Hüdâbin

Sonbahar yüzünü bu sene çabuk göstermişti. Leylekler her zamankinden farklı olarak bu sene erken göç etmek zorunda kalacaklardı. Yavrular biraz büyüyüp kanatları  güçlenmeye başlamıştı. Ancak kışı sıcak ülkelerde geçirmek için takip edecekleri o zorlu ve uzun yola henüz hazır değillerdi. Biraz daha zamana ihtiyaçları vardı.  Son bir haftadır ebeveynleri erken çıkacakları göç için üzerlerine titriyorlardı. Birlikte sık sık avlanıyor ve vücutlarında yağ depolamaya çalışıyorlardı. Yavrular da artık rahatlıkla avlanabiliyorlardı. Nerede ve nasıl avlanabileceklerini az da olsa öğrenmişlerdi. Ama henüz anne ve babaları kadar başarılı değillerdi. Kanatlarını güçlendirmek için de sık sık rüzgârın yarenliğine başvuruyorlardı. Rüzgâr da -bereket versin- iyi yarenlik yapıyordu onlara. Cılız bedenlerini kucaklıyor, oradan oraya uçmalarına yardımcı oluyordu. 

Terkedilmiş ve harabeye dönmüş bir binanın bacasına yuva yapmış olan anne leylek ve baba leylek de yavruları için oldukça telaşlı görünüyorlardı. Yavruları diğer yavrulara oranla daha cılız ve güçsüzdü. Babası ve annesi bolca yiyecek yuvaya taşıyor, onu iyice besliyorlardı ama nafile. Biraz bile kuvvetlenememişti. Onunla beraber doğanlar büyümüş, uçmayı öğrenmişlerdi oysa. O da uçmayı öğrenmişti. Öğrenmişti öğrenmesine de biraz uçsa hemen yoruluyor, yuvasına geri dönüyordu. Ya da bir yere konup dinlenmesi gerekiyordu. Birkaç gün sonra göç başlayacak, ilk kafile yola çıkacaktı. Yavrularının bu durumundan dolayı bekleyip biraz daha güçlenmesi gerektiğine karar verdiler. En son kafileye katılırız diye düşündüler.

Aslında diğer anne ve baba leyleklerde de büyük bir yolculuk tedirginliği vardı. Gerçi çok da uzun olmayan mesafeleri rahatlıkla uçabilmiş, sorunsuz tekrar yuvalarına dönebilmişlerdi. Ama erken göç için küçük bedenleri henüz hazır değildi. Biraz daha zamana ihtiyaçları vardı. Günlerce, aylarca sürecek olan zorlu bir yolculuk vardı önlerinde. Geçen yıl yolculuğun daha yarısındayken arkadaşlarından bazılarının yavrularını nasıl kaybettiklerine ve nasıl hüzünle yavrularının cansız bedenini arkalarından bırakıp yolculuğa devam ettiklerine kalpleri paramparça olarak şahit olmuşlardı. Buna şahit olanlar şimdi daha da tedirgindi. Çünkü yavruları henüz tam büyümemişti. Diğer anne leylekler ve eşleri bu büyük kaygıyla ertesi gün büyük göç yolculuğuna çıktılar. Bahar mevsiminden bu yana ikamet ettikleri, havasını soludukları, suyundan içtikleri, beslendikleri, bir çok anı biriktirdikleri diyardan başka diyarlara doğru gittiler. Kimi bir yıl önce yuvasını yapmıştı. Kimi de birkaç yıl önce. Sahibi ölüp de öylece boş kalmış yuvalar da yok değildi. Yeni çift olan leylekler oralara yerleşmişlerdi. Ya da kendilerine yüksek bir çatı veyahut bir elektrik direğinin başını ayarlayıp yeni bir yuva kurmuşlardı özenle. İşte bu inşa ettikleri yuvaları arkalarında bırakarak oldukça cömert olacak olan güneşin ısıtacağı topraklara  doğru göç ettiler. Bir yanlarını hüzün kaplamıştı. Kimi leylekleri ise kaygı ve endişe. Bunlar yavruları olan anne ve babalardı şüphesiz. Gençliğe ilk adımlarını atmış yavru leyleklerde ise anne ve babalarının aksine büyük bir heyecan vardı. Bu heyecan kesinlikle yeni diyarlar görecek  ve yeni şeyler keşfedecek olmanın heyecanıydı. 

Cılız yavruları henüz uyuyan anne leylek ve baba leylek, iç çekerek, gökyüzünde beraber kanat çırparak güneye doğru yol alan leylek kafilesini izledi. Gözden kaybolana kadar onlara baktılar. Onlar gözden kaybolunca baba leylek yiyecek aramak için doğrulup gökyüzüne doğru süzüldü. Yuvadan ayrılmadan önce gagasıyla eşinin boynunu okşadı. Anne leyleğin keder bulutlarının gölgesiyle gölgelenmiş gözleri azıcık da olsa aydınlandı. Keder bulutları dağıldı. Eşi gidince derin bir nefes aldı ve yavrusunu biraz daha sarmalayarak gözlerini usulca kapattı. Tüylerini hoş ve narin bir dokunuşla hafifçe gıdıklayan sabahın serinliğine bıraktı kendisini. Az sonra cılız yavru uyandı. Gagasıyla annesinin boynunu okşadı. Anne leylek yerinden irkildi. Anlaşılan az da olsa dalmıştı. Yavrusunun bu hareketinden dolayı gülümseyip o da yavrusunu bağrına bastı. Çevresine bakındı eşi henüz gelmemişti. Yavrusuyla beraber beklemeye koyuldu. Az sonra eşi geldi. Ağzında iki güzel balık vardı. İlerdeki sazlıkta karnını doyurup ev ahalisine de en iyisini bulup getirmişti. Annenin iştahı hiç yoktu. Kendi payını da yavrusunun önüne koydu. Yavrusu iki balığı da yedi. Baba leylek eşinin gözlerinde hakimiyet kurmaya devam eden hüznü fark etmiş olacak ki eşinin kafasını gagasıyla okşayarak onu teskin etmeye çalıştı. Tıpkı sabah avlanmak için giderken olduğu gibi. Anne leylek gülümseyerek ona baktı. O da ona gülümsedi. Beraber yavrularının yemeğini bitirmesini beklediler. Cılız yavru karnını doyurunca küçük bir gezinti için yuvalarından çıkıp uçmaya başladılar. Yavruları hiç kımıldamadan ve kayıtsız bir şekilde onları izledi. Anne leylek birkaç defa yuvanın etrafında dönerek onu beklediklerini gösterdi. Baba leylek de aynı şekilde. Fakat yavru gözlerini kıstı ve başını önüne eğerek bu şekilde kaldı. Annesi ve babası onun bu güçsüzlüğüne üzüldülerse de bir şey demediler. Sadece üzgün bakışları birbirinde buluştu. 

İlk kafilenin ayrılışından bu yana iki üç leylek kafilesi daha yola çıktı. Yarın ise son kafile yola çıkacaktı. Bizim cılız yavru ile anne ve babası da  bu yolculuğa katılmak zorundalardı. Yavruları az da olsa güçlenmişti. Ama yeterli değildi.  Eğer havalar bu kadar erken soğumasaydı yavruları bu yolculuğa hazır olabilirdi. Daha çok güçlenebilirdi. Ama bekleyecek bir saniyeleri bile kalmamıştı. Göç etme zamanı gelmiş çatmıştı.

Tüm leylekler akın akın toplanacakları yere geliyorlardı. Hepsinin yüzünde aynı endişe ve korku hakimdi. Az sonra hepsi toplandı. Artık gökyüzüne doğru süzülebilirlerdi. Yarına dair umutlarını kanatlarına takarak hep beraber havaya yükseldiler. Yükseldikçe yükseldiler. Şimdi önlerinde upuzun bir yol vardı. Üç dört gündür durmadan yol alıyorlardı. Epey yorulmuşlardı. Durup birkaç gün dinlenmeleri iyi olacaktı. Avlanmalarına elverişli bir yer bulmaları gerekiyordu. Uygun gördükleri ilk yere indiler.

Bizim cılız yavru oldukça bitkin görünüyordu. Yüzü solmuş gözleri çökmüştü. Son günlerde epey yavaşlamıştı. Bu yüzden anne ve babasıyla sürünün hemen gerisinden yolculuklarına devam ediyorlardı. Konaklayıp birkaç gün dinlenecek olmaları cılız yavrunun annesini ve babasını sevindirdi.  Yavruları için iyi olacaktı. Fakat konakladıkları yer umdukları gibi çıkmadı. Beslenebilecekleri kadar balık yoktu. Üstelik derenin suyu hem kirli hem de azdı. Bu yüzden yeteri kadar karınlarını doyuramadılar. Üstelik hava da soğuktu. Biraz dinlenip tekrar yola çıktılar. Bu durum anne leyleği üzse de elinden bir şey gelmiyordu. Cılız yavru zor da olsa onlara katılabildi. Annesi ve babası yavrularının durumundan çok endişe duyuyorlardı. Hem beslenememişlerdi hem de dinlenememişlerdi.

Yavru bu halde sadece ertesi güne kadar uçabildi. Artık gücü kalmamıştı. Sendeleyip duruyordu. Anne ve babası yavrularının bu durumundan dolayı sürüden ayrılma kararı aldılar. Arkadaşları yavrularından ümit kesmeleri konusunda çok ısrar etse de ikna edemediler. Yavrularını arkada bırakmaya gönülleri razı gelmedi. Bu yüzden onlarla vedalaşıp uygun bir yere indiler. Burası boş bir araziydi. Çalılık bir yer bulup soğuktan korunmak için çalılıkların dibine sığındılar. Yavruları öylece uzanmış hiç hareket etmeden duruyordu. Annesi acıyarak baktı yavrusuna. Gagasını ona vuruyor, kaldırmaya çalışıyordu. Babası da aynı şekilde. Kafasını biraz kaldıracak gibi oluyordu. Fakat çok güçsüzdü. Sadece hafifçe oynatabiliyordu. Sonra tekrar cansız bir şekilde öylece kaldı. Yavrularının bu haline çok üzüldüler. Ama ellerinden bir şey gelmiyordu. Baba leylek yiyecek bir şeyler bulmak için etrafa bakınmaya gitti. Anne leylek ise yavrusunun başında bekledi. Baba leylek az sonra çaresizce geri döndü. Çünkü yiyecek bir şey bulamamıştı. Hava kararmak üzereydi. Üstelik soğuk bir rüzgâr esiyordu.  Yerlerinden yurtlarından uzak  bir diyarda, yalnız başına iki leylek ve çok hasta yavruları… Birbirlerine kenetlenip yavrularını ısıtmaya, onu koruyup kollamaya çalışarak bir umut öylece bekliyorlardı. 

Az sonra rüzgârda  uçuşan bembeyaz ve soğuk küçük tanelerin yüzlerine değmesiyle büyük bir şaşkınlık yaşadılar. Bu da neydi şimdi? İlk defa karşılaşıyorlardı bu taneciklerle. Bu taneler tüylerinin üzerine konuyor, birkaç saniye içinde eriyerek aşağıya doğru süzülüyordu. Şaşkınlıkla birbirlerine bakıyor, ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Yavruları kanatlarının altında tir tir titriyordu. Onlar da titremeye, üşümeye başlamışlardı. Ama bu pek umrunda değildi ikisinin. Şu an sadece yavrularını düşünüyor, onu ısıtmak, titremesini engellemek için uğraşıyorlardı. Biraz daha sokuldular birbirlerine. Yavrularını sarıp sarmalayıp öylece beklediler. Gökyüzünden durmadan düşen o beyaz taneciklerin durmasını beklediler. Ama durmadı. Aksine daha da arttı. Yağdıkça yağdı. Her yeri beyazlığıyla kaplayana kadar yağdı. Birbirine sokulmuş üç cansız bedeni de bağrında saklayarak tabii.


1 yorum

Emine Yılmaz · Şubat 20, 2022 12:07 am tarihinde

Selamün aleyküm çok güzel ve akıcı bir Yazı olmuş ellerine ve kalemine sağlık kardeşim

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir