Hüdâbin

Zemin en güzel, en göz alıcı giysisine bürünmüş, tüm ihtişamıyla gökyüzüne gülümsüyordu. Gökyüzü de gözleri kamaşarak onu izliyordu. Gözleri kamaştıkça daha çok mavileşiyordu yanakları. Işıl Işıl bulutlar kaplıyordu maviliklerini. Hâl böyle olunca yeryüzü de coşuyor, kocaman gülümseyen çiçekler açıyordu bağrında. Kim kime neşe veriyordu kestirmek neredeyse imkansızdı. Karşılıklı bir neşve içindeydiler. Her yeri kuş cıvıltıları, arıların vızıltıları sarmışken gökyüzünde tatlı bir meltem esiyor, süzülüp ağaçların dallarındaki yapraklara dokunduruyordu hu hulu nefesini. Bu defa yaprakların dans gösterileri başlıyordu. Sallanırken çıkardıkları tatlı hışırtıları karışıyordu kuş cıvıltılarına. Her yerde bir coşku, bir heyecan. Herkes her şey bu coşkuya kapılıp gitmişti. Özellikle de gökyüzünde kanat dansı yapan kuşlar. Bir yandan gökyüzünde oradan oraya süzülerek uçarken diğer yandan tatlı tatlı cıvıldaşıyorlardı. Bu dans gösterisinde yer almayan bir anne serçe ve iki hafta önce doğan yavrusu vardı. Terkedilmiş bir köşkün büyük bahçesinde yer alan çam ağacının dallarındaki yuvada yaşıyorlardı. Bir hafta önce üç kişi olarak yaşıyorlardı. Baba serçe de vardı. Fakat yiyecek bulmaya gittiği bir sabah bir daha kendisinden haber alınamadı. Anne kuş onu aramaya çıkıp saatlerce etrafa bakınmıştı. Ama onu bulamamıştı. Büyük ihtimalle ellerinde sapanla gezinen çocukların hedefi olmuştu. Anne serçe böyle düşünmüştü.  Anne serçe o günden sonra tek başına büyütmek zorunda kaldı yavrusunu. Yiyecek arama işini önceden eşiyle sırayla yapıyorlardı. Biri yavrunun yanında kalıp onun başında beklerken diğeri yiyecek bulmaya gidiyordu. Ama şimdilerde artık yapayalnızdı.  Eşini kaybettiğinden bu yana büyük bir korku alıp götürmüştü onu. Yavrusunu da kaybetme korkusu. Bu yüzden yavrusunu tek başına bırakamıyordu. Onun başına bir şey gelir endişesiyle şu an gökyüzünde kanat çırpa çırpa uçan ve dans edip cıvıldaşan arkadaşlarına katılmamıştı. Sadece uzaktan onları izlemekle yetinmişti.  Yavrusu doğduğundan bu yana bir kere olsun gökyüzünde süzüle süzüle uçmamış, bu güzel ve tatlı havanın tadını çıkarmaya yeltenmemişti. Aceleyle yiyecek bulmaya gidiyor ve soluğu hemen yuvasında alıyordu. Gidip gelene kadar eli hep yüreğindeydi. Ya yavrusuna bir şey olursa ya yuvadan düşüp ölürse ya yabani kuşlar gelip ona saldırırsa ya elinde sapan olan çocukların hedefi olursa! Böyle uzanıp gidiyordu endişeleri. Hep kaygı bulutları gölgeliyordu küçücük gözlerini. Yüreği ağzına gele gele yiyecek arayışını tamamlıyordu. Yavrusunun iyi olduğunu gördüğü zaman her defasında yüzünde şükrün kucakladığı bir ifade yer alıyordu. Kanatlarıyla yavrusunu sarıp sarmaladıktan sonra onu beslemeye koyuluyordu.

Yavrusu epey büyümüş artık uçabilecek kadar güçlüydü. Birkaç gündür akranları anne ve babalarının teşvikiyle uçmayı öğrenmiş, sık sık uçmaya koşuyorlardı. Birlikte cıvıldaşıp birbirlerinin etrafında dönüyor, uçmanın keyfini çıkarıyorlardı. Kimi zaman kendileri bile avlanıyorlardı. Tabi yakınlarda olmak şartıyla. Ama bizim yavru serçe henüz uçmayı tam öğrenememişti. Annesi birkaç defa ona öğretmeye çalışmış ancak başı döner veya kanatları yorulur da aşağıya düşer diye onu hemen yuvaya çağırmıştı. Fazla uçmasına izin vermemişti.  Yavru serçe de pek istekli değildi zaten. Oturup uyumayı daha çok seviyordu. Annesinin bitmeyen endişeleri onu da korkutmuş, yuvasının daha güvenli olacağını düşündürmüştü ona. Hem zaten annesi oldukça güçlü olduğunu düşünüyordu. Kendisine de ona da bakardı. Yiyecek işini kendisi hallediyordu zaten. Ne vardı yavrusunu yoracak, ona zahmet verecek?  Bu durumdan oldukça memnundu yavru serçe.  Hem zaten ona göre arkadaşlarının aksine tüyleri daha  parlaktı. Üstelik onlara göre daha bakımlı, daha dinçti ve daha kiloluydu.  Onlardan daha güzel buluyordu kendisini bu yüzden. Onlar çok cılız geliyordu ona. Toz toprak içinde kalıyor, türlü zahmetlerle avlanıp yoruluyorlardı. Kaç defa ilerdeki yuvada kendisi ile beraber doğmuş olan akranının, beti benzi atarak yuvasına geldiğine şahit olmuştu. Yorgun ve bitkin olduğu her halinden belli oluyordu. Bir keresinde de karnından yaralandığını görmüştü. Birkaç gün hiç yuvasından çıkmadığını görünce öldüğünü sanmıştı. O an yiyecek aramaya çıkmak zorunda olmadığı için şükretmişti haline. Neyse ki annesi besliyordu onu. Günler sonra akranı iyileşerek yiyecek bulmaya devam ettiğinde onun için sevinse de bir yanı üzülmüştü haline. Acıyarak bakmıştı ona. Oysa acınacak halde olan kendisiydi de farkında değildi. Ne doğru dürüst uçmayı biliyordu ne de avlanmayı. Günlerini yuvada hiç yorulmadan, yan gelip yatarak geçiriyor, oturduğu yerden kendince şarkılar söyleyip eğleniyordu. Annesinin binbir zorlukla getirdiği yiyecekleri afiyetle yiyip, yaşayıp gidiyordu işte.

Günlerin her zaman böyle geçeceğini sanmışlardı anne serçe ile yavrusu. Ama öyle olmadı. Bir gün çok şiddetli bir fırtına oldu. Önüne ne gelirse dağıtan darmadağın eden bir fırtına. Fırtına savurup mahvetti yuvalarını. Anne serçe o an korkuya kapılmış, yavrusunu kanatları arasına almıştı hızla. Onu sarıp sarmalayarak korumaya çalışmıştı. İkisi birden fırtına da savrulup bir ağacın dalına sertçe çarptılar. Savrularak ağacın hemen ilerisinde çalılıklara yakın bir yere düştüler. Anne serçe baygın bir şekilde yerde uzanıyordu. Yavru kuş da savrulmanın şiddetinden başı dönmüş bir şekilde oracığa düşmüştü. Anne serçe ağır yaralanmıştı. Bir müddet sonra fırtına dinmişti.  Önce yavru serçe kendisine geldi. Gözlerini açıp düştüğü yerden doğrulup ayağa kalktı. Tüylerinin tozun toprağın içinde pislendiğini görünce söylenmeye başladı. Kanatlarını açıp kapayarak üzerindeki tozları temizledi. O esnada bakışları hemen ilerde baygın yatan annesine gitti. Hızla annesine doğru seke seke gitti. Annesi baygın halde yatıyordu. Karnındaki ve kanatlarındaki kanı görünce ne yapacağını bilemedi. Gagasıyla annesine vurup onu uyandırmaya çalıştı. Korku dolu gözlerle etrafına baktı. Hemen ilerde darmadağın olmuş yuvalarını gördü. Kalbi paramparça oldu. Bir taraftan annesi, bir taraftan da çok sevdiği yuvaları. Tüm bunlar karşısında oldukça üzgündü. Şimdi ne yapacaktı peki?  Hiç bilmiyordu. Annesine sokulup öylece durdu. Çok korkuyordu. Etrafta kedilerin olduğunu duymuştu annesinden. Ya şimdi gelip onlara burada saldırırlarsa. “Ah! Ne olurdu sanki fırtına kopmasaydı? Ne güzel yuvamızda yaşayıp gidiyorduk.” diye geçirdi içinden. Esefler aktı yüreğinden yavru kuşun. Minik yüreği sıkıştı. Korku bulutları mahzun bakışlarını gölgelemeye devam ediyordu.  Annesini gagasıyla uyandırmaya çalışıyordu. Az sonra gözlerini açtı anne serçe. Yanı başında yavrusunu sapasağlam bulunca bedenindeki yaralara aldırış etmeden sevindi. Yavrusu iyiydi ya gerisi önemli değildi. Yavru serçe de sevinmişti.  Hemen annesine sarıldı. Annesi de sarılacak oldu ama kanatlarını oynatamadı. Sadece gagasıyla boynunu okşadı yavrusunun. O sırada darmadağın olmuş yuvasına gitti bakışları. Çok üzüldü.  Birçok anı biriktirdikleri yuvalarını o halde görmek onu oldukça üzmüştü. Artık sığınacakları bir yuvaları yoktu. Şu an büyük bir tehlike içindeydiler. Her an elinde sapan ile dolaşan çocukların veya kedilerin saldırılarına uğrayabilirlerdi.  Zorlanarak doğrulmaya çalıştı anne serçe. Bu şekilde öylece duramazlardı. Bir an önce güvenli bir yer bulmaları, oraya saklanmaları gerekiyordu. Yavru serçe korkarak biraz daha annesine sokulmuştu o sırada. Etrafa göz gezdirdi. Bir metre ilerde çalılıklar vardı. Burada saklanabilirlerdi. Evet! Evet bir müddet oraya sığınabilirlerdi. Anne serçe kımıldamakta zorlanıyordu. Tüm gücünü toplamaya çalıştı. Çok yorgun ve bitkindi. Buna rağmen yine de kendisini zorladı ve ağır ağır çalılıkların altına kadar gitmeye çalıştı.  Yavru serçe hiç ses çıkarmıyor sadece annesinin peşinden gidiyordu. Çalılıkların altına girdiklerinde anne serçe nefes nefese kalmıştı. Oracığa yığıldı. Yavrusu ne yapacağını bilemez hâlde korku dolu gözlerle sadece annesine bakıyordu. Nefes alışverişleri düzensizleşmişti annesinin. Doğrulup kendisine sokulan yavrusuna sarılmak istiyordu ama yapamıyordu. Çok güçsüzdü. Şimdi ne olacaktı yavrusu? Ona kim bakacak, kim koruyacaktı?  Yavrusu doğru dürüst ne uçmayı ne de avlanmayı biliyordu. Daha önce bir kere olsun avlanmamıştı. Annesinin yüreğinde derin bir pişmanlık sızısı. Neden öğretmemişti ki yavrusuna? Artık onun yanında olamayacaktı. Şu an son dakikalarını yaşıyordu. Her zaman yanında olup onu besleyip, koruyup kollayacağını düşünmüştü. Fakat yanılmıştı. Ona hiçbir şey öğretmediği için kendisine çok kızgındı. Kızgındı kızgın olmasına ama artık yapacak bir şey yoktu. Gözü açık gidiyordu ebediyete. Yavrusu ise korku dolu gözlerle ve üzülerek sadece annesine bakıyordu.


2 yorum

Ayşe Tekin · Temmuz 16, 2022 12:56 pm tarihinde

Harika bir öykü ellerine yüreğine sağlık can kızım

    Hudabin · Temmuz 19, 2022 4:02 pm tarihinde

    Çok teşekkür ederim can annemmm ❤️

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir