Hüdâbin

Yatağının başucunda duran alarm durmaksızın çalıyordu. En sonunda uykuya veda etmeyi başarıp yatağından doğruldu ve alarmı kapatarak geri yerine koydu. Hiç uyanmak istemediği sabahlardan biriydi bugün. Güneş doğmasın, gün aymasın istemişti. Uykunun derinliklerine gömülüp hep orada kalmayı dilemişti. Ama bu mümkün değildi. O istemiyor diye ne güneş doğmaktan vazgeçerdi ne de gün aymadan dururdu.  Oflayarak çıktı yatağından. Beyni zonkluyordu. Gece uyku çok geç uğramıştı gözlerine. Yataktan kalkarak banyoya geçti. Musluğu açtı. Akan buz gibi suyu avuçlayarak yüzüne çarptı. Az da olsa kendisine geldi. Aynadaki kendisine baktı. Net değildi görüntüsü. İçeri geçip yatağının başucundaki gözlüklerini alıp taktı. Şimdi biraz daha iyiydi görüşü. Erteleyip durduğu göz muayenesine  bir an önce gitmesi gerektiğini düşündü. Sürekli erteleyişine kızdı. Ne vardı sanki erteleyecek? Göz numarasının büyüyebileceğini ve bu yüzden gözlüğünün değişmesi gerektiğini söylemişti ona doktor. Görüşünde bulanıklık olduğuna göre kuvvetle muhtemeldir ki göz numarası büyümüştü. Ertelemeden gitmeliydi. Böylece dünkü hatayı yapmayacak ve işten kovulmak zorunda kalmayacaktı.  Birazdan  gidip çıkışını vermesi gerekiyordu. Şirketin arabasını da teslim etmeliydi. Dün akşam patronu oldukça sert konuşmuştu telefonda.  “Bu ihalenin şirketimiz için ne kadar  önemli olduğunu söylememiş miydim sana? Nasıl böyle bir hata yaparsın?” demişti  ve devam etmişti bağırarak: “Bu hatan kabul edilebilir bir şey değil. Şirketimizin tüm umudu bu ihaleydi. Bu kadar da sorumsuzluk olmaz. Bunu nasıl yaparsın? Nasıl görmezden gelirsin?”  

“Efendim ben…” demişti ancak patronu onu susturmuş ve bağırmaya devam ederek: “Yarın sabah gel. Muhasebeye çıkışını ver. Artık seninle çalışamayız.” diyerek kestirmiş, telefonu yüzüne kapatmıştı. Patronu çok sinirlenmişti. Sinirle söylediği sözler hala kulağındaydı adeta. Dün yaşadıkları bir film şeridi gibi geçti gözlerinin önünden. Omuzları öne düşmüştü.  Ağır adımlarla mutfağa geçti. Canı hiçbir şey istemiyordu. Bu yüzden kahvaltı yapmaktan vazgeçti. Odasına geçip giyindi. Hava oldukça soğuktu. Ceketinin üzerine paltosunu çekti bu yüzden. Atkısını boynuna iyice doladı. Tam kapıyı açacaktı ki kapı çaldı. Bu saatte evin sahibinden başkası olamazdı. Kapıyı açtı. Tahmin ettiği gibi ev sahibiydi. Evden çıkmasını  istiyordu. Oğlunun yakında evleneceğini buraya taşınacağını ve iki gün içinde burayı boşaltması gerektiğini söyledi.  Güne işten kovulmuş biri olarak başlamak yetmezmiş gibi şimdi de ev sahibi tarafından evden çıkarılan bir kiracı da olmuştu. “Bir bu eksikti.” dedi kendi kendine, ev sahibi arkasını dönüp gittiğinde. Şimdi ne yapacaktı? İki gün içinde nasıl ev bulacaktı? 

Oldukça düşünceli bir halde apartmandan çıktı. Hava oldukça soğuktu. Soğuk rüzgar bıçak keskinliğinde yüzünü delip geçti. Üzerinde hem ceket hem palto olmasına rağmen üşüyordu. Hızla park alanına doğru yürüdü. Park alanındaki şirketin arabasına son kez binecek olmanın verdiği hüzünle arabaya doğru gitti. Çok üşüyordu. Hemen arabanın içine attı kendisini. Arabanın içi dışarıdan daha da soğuktu. Direksiyona dokundu, buz gibiydi. Kaloriferleri açıp arabanın içini ısıtmaya çalıştı. O sırada telefonuna bir mesaj geldi. Cebinden çıkarıp baktı. Bankadan gelmişti mesaj. Mesajı okudu. “Yok artık. Son gün mü? Nasıl olur?” dedi öfkeyle. Gelen mesaj iyice moralini bozdu. Telefonu yan koltuğa fırlattı sinirlenerek. On beş gün önce uyarı yaptıklarını hatırlayınca: “Nasıl unuttum ya? Of!” diye söylendi. Şimdi ne yapacaktı peki? Bugün ödeyemezse evdeki eşyalarından da olacaktı. Hepsini haczedeceklerdi büyük ihtimalle. Hayat böyleydi işte. Sahip olduklarınız bir anda elinizden kayıp gidebiliyordu. Her şeye sahip olduğumuzu sanıp hiç elinizden gitmeyecek yanılgısı içinde yüzüp duruyoruz maalesef. Oysa hiçbiri bizim değildi. Üstelik hiçbiri kalıcı da değildi. 

Bugün aksilikler ardı ardına geliyordu. Bu kadar aksilik karşısında ne yapacağını bilemez durumdaydı. Şirkete bir an önce gidip muhasebeye çıkışını vermesi gerekiyordu. Ardından hemen ev bakmalıydı. Yok önce borç istemek için birkaç akrabaya uğraması gerektiğini, düşündü.  Evet önce bankanın ödemesini yapmalıydı. Bu kadar parayı kim verirdi ki ona. “Dün dikkatsiz davranmasaydım en azından hala şirkette çalışıyor olacaktım. Belki biraz avans alırdım patrondan. Borcumu böylelikle öderdim.” diyerek hayıflandı. Kendisine kızdı. Doktor muayenesini geciktirmesi aklına düşünce daha da kızdı. “Ne vardı sanki erteleyecek?” diyerek sertçe direksiyona vurdu. Bu düşünceler içinde şirkete kadar geldi. Arabayı park edip çıktı. 

Havanın soğukluğu anında çepeçevre sardı onu.  Paltosuna iyice sokulup atkısını biraz daha sıktı. Ellerini ovuşturdu ve  derin bir nefes alıp vererek şirketin kapısına yöneldi. O sırada biraz ilerde yan binanın duvar dibinde bir karton parçası üzerinde uzanmış olan yaşlı bir adam dikkatini çekti. Daha önce buralarda hiç görmemişti onu. Buz gibi havada oracığa büzüşerek uzanmıştı. İlk bakışta onu ölü sanmış, korkmuştu. Yanına korkarak yaklaştı. Adamın göğüs kafesinin hafifçe inip kalktığını fark edince  rahatladı. Adam uyuyordu. Yüzünün yarısı görünüyordu. Saç ve sakalı birbirine karışmıştı. Üzerinde eskimiş yırtık bir hırka vardı. Hırkasına sıkıca sokulmuş uyuyordu. Adamın bu hali onun rikkatine dokundu. Şefkatle ve acıyarak birkaç saniye izledi onu. Ardından üzerindeki paltoyu hiç düşünmeden çıkardı ve usulca adamın üzerine örttü. Boynundaki atkıyı da çıkarıp dışarda kalan ayaklarına örttü. Paltosunu çıkardığı için soğuk hava tüm keskinliğiyle bedenini sardı anında. Üşüyordu. Ama kalbi sıcacıktı. Bu yüzden bedeninin üşümesine aldırış etmedi. Yol boyunca dert ettiği üzüldüğü üst üste gelen sıkıntıların hiçbiri aklında değildi şu an. Paltoyu adamın üzerine değil de  yaşadıklarının sert rüzgarlarıyla üşüyen yüreğine örtmüştü sanki. Gülümseyerek uyuyan yaşlı adamı izledi. Sonra arkasını dönerek şirkete yöneldi. Birkaç adım atmıştı ki duyduğu sesle durdu. “Evlat!” Arkasını dönüp bakınca adamın uyandığını ve kendisine seslenen kişinin o olduğunu gördü. Suçüstü yakalanmış bir edayla gözlerini kaçırarak yaşlı adama baktı. Yaşlı adamın gözlerinin içi parlıyordu. Mahcup ama gülen gözlerle üzerindeki paltoya sokularak: “Rabbim seni darda bırakmasın evlat.” dedi. Aldığı duanın verdiği huzur gelip kalbine konmuş, ılık ılık tüm vücuduna akmıştı. Elini kaldırıp hoşçakalın der gibi yapıp şirketin kapısına doğru yürüdü. Az sonra muhasebedeydi. Muhasebe müdürü onun geldiğini görünce ayağa kalktı. Saygılı bir edayla patronun kendisini odasında beklediğini söyledi. Muhasebe müdürünün bu şekilde davranmasını garipsedi. Neden kendisine bu kadar saygı göstermişti ki? Kendisiyle kafa bulduğunu  düşündü. Peki ya patron? Neden onu görmek istemişti? Anlaşılan dün yeterince sinirini çıkaramamıştı telefonda. Peki, diyerek asansöre yöneldi. Karşılaştığı çalışanlar da bir garip davranıyordu. Ona bakıp gizli gizli fısıldaşanlar,  yanından geçerken saygıyla selam verenler… Dünkü hatası şirketteki herkesin kulağına gitmiş olmalıydı. Ondan böyle davranmaları, diye düşündü. Saygı gösterenlerin ise kendisiyle dalga geçtiklerini sandı. Mahcup ve utanmış bir halde asansöre bindi. Patronun odasının olduğu kata  çıkınca bir korkudur sardı onu. Patron kim bilir ne kadar sinirlidir, diye düşündü. Asansörden çıkıp patronun odasına yöneldi çekinerek. Onun geldiğini gören sekreter hemen ayağa kalktı ve gülümseyerek onu karşıladı. Her zamankinden daha fazla kibar davranması onu şaşırttı. Patronun odasında kendisini beklediğini, söyledi. Korkarak kapıya yaklaştı. Derin bir nefes alıp vererek sakinleşmeye çalıştı. Eli titreyerek  kapıyı çaldı. Patronun girebilirsiniz, demesiyle içeri girdi. Patron onu  karşısında görünce sevinçle ayağa kalktı ve ona doğru gelerek onu kucakladı. Patronun bu şekilde onu karşılaması onu çok şaşırttı. Patron ona sarılırken; “Çok özür dilerim efendim.  Rakamları yanlış okudum. Büyük bir hata yaptım. Gerçekten çok üzgünüm.” dedi.. Patron gülümseyerek: “İyi ki bu hatayı yaptın.” diye karşılık verdi. “Efendim! Ne diyorsunuz?” dedi kekeleyerek. Patron: “Onlar dolandırıcıydı. Bizi büyük bir felaketten kurtardın.” Şaşkınlık içerisindeydi duydukları karşısında. “Nasıl yani efendim?” diyerek sordu merakla. “Bugün her şey ortaya çıktı. İhaleyi kazanan şirketin tüm parasını alıp ortalıktan kaybolmuşlar. Eğer o hatayı yapmamış olsaydın şu an o batan şirketin yerinde biz olacaktık.” Duyduklarına inanamıyordu. Büyük bir şok içerisindeydi. Patron ona koltuğa oturmasını  işaret ederek masasına geçti. Masanın üzerindeki dosya ve zarfı ona uzatarak:  “Sen bu terfii ve ikramiyeyi hak ettin. Bizi büyük bir felaketten kurtardın çünkü. Bunun için teşekkür ediyorum sana.”

Olanlara inanamıyordu. Kovulmayı beklerken terfi edilmiş üstüne bir de ikramiye almıştı. Ne diyeceğini bilemez halde bir dosya ve zarfa bir patrona bakıyordu. Patron gülümseyerek sözlerine şunu da ekledi.  “Bugün izinlisin aynı zamanda. Gez, dolaş. Bol bol dinlen. Yarın yeni çalışma odanda yeni işinin başında bekliyorum seni.” Neler duyuyordu böyle! Bütün bunlar gerçek miydi? Ne yani şimdi kovulmamış mıydı?  “Hadi ne duruyorsun? Alsana bunları.” dedi patron, elindekileri ona uzatarak. Patronu bekletmiş olmanın verdiği mahcubiyet ile ayağa kalktı hızla. Dosyayı ve zarfı aldı elinden.  “Teşekkür ederim efendim. Çok teşekkür ederim.” dedi sesi titreyerek.  Patron gülümsedi. “Asıl ben teşekkür ederim. Hadi bakalım hayırlı olsun. Yarın görüşmek üzere.” 

Sevinç ve şaşkınlığın gölgelediği bakışlarla odadan çıktı. Elinde tuttuğu dosya ve zarfa baktı. Olanlara inanamıyordu. Aldığı ikramiye ile banka borcunu da ödeyebilecekti.  Böylece eşyaları kurtulacaktı. Sekreter ile vedalaşıp asansöre yöneldi. O sırada telefonu çaldı. Arayan ev sahibiydi. Kim bilir ne diyecekti? Telefonu açtı. “Evden çıkmanıza gerek kalmadı. Oğlum başka bir ev tutmuş kendisine.” diyordu. “Ciddi misiniz? Gerçekten başka eve taşınmama gerek yok mu?” dedi şaşkınlıkla. “Evet. Gerek kalmadı çıkmanıza.” diye yanıtladı onu ev sahibi ve devam etti. “Orası oğlumun dairesiydi. Başka bir yere taşınacağına göre siz kalmaya devam edebilirsiniz, tabi isterseniz.” “Tabii ki isterim. Ah! Çok teşekkür ederim. Çok sağolun.” dedi sevinçle. Telefonu kapatırken inanılmaz mutluydu. Tüm sorunları bir bir çözülmüş, her şey yoluna girmişti. Şirketten çıkarken hem mutluydu hem düşünceli. Nasıl olur da bir anda her şey yoluna girmiş, her şey düzelmişti?  Bunları düşünürken hemen ilerideki yaşlı adamla buluştu gözleri. Üzerine geçirdiği paltoya  sokulmuş, atkıyı da boynuna dolamıştı.

“Tabi ya, dua!” dedi ve gülümsedi.


2 yorum

Ayşe Tekin · Ekim 4, 2022 2:30 pm tarihinde

RABBİM her daim birilerinin dualarında olmayı nasip etsin. Yine kendin gibi @hudabin.00 naif bir dille yazmışsın tebrik ediyorum akıcılığıyla bir anda okunan çok anlamlı bir yazı olmuş

Bülent · Ekim 4, 2022 9:47 pm tarihinde

Muhteşem akıcı bir dil aynı zamanda hislerin kalpten vize alarak ruha aktığı ve vicdana dokunan vuruşlarıyla kelimelerin de edebi bir lisanda buluşmasının ortaya koyduğu insanı düşünmeye davet eden güzel bir öykü olmuş . İnsanların ruh planında kadavra olduğu şu zaman diliminde keşke kalbe şok yaparak hayatlandıracak böyle bir anlatım daha geniş alana taşınabilse umarım gerçekleşir çünkü değecek kıymette yazılmış emek verilmiş Tebrikler.(Bülent Gülen)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir