Hüdâbin

1.BÖLÜM

Güneş tüm hararetiyle her yeri ısıtmaya devam ediyordu. Onun sıcak dokunuşlarıyla pişip olgunlaşmış meyveler gülümseyen yüzleriyle, hizmetlerine musahhar oldukları insanlara sergiliyorlardı kendilerini. Dallar rahmet hazinesinden ellerini doldurup ikramda bulunmanın sevinciyle bir o yana bir bu yana sallanıp duruyorlardı. Dallar sallandıkça hu hulara karışıyordu yapraklar. Coş û huruşlarla durmadan tatlı tatlı raks ediyorlardı. Kış hazırlığı içinde olan karıncalar hummalı bir çalışmayla oradan oraya minik adımlarla gidip dururken havada uçuşan kelebekler, sinekler ise küçük kanatçıklarını çırpa çırpa o çiçekten bu çiçeğe, o yapraktan bu yaprağa uçuşup duruyorlardı. Hepsi bir halka-i zikir kurmuş kendilerince Kâinatın Sahibi’ni tesbih etmektelerdi. Bugün bu halka-i zikirde yerini almayıp sabahtan beri çam ağacının en yüksek dalında öylece duran bir kara sinek vardı. Derin düşüncelere gark olmuş ve gözlerini yalnızca gökyüzüne dikmişti.

Uzun zamandır gökyüzüne sevdalıydı zira. Ona kavuşma, onda uçma, onun maviliklerinde kaybolma hayaliyle yanıp tutuşuyordu. Günden güne tüm benliğine işlemişti bu sevda. Büyüdükçe büyümüş dallanıp budaklanmıştı küçücük gönül bahçesinde Her gece rüyasında gökyüzüne ulaştığını, masmavi gülümseyen yüzüne ellerini dokundurup kulağına ona olan hayranlığını fısıldadığını, ışıl ışıl parlayan gözlerinde kaybolduğunu görüyordu. Kara Sinek, şu birkaç gündür bu rüyanın etkisindeydi. Her gözünü kapatışında bu rüya geliyordu gözünün önüne. Kendisini alamıyordu bir türlü. Sahi neden gerçek olmasındı ki bu rüya? Neden ona ulaşamasındı ki? Evet! Evet ona ulaşabilirdi. Kanatlarının zayıflığı gelse de aklına pek düşünmemeye çalıştı. Sevgisi daha büyüktü nasıl olsa. O zaman bu zayıflık engel olamazdı ona. Bu düşünceler onun bu sabah rüyasını gerçekleştirmeye yeltenmesine neden olmuştu. Tüm gücünü toplayıp gökyüzüne doğru yükselmişti. Fakat biraz ilerledikten sonra küçük kanatlarında derman kalmamış ve üzülerek geri dönmek zorunda kalmıştı. Elini yüzünü silerek gözlerini gökyüzünün mavisine dikmeye devam etti ve: “Ah keşke kocaman ve güçlü kanatlara sahip olsaydım. Rahatlıkla ulaşırdım sana mavi gözlü yâr. Ama gel gör ki şu kanatlarımın zayıflığı sana gelmeme engel.” Dedi üzülerek. Gökyüzünde güçlü kanatlarını çırpa çırpa oradan oraya rahatlıkla ve hiç yorulmadan saatlerdir uçan kuşlara imrenerek baktı. Onlar gibi kanatları olsaydı ne olurdu sanki, diye iç geçirdi. Başını öne eğerek mahzun mahzun durdu. Onun şu aralar üzgün ve kederli halini fark eden Bilge Sinek az sonra çıkıp geldi. Onu burada bulmuş olmanın sevinç parıltıları hakimdi bakışlarında. Her yerde onu aradığı aşikardı. Yanına geldi. Hal hatır sorma faslından sonra ikisi de derin bir sessizliğe gömüldü. Bilge Sinek şefkatle baktı ona. Nereden başlasa diye düşündü. Kendisini toplayıp sordu: “Hayırdır evlat! Hasta mısın?” Kara Sinek bu soru karşısında ne diyeceğini bilemedi.

Bir müddet cevap veremedi. Düşünüyordu. Uzun zamandır her zerresine işleyen sevdasını, hayalini ve yârine çok uzak olmasının, bir türlü ulaşamamanın verdiği ıstırabı biriyle paylaşırsa hafifleyeceğini düşünüyordu. O yüzden paylaşmaya karar verdi ilk defa. Elini yüzünü silerek derin bir nefes aldı, verdi. Bilge Sinek güvenilirdi. Üstelik onunla dalga geçmeyeceğini, kendisini anlayacağını hissediyordu. İçini ona rahatlıkla dökebilirdi. Başladı anlatmaya. Gökyüzüne olan hayranlığının nasıl günden güne arttığını, ona yakın olmaya ona dokunmaya nasıl can attığını, onu saran özlemi ve dahasını. Gönlünde biriktirdiği ne varsa hepsini bir bir anlattı. Onu şefkatle ve dikkatle dinleyen Bilge Sinek, sözleri bitince biraz durup uzaklara dikti gözlerini. Ardından her zaman yaptığı gibi yüzünü gözünü sildi. Kendisine çeki düzen verdikten sonra gülümseyerek şunları söyledi. “Bak evlat! Çok güzel bir hayal kurmuşsun. Eminim bunu yapmak yani gökyüzüne ulaşmak ve onda uçmak tüm sineklerin hayali. Hatta bende bunu hayal ederdim gençliğimde biliyor musun? Benim de en büyük isteklerimden biriydi. ” Kara Sinek şaşkın bir şekilde onu dinliyordu. Demek bu hayal, bu sevda ona has değildi. En azından biri duyarsa dalga geçmez diye hatta biraz rahatladı. Bilge Sinek konuşmaya devam ediyordu.

“Ama bu mümkün değil. Zira kanatlarımız bizi oraya ulaştıracak kadar güçlü değil. Zayıfız aciziz. İktidarımız sınırlı. Gaye-i vücudumuz, asl-i vazifemiz başka başkadır evlat.” Sözün burasında Kara Sinek kendisini tutamayarak: “Bizim gaye-i vücudumuz, asl-i vazifemiz başka başkadır derken neyi kastediyorsunuz. Ben bunu anlamadım. Bilge Sinek onun bu sorusu karşısında gülümsemesine devam etti ve sözlerine şöyle devam etti.

“Bizler belki çok küçük ve zayıf varlıklar olarak gözüküyor olabiliriz. Ama vazifece ve yaratılışça pek ehemmiyetimiz var. Gaye-i vücudumuz boşuna, lüzumsuz değil. Bizler birer mektubat-ı Samedaniye’yiz. Bizim asl-i vazifemiz ise zarfımızın içinde yazılanları temaşagerlere okutturmaktır. Hatta gökyüzü bile bir mektup. Allah’tan gelen en büyük mektup belki de… O da Allah’ın kudret kalemiyle yazılmış, O’nun elinden çıkmış.”

Kara Sinek hayretle dinliyordu bu sözleri. Aklına ve kalbine yeni yeni kapılar açılıyordu sanki. Daha önce hiç düşünmediği ve duymadığı şeylerdi bunlar. Rüyalarından çıkmayan sevdası hayali onu bunları düşünmekten alıkoymuş ve gaflete daldırmıştı. Onu en çok heyecanlandıran şey ise O Zat-ı Zülcelal’den gönderilmiş bir mektup olmak… O’nun kudret kalemiyle yazılmış olmak… O’nun tezgahında ince ince dokunmuş olmak… Sahip olduğu kanatlardan tut, taa sahip olduğu gözlere kulaklara, ayaklara hatta küçücük nokta şeklinde ki midesine kadar hepsinin sanatlı bir şekilde yapılmış olması… Peki ya gökyüzü! Onun da büyük bir mektup olması. İlk defa teselli buldu yüreciği. Zira sevdiceği de aynı kudret kalemiyle yazılmıştı satır satır. Aynı elden çıkmış olmaları onu inanılmaz sevindirdi. Aynı yerden gelmiş olmak. Aynı elden çıkmış olmak… Bütün bunlar yüreğini coşturdu ve rahatlattı. Ona ulaşmak belki mümkün değildi. Ama aynı elden çıkmış olmaları ve aynı kişiyi onları temaşa edenlere üzerlerindeki satırları okutturmaya çalışmaları, vazifelerinin benzerlikleri ona ab-ı hayat oldu adeta. Yüzünde güller açtırmıştı bu öğrendikleri. Sohbet uzadıkça Kara sinek yeni ufuklara doğru kanat çırpıyordu sanki. Kendisini bambaşka bir alem de tahayyül ediyordu. Kara Sinek sohbetin sonunda Bilge Sinek’e çok teşekkür etti, onu aydınlattığı için. Yanından ayrılırken kendi kendine şunları mırıldanıyordu: “Bir mektubat-ı Samedaniye olmak… Yani Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmadığını, her şeyin O’na muhtaç olduğunu gösteren mektuplardan biri olmak… Muazzam… Elhamdülillah!” Günler günleri kovaladı. Artık bu sevdadan vazgeçmiş gibiydi. Eskisi gibi durup düşüncelere dalmıyordu. Her gün Bilge Sinek’in yanına gidiyor sohbetini dinliyordu. Çok feyz alıp, istifade ediyordu söylediklerinden. Sohbeti dinleyen yalnız o olmuyordu. Bazen çok sayıda sinek yaşlısıyla genciyle hatta çocuk olanlar bile oluyordu. Hep beraber onu dinlemeye geliyorlardı. Ardından kâinatın halka-i zikir kübrasına hep beraber katılarak oradan oraya uçuyor, küçük kanatlarını çırparak zikir ediyorlardı Halık-ı Zülcelallerini. Bu sohbetler Kara Sinek’e çok iyi gelmişti. Artık asl-i vazifesinin farkındaydı ve onun gereklerini en iyi şekilde yerine getirmeye çalışıyordu. Tüm çabası sadece bu olmuştu ve bunun için uğraşıyordu.


2 yorum

Ayşe Tekin · Haziran 24, 2023 1:10 pm tarihinde

Yazıya bayıldım o kadar güzel mesajlar vermişki hiç sıkılmadan daha devamı olsa okurdum ellerine kalemine o güzel naif yüreğine sağlık @hudabin.00 ❤️

Bülent · Nisan 28, 2024 1:02 pm tarihinde

Bir hikaye içine külliyat bilgisini dercetmek; fikri bir yana bunu edebiyat kuralları içinde yapmak ayrı hüner ve bütün bunlara duygu yüklemek ise gönül ✏️ kalemi iktiza ediyor tebrikler efendim kalbimiz ve ruhumuz aynı anda lezzetlendi istlfade etti sayenizde.Demek ki en ağır konular hikaye tadında ikram edilebiliniyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir