Caner Yılmaz
Sözle konuşabilmek, sözü konuşabilmek irfan ister, onu anlamak ise insan. Hakikatin sonrasındaki insanların sonsuz alternatif yığınıyla boğulduğu bir dünyada, bir yer bulmak kendine ve kendini bir yerde bulmak, yaşama katlanılası bir anlam yükleyebilmek için geçerli bir zemin… Sonrasında olduğumuz ve sonrasını kestirebilmemizi sağlayacak tüm sözlerin yitimini derin bir duygulanım boşluğu içinde hissediyoruz. Fakat bazen yaşamak gelir insanın başına. İnsan yaşamak ile baş başa kalır. İnsan yaşama başlar. Ne olur o zaman da? Yedi kat sema suskunluğunu sözle söyler, kebir söze kübra olur…
Söz söyleyecek çok şeyi olup söyleyemeyenlerin ruhlarını bıraktıkları yerdir. Söylenilmesi gereken her ne ise yaşamın özünden o kadar çok beslenmiştir ki onu yaşamak sözün kendisi haline gelir ya da söz yaşamın kendisi oluverir. Lisanın hal olması ve halin lisana dökülmesidir olmuş olan. Halin kübra’laşması lisana varlık kazandırır. Lisan insana kalbini hatırlatır işte o esnada. Hayat hatıraya dönüşür burada, unuttuğunda öldüğün bir hatıraya. Hatırlamak hayırlamaktır aynı zamanda. Hayırla anmak, yani güzelliğiyle, güzel ile… İşte o zaman ruh açığa çıkar, açıkta olana anlam verir hatıranın haliyle. Hal ile hayal karışır birbirine, düşünmek düşlemekten dolayı unutulagelir.
“Düşünce düşünce başlar” diyor Özkan Gözel. Düştüğümüz yer halimizdir aslında. Hale hale ruhun tüm damarlarında akan cana ses veren… Düşmek düşüncenin başlangıcıysa eğer düşlemek nerde başlıyor ola ki? İçinde düştüğümüz yerde bulduğumuzda mı bulduğumuz şeyde bildiğimizde mi? Doğunun bilginleri kitapla değil; sözle, şiirle konuşur diyor Livaneli… Yaşamak; bulduğumuzu da, bildiğimizi de sözün şiirine söyletmektir. Çünkü söz şiirde kübralaşır. Çünkü kübralaşmak sözün hüznüne şiirin inşirah olmasıdır.
Çaba bazen bütünüyle görmek üzerine olur. Söz, gönlün mürekkebinden alınca kuvvetini şiire şayan olur. Söz, layık olanın ellerinde aşk kesilir. Söz, mananın rahle-i tedrisinden yudumlayınca aşk beliğ olur. Aşk, aşkla aşikar olmak olabilir. Aşkın kübrası aşikar kılınmış olana duyulan özlemdir belki de… Kim hayır diyebilir ki buna? Başka bir belagat ile denilecek ise eğer aşk, sözdeki mananın kübrasında özünü aşikar kılmaktır. Aşk, sözün kifayetsiz kaldığı yer değildir o yüzden. Kifayetsiz olan susmalıdır çünkü. Aşk susmak değil, daim olana daimi bir susamışlıktır. Eskiler fazladan izahat lisanen kabahattir dermiş. Lisanın kabahati aşkı konuşmak mı yoksa? Oysa lisan kübra ile buluşunca aşklaşır, aşkı konuşmaz belki evet, ama aşka konuşur, aşkla konuşur. “Gül bahçemi gör de baharımı anla..!” diyor İmam Rabbani. Söz gül bahçesine tekabül eder burada, kübra ise sözün baharına…
Tekraren eskilerden… Fazladan izahat lisanen kabahattir. Yüreğindeki tenhalara alışanların sözleri de yorgun olur. Çünkü yürek sözle yoğrulmuştur. “Başlangıçta söz vardı. Söz Tanrı’yla birlikteydi.” Sözün hiç uğruna tüketilegeldiği bir zaman düzleminde sözü kübrayla buluşturmak iffetidir düşünmenin. Unutmak sancı gibi geçti hafızamızdan geride unutula gelen sözler kaldı, söz kübrasını unuttu. Örneğin; “Evet sen bizim Rabbimizsin.” Unuttuklarımızdan sonra dedikodu kaldı sadece. Kalbi taşlaşmış insanların çağında, söze kübra olanla aşkı getirmek gerek… Başka türlü hep yeniğiz putlara…
Söz kübra olunca uzatmak israf olur… O yüzden: “Hadi gelin bir dua düşürelim sadırdan satırlara: Sen düz yolda ayağı takılan, bildiği yollarda kaybolan, şaşkın kullarının da Rabbisin! Elimden tut! Gideceğim yollar, varacağım yerler sana emanet! Yolumdaki dikenler ve engeller sana havale…” söz duada kübralaşır… Deki: “Allahumme Amin.’’
1 yorum
zeynep · Mayıs 16, 2021 1:31 am tarihinde
yüreği ile kaleminin/sözünün arasında perde olmayanlara yüreği ağzında denir ya hani, iyi ki yüreğiniz ağzınızda. Hep aydınlatan kalemden kaderince anlamak dileğiyle.