topraklarda öleyim, demiş diretmişti burada kalma konusunda. Evlatlarından uzaktı belki. Ama toprağı, vatanı her şeyiydi. Üstelik çok sevdiği eşi de hemen ilerideki mezarlıkta meftundu. Onu burada, arkasında bırakmayı en büyük vefasızlık olarak görüyordu. Haftada iki üç kere mezarına gidip onu ziyaret ederdi ve çiçeklerini sulardı. Şimdilerde ise yoktu Gülizar nine. Çiçekler ve belki de mezarda yatan eşi bile onun yolunu gözlüyorlardı. Her akşam oturduğu veranda şimdilerde bomboştu. Ama kimseler fark etmedi yokluğunu. Kimseler merak edip sormadı. Ne her akşamüstü işten gelirken oradan geçen Ramiz Abi, ne evin hemen kenarındaki  fırıncı Hasan usta. Zira her sabah mutlaka ekmek almaya giderdi Gülizar Nine. Hemen karşıdaki terzi Selma abla bile fark etmedi yokluğunu. Herkes işine gücüne dalmıştı.  Onları çepeçevre saran ve hiç bitmeyen bir telaşenin içinde yüzüp dururlarken nasıl fark etsinlerdi ki? Tebessüm olmasa belki bir kaç gün daha da fark etmeyeceklerdi. Evin içinde durmadan miyavlayıp duran Tebessüm’ü günler sonra Ramiz abi duyacaktı zira. 

Her akşam üstü oradan geçen Ramiz abi her zamankinin aksine bu defa kulağında telefon olmadığı hâlde geçti. Sürekli telefon görüşmeleri yapardı çünkü. Gülizar nine ne zaman onu geçerken görse mutlaka telefonla konuşurdu. Bu durumu onun çok meşgul olmasına ve işlerinin çok olmasına bağlar, kendisi elini kaldırıp ona selam verirdi. Ramiz abi aslında çok iyi bir insandı. İşlerden fırsat bulduğu nadir demlerde mutlaka Gülizar Nine’ye kısacık uğrar  bir ihtiyacı olup olmadığını sorardı. İşlerinin biraz daha yoğun olmasından dolayı son zamanlarda ihmal etmişti onu.  Uzun zamandır uğramamıştı. Sadece evinin yanından geçerken selamlaşmışlardı o kadar. Ramiz abi emlakçıydı. Telefonları hiç susmazdı. Müşteriler sürekli arardı. Hayatın gürültüsü içinde akıp gidiyordu Kurşunlu Şelalesi misali. Hem de şarıl şarıl, gürül gürül.

O gün ilk defa arayan olmamış, telefonu çalmamıştı. Gülizar  Nine’nin evinin önünden geçerken acı acı miyavlayan Tebessüm’ün sesini duymuştu. Etrafa göz gezdirdi. Nereden geldiğini anlamaya çalıştı. Ancak göremedi onu.  Tebessüm miyavlamaya devam ediyordu. Gülizar nineye seslendi.  “Gülizar nine!” Cevap yoktu. Tekrar seslendi. “Gülizar  Nine!”  Uyumuş mu acaba, diye düşündü. Bu varsayımı hemen dağıttı kafasında. Çünkü her zaman bu saatte burada şu karşısındaki verandada otururken bulurdu onu. Evde değil belki, diye düşündü. Kedi acı acı miyavlamaya devam ediyordu. Bu kedinin böyle miyavlaması hayra alamet değildi. “Belki de bir yerlere sıkıştı garibim,” dedi içinden. Bu yüzden hızla bahçe kapısını açıp  avluya girdi. O sırada telefonu çaldı. Kim olduğuna bakmadan meşgule koydu. Belli ki kedinin acı acı inlemesi yüreğine dokunmuştu.  Verandanın etrafına göz gezdirdi. Ardından evin arkasında dolandı. Hiç bir yerde kediyi göremedi. Birkaç saniye durup sesin nereden geldiğini anlamaya çalıştı. İçerden geldiğini fark etti. Evin kapısını çaldı. Açan olmadı.  “Yok yok. Gülizar Nine bir yere gitmiş kesin. Kedi de  içerde mahsur kalmış olmalı.” diye düşündü. Ardından evin penceresine yöneldi. Pencerenin aralık olduğunu gördü. İçeriye bakıp bakmaması konusunda tereddütte kalsa da kediye olan acıma duygusu onu bakmaya itti. Açık cama doğru gitti. Cama yaklaşınca burnuna kötü bir  koku geldi. Neyin kokusu olduğunu idrak edemedi. Pencerenin önünde durdu ve kafasını açık duran camdan içeriye sokarak etrafa baktı. Burnuna daha da sert doluşan kötü koku ve gördüğü acı manzara ile donup kaldı.  “Aman Allahım!” diye haykırdı istemsiz. Kafasını hemen çekti. Eliyle yüzünü  avuçladı. Ağzı kocaman açılmış, gözleri yuvalarından çıkacak gibiydi. Hayretler içindeydi. Ne yapacağını bilemez hâlde bir kaç dakika öylece kaldı. İçerde gördükleri gözlerinin önündeydi sürekli. Gülizar  nine kanepenin hemen dibinde yerde cansız bir şekilde boylu boyunca uzanmıştı. Tebessüm ise hemen yanı başında durmuş ona bakıp acı acı miyavlıyordu. Kendisini toplamaya çalıştı ve telefonunu cebinden çıkarıp hemen ambulansı aradı. Çok üzgündü. Az sonra ambulans geldi. Ambulansın geldiğini gören mahalleli merak ederek birer ikişer oraya akın etti. Ne olduğunu sorup duruyorlardı birbirlerine. Sağlık görevlileri hızla içeriye girdiler. İçerideki keskin kokudan dolayı Gülizar  nineyi çıkarmak kolay olmadı. Onun cansız bedenini cenaze torbasına koydular. Dört beş gün olmuştu öleli. Durumu öğrenen mahalleli üzgün ve şaşkındı. 

Ama en çok Ramiz abi üzgündü. 

Suspus olmuş yüreğindeki derin sızıyla  onları izliyordu. Çok çok üzgündü. Nasıl olur da her gün geçtiği bu yolda Gülizar Nine’nin yokluğunu fark etmemişti? Nasıl anlamamıştı? İnsanlığından utanmıştı, kendisine çok kızgındı. Mahalle sakinleri onun kadar utanmışlar mıydı ya da bu kadar kör ve sağır olmaları karşısında kızgınlar mıydı kendilerine bilinmez. Ama Ramiz abi son derece kızgındı kendisine. Son zamanlarda ona hiç uğramadığını, ihmal ettiğini anımsayınca bu defa daha çok kızdı. O sırada telefonu çaldı yine. Hiç bakmadan sessize aldı. Şimdi onun çok daha önemli bir işi vardı, Gülizar nineye karşı son vazifesini yerine getirmek. Evin içine girip etrafa göz gezdirdi. Sehpanın üzerinde gördüğü telefonu eline alarak bahçeye çıktı. Açıp baktı. Arayan soran olmadığını görünce ciğeri yandı. Gözlerinden birkaç damla gözyaşı süzüldü. Anlaşılan evlatları da onu merak etmemişti. Üç evladını teker teker arayıp annelerinin vefat ettiğini ağlayarak haber verdi. Cenaze işleri ile bizzat kendisi ilgilendi. Ertesi gün evlatları gelince hep birlikte Gülizar  nineyi sonsuzluğa uğurlamak için cami avlusunda toplandılar. 

Gülizar nine şimdi cami avlusunda cansız bedeniyle bir tabut içinde hayat vazifesinden paydos etmiş, terhis biletini alıp ötelere doğru kanatlanmış olduğu hâlde huzurla uyuyordu. Belki uyumuyordu. Uyanmıştı. Bir uykuydu çünkü hayat. Ölüm ise o uykudan uyanma. Ötelere, sonsuzluğa açmıştı gözlerini şimdi. Oralardan seyrediyordu burayı.  Cenaze namazı kılınana kadar Tebessüm bir saniye bile ayrılmadı teneşirin dibinden. Gözlerini kısmış öylece durmuştu. Az sonra omuzlardaydı Gülizar nine. Bir kaç sokak ilerideki mezarlığa doğru yol aldılar. Onlar oraya doğru gidince Tebessüm de peşlerinden gitti. Mezarlığa gelince Gülizar nineyi eşinin hemen yanına, ebedî istiratgâhına koyup Fatihalar gönderdiler ruhuna. Herkes birer ikişer oradan ayrılıp evine döndü. Dönmeyen ve mezarın başında bekleyen tek bir kişi vardı. Tabii ki de Tebessüm. Bu durumu fark eden Ramiz abi gözyaşlarına hakim olamadı. Bu hayvancığın dostluğu, vefası karşısında insan nasıl ağlamasın ki…


1 yorum

Deniz yakut · Mayıs 25, 2022 5:52 pm tarihinde

Kalemine yüreğine sağlıķ zamanımızın önemli sorunlarına değinmişsiniz tebrikler maalesef dünya telaşı almış başını gidiyor bizde içinde

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir