Habibe Basatemur

Sağanak sağanak rahmetin yağdığı, on bir ayın sultanı ramazan-ı şerif  yaklaşıyor yine. Şimdilerde birçoğumuz şaşkın,  hangi ara geldik bu güzel mevsime? 

Geçen ramazan hatırımızda henüz, dün gibi. Salgın nedeniyle buruk geçmişti. Kendimizi teselli etmiştik ya hani ” İnşallah sonraki ramazan hep birlikte olacağız.” diye. Geldi çattı kapıya, o zaman kavuşmaya ne çok vardı hâlbuki.

Geçiyor işte zaman su misali. Bizi beklemiyor, planlarımıza paralel ilerlemiyor. Emre matuf yol alıyor  kıyamet istikametinde. Tıpkı zaman gibi bizde yaklaşıyoruz kendi kıyametimize. Her dakika, her saniye… Henüz kıyametimiz kopmamışken, iradelerimiz  bizimleyken nefislerimizi muhasebe etme vakti. Muhasebe edelim ki Allah nasip eder de kavuşursak bu yıl yine ramazan-ı  şerife , memnun edelim Rabb’imizi tüm benliğimizle. Geçen yıldan şimdiye  neler değişti hayatımızda, önce onu muhasebe ederek başlayalım. O zamandan beri kendimize yakıştıramadığımız hangi halimizi ıslah etme gayretinde bulunduk, daha iyi bir kul olabilmek adına ne kadar çaba sarf ettik, hayallerimizin kaçı istikamet üzerinde olmaya dairdi mesela? Düşünelim hep birlikte… 

İçimizde akleden kalbiyle aldığı yolda, güzellikler katarak ilerleyenler muhakkak olmuştur. Ne mutlu o kimselere… Ancak bir çoğumuz aynı yerde sayadurduk. En kötüsü de meşguliyetlerimizin azalmasıyla daha beter hâle gelenlerimiz oldu. Aslında farkındayız bir şeylerin yanlış olduğunun, halimizin ümmete yakışır bir hâl olmadığının. Vicdanımız bize bu hakikati hatırlatırken nefsimiz onu bastırmaya yeminli sanki. Bazen vicdanımız baskın çıkıyor, eziyor nefsimizin başını. Ne yazık ki çok kısa sürüyor bu galibiyet. Belli ki bir yerlerde hata yapıyoruz. Zannımca hatamız, nefsimizi küçük görüp kendimizi dev görmekte saklı. 

Oysa o küçük gördüğümüz nefis bu hale getirmedi mi toplumu? Evladı asi yapmadı mı anne babaya? Ciğerparelerinden korkar olmadı mı anne babalar? Biz müslüman gençler oyuncağı olmadık mı çoğu zaman bu nefsin? Ondan değil mi ki dinimiz İslam, halimiz hüsran! Vah ki ne vah!

Vaziyetimiz böyleyken, bir araya geldiğimizde gündemlerimizin kaçta kaçı nefsimizi ıslaha yönelik? Nefsimizi ıslah etmek bir yana, aramız bozulacak diye din kardeşimize hakikatten bahsetmeye cesaret edenlerimiz neden bu kadar az?

”Söyleyeceğim, söyleyeceğim de dinleyen yok!” dediğinizi duyar gibiyim. Bu haklı bir serzeniş sayılabilir. Öyle bir hale geldik ki kimsenin kimseyi dinlemeye vakti yok artık. ”Amma konuştun sus da artık ben konuşayım!” der olduk hâl dilimiz ile. 

Dinlemek isterdik aslında ama zamanımız yoktu! 

Günah keçimiz zaman oladursun, başımızı kaşımaya vaktimiz yokken gün sonunu koca bir hiç ile kapatıyor olmamız da bir hayli trajikomik.

Kimse bize karışmasın, tek kelam etmesin istiyoruz.

Ayetler, hadisler , dini sohbetler ilgimizi çekmiyor artık. 40 dakikalık bir sohbeti dinleyecek sabrımız yok. Ama ne hikmetse,  aynı sabrımız sonu gelmeyen dizi ve filmlerde rekor kırıyor. Fesuphanallah! Bir şeyler oluyor bize ve bu olanlar öylesine sinsice oluyor ki birçoğumuz farkında değiliz. Bu kapitalist sistem planını öylesine kusursuz işletiyor ki gün geçtikçe sınırsız bir şuursuzluğa doğru yol alıyoruz. Zira bu sistem şuur sahibi insan istemiyor. Haz odaklı yaşayan, robotlaşmış insan müsveddesi olmamız tek hayali. Eşref-i mahlukat olan insan nasıl da aşağıların aşağısına iniyor izliyoruz ibretle! Olmadık işler başa gelir oldu. Ya teslim olacağız ya da kıyamda duracağız. Teslim olmak akıllı insan işi değil. O halde kıyam vaktidir. İnsanı insanlıktan çıkaran tüm izmlere karşı vakur bir kıyam! Bu izmlere karşı kıyamda durmak için irademizi kullanmaktan başka yol görünmüyor… Aklımızı, irademizi kullanmadıkça başımızı döndürdü ve döndürmeye devam ediyor dünya ve içindeki tüm sistemler.

 Diploma, iş, mesken, araba peşinde koştukça koşuyoruz. Koşalım koşmasına da ahiret bu koşturmacanın neresinde? Bu koşu iradeden bağımsız mı? Bazılarımız o kadar cüretkarız ki ahiret meseleleri için (dünya ve ahireti ayırmak da bizim hünerimiz)  en doğru zamanı bekliyoruz, bir saniye sonrasına garantimiz varmışçasına.

“Tamam içimiz karardı!” dediğinizi duyar gibiyim. İçinizi karartmak  veya herhangi birini, birilerini hedef tahtasına oturtmak değil niyetim. Bize bizden başka el uzatacak yok, tek meramım bunu bir kez daha hatırlatmak. Nurettin Topçu hoca şöyle ifade ediyor bu hakikati:

” İnsan, köklerine başkalarının salacağı suyu bekleyen ağaç değildir. ” 

Yani demem o ki biri gelip bizi çok güzel müslüman, çok güzel insan yapmayacak. İlahi kelam gereği her birimize sadece çalıştığımızın karşılığı vardır. Bize düşen, akleden kalbimizin izini sürmek… Sözü uzatmaya ne hacet? Yaklaşıyor yaklaşmakta olan! Şimdi karar bizim: Ya ağaç olacağız ya da insan!

 Velhasıl, bu yazıyı okuyan kardeşim! Henüz iradelerimiz bizimleyken, kıyametimiz kopmamışken gel bir güzellik yap. Daha iyi bir kulluk adına ertelediğin ne varsa “bismillah” diyerek başla  ve sadece bir adım at. Neye ihtiyacın olduğunu en iyi sen bilirsin, yazmak benim haddim değil. Sonra değil hemen şimdi. Haydi bir adım at! Zira yarınlar geç olmakla meşhurdur…

Kategoriler: Deneme

2 yorum

Ayşe · Mart 15, 2021 8:58 pm tarihinde

Allah razı olsun

    Kalemtıraş Ekibi · Mart 16, 2021 12:29 am tarihinde

    Güzel yorumunuz için teşekkür ederiz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir