Muhsine Sevra Kaçalin

Akşam yemeğini yapmak için mutfağa girmiş malzemeleri ayarlıyordu. Arkadan televizyonun gürültüsü kulaklarına dolarken zihninin odalarında dolaşmaya başlamıştı bile. Mutfak, yemek yapmak, bulaşık… Ne zaman mutfağa girse, ne zaman yemek yapacak olsa yahut bulaşıklara girişecek olsa beyni katman katman sekmeler açıyor, o ise bu sekmeler arasında dolanıp duruyordu. Bazen düşünecek bir şey bulamazsa beyninin odalarında gezindiğini hayal ediyor, beynini odacık odacık dizayn ediyordu. Bu ona zaman zaman keyif verse de bazen deliriyor muyum diye düşünmeden de edemiyordu.

Musluğu hafifçe açmış, bir kabın içine doldurduğu suyla sebzeleri yıkamaya başlamıştı. Televizyondan kulağına dünyanın suyunun gün geçtikçe azaldığına dair haberler çalınıyordu. Bugün bunu düşünecekti belli ki. Suyu israf etmemek gerektiği küçüklüğünden beri tembihleniyordu. Ailesi suyun bir damlasını bile israf etmemeye çalışan bir aileydi. Sebzeleri bir kapta yıkar, kalan suyla varsa bulaşığı akıtır, ondan da kalan suyla çiçeklerini sularlardı. O da bu geleneği mecburen sürdürüyordu. İçme suyundan artan sular, duştan artan sular, hepsinin kullanılacağı bir yer vardı. Geçmişte de böyle miydi diye düşünmeye başladı kesme tahtasına koyduğu soğanları doğrarken. Çocukluğuna dair hatıralar, eskiden suya dikkat etseler de yine de bu denli bir önlemler seremonisi olmadığını anımsattı ona. Soğanların yağ ile buluşmasından çıkan yağ cızırtısını duydu. İstemsizce mutlu oldu. 

Su, evet su. Eskiden havuza giderlerdi. Şimdi ise bütün havuzlar kapalı. Kaçak olarak kullanılan havuzlara ise aklı başında kimse gitmezdi. Ganj nehrinden hallice, suyu 2-3 haftada bir değiştirilen, rengi halk efsaneleri gibi dilden dile dolanan havuzlar… Domatesi kesme tahtasına koyduğunda domatesin dokusunu ve parlaklığını inceledi, ne kadar kusursuz, kıpkırmızı ve parlak. Ancak tadı, lezzeti dış görünüşü kadar  parlak değildi. Artık yemeklere tat katması için değil, renk katması için katılıyordu. Havuzlar, evet havuzlar. O kaçak havuzlara hiç gitmemişti, merak da etmiyordu. Tek merak ettiği, suyu vücudunun her zerresine boca ederek kullanmanın nasıl bir his olduğuydu. Artık duş alırken bile kullanılan su ölçülüydü, buna rağmen haberlerde her daim su kullanımının azaltılmasından bahsediliyordu. Bunları düşünürken dalıp gitmişti. Ancak bıçağın sol elinin işaret parmağında açtığı derin yaranın acısını duyduğunda kendine gelebildi. Elinden oluk oluk kan akıyordu ama o bununla ilgilenmiyor gibiydi. O esnada parmağının içerisinde gördüğü kemiğe dikkat kesilmişti. Bir an acının arttığını hissedince kendini toparladı ve panikle bir bez, bir peçete aramaya başladı. Bir parça peçete bulup eline bastırarak banyoya koştu. 

Elini o kadar derin kesmişti ki kendi kemiğini görecek derinlikteki yaraya bakmak onu sarsmıştı. Şimdi elinin kanamasını durdurmaya çalışırken az önce aklından geçen sulu hatıraların artık bir ehemmiyeti kalmadığını fark edip güldü. Elindeki yaraya su gelmeyecek şekilde elini yıkıyor ve temiz bir bezle parmağını sıktırıp kanamayı durdurmaya çalışıyordu. Bu sırada burnuna kötü bir koku gelmeye başlamıştı. Ocağı açık unuttuğunu hatırladı ve mutfağa doğru koşmaya başladı.  Mutfağın kapısına geldiğinde gördüğü manzara onu dehşete düşürmüştü. Ocak alev almış, dolaplara doğru uzanan bir ateş parçası mutfağı sarmaya başlamıştı. Ne yapacaktı şimdi? Su geldi aklına, evet su kullanmalı diye düşündü. Ama yağ? Kızgın yağa su dökülmezdi. Neyle söndürecekti bu yangını. Alevler her tarafı sarmadan bir hal çaresine bakmalıydı. Kara dumanlar mutfağı sarmaya başlamıştı. Hemen birilerini aramalı, itfaiyenin numarası neydi, komşulardan mı yardım istemeli, telefon nerde? Telefonu mutfak tezgahına koyduğunu anımsadı. Bir hışımla tezgaha doğru bir hareket yaptı ama alevler ondan daha hızlı ilerliyordu ve telefonu ateş çemberinin içinde kalmıştı bile. Mutfağın alevleri git gide harlanıyordu. Daha fazla beklememesi gerektiğini düşünüyordu ama ne yapacağına dair  bir fikri de yoktu. Mutfak şimdi alev alev yanıyordu. O ise ateşin sıcağını alnında hissediyordu. Kendini mutfaktan dışarı nasıl atacağını bilemedi. Kapıdan sıçrarken kolunda bir sıcaklık hissetti. Mutfak kıpkızıl alevler arasında kapkara dumanlarla dolarken canını kurtarmanın endişesini taşıyordu. Kıyafetinin kolu alev almaya başlamıştı. Üstündekini çıkarıp atarken yangın oraya sıçramıştı bile. 

Kendini evin en uzak odasına atmaya çalıştı. Camdan, balkondan, bir yerlerden insanlara seslenecekti. Evin en dipteki odasına koştu. Camı açarken bir elinde yanık, bir elinde kesik acısı, bir yanda canını kurtarmanın kaygısıyla olabildiğince bağırmaya başladı. Kimse duymuyordu. Avazı çıktığı kadar bağırıyordu, sesini duyan yoktu. Boğazı çatlayana kadar bağırıyordu, ama kimse onu duymuyordu. Zaten insanlar böyle zamanlarda duyacağı varsa da duymazdı. Ne yapacağını düşünüyordu, ilk anda neden evden çıkıp gitmediğini düşünüyordu. Yangın neyden çıkmıştı acaba? Bir anda peçete geldi aklına. Tabi ya! Giderken bir şeye çapmıştı, elinin acısı, kemiği görmenin dehşeti dönüp bakmasına engel olmuştu. Yine bir sakarlığı başka bir sakarlığı tetiklemişti. Ama bu defa bu sakarlık silsilesi, evine hatta belki de canına mal olacaktı.  

Aşağı atlamayı düşündü. Evet evet aşağı atlayacaktı. Evde kalsa yanarak, acı çeke çeke ölecekti. Atlarsa belki kurtulurdu belki ölürdü ama en azından yanmazdı. Sağlıklı düşünemiyordu. Cama çıktı yine avazı çıktığı kadar bağırdı. Evi duman sarmıştı. Biraz daha kalırsa dumandan zehirlenip ölecekti. Aşağı baktı. Çok yüksekti, içini bir korku kapladı. Atlamayı hiç istemiyordu ama sesini kimseye duyuramıyordu. Kolunda hissettiği yanık acısı bu kadar dayanılmazken yanarak ölmeyi göze alamıyordu. 

Derin bir nefes aldı. Gözlerini kapattı. Kendini boşluğa bıraktı. Karnından göğsüne doğru çıkan kelebeklenme hissi… Çok güzel ama bir o kadar da korku verici bir his… Yere çakılmadan önce hissettiği son his… Saniyeler içinde yaşadığı onca duygu. Hayat ve memat… İşte bu kadar! Sadece birkaç saniye…

Sanki yukarıdan yere çakılışını görüyordu. Kendini yerde görüyordu. Gözlerini açtı. Evdeydi. Halının üstünde yatıyordu, çekyattan aşağı düşmüştü. Annesi mutfakta yemeği yakmış, arkadan gelen televizyon sesi salonda yankılanıyordu. Derin bir nefes aldı. Karnından göğsüne dolan kelebekler hala orada gibiydi. “Hayat ve memat… işte bu” diye düşündü. Halıda yatarken tavana bakarak gülümsüyordu.


2 yorum

Hezeyanamayanlar · Şubat 22, 2021 8:52 pm tarihinde

Kaleminize sağlık.

    Kalemtıraş Ekibi · Şubat 22, 2021 9:30 pm tarihinde

    Yorumunuz için teşekkür ederiz. 🌿

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir