Şakir Zümre

Dünya her zamanki vahşiliğini yaşarken Ekim ayı içerisinde hiç beklemediğimiz bir gelişmeyle karşılaştık. Klasik Dünya Düzeninde ezme gücü olan ezmek istediği müddetçe, hakkı olmasa bile, ezilen ezilmeye devam eder. Ezilenin haksızlık teşkil etse bile ses getiren bir itiraz hakkı yoktur. Kendi kendine, başkasını rahatsız etmeden, gürültü çıkarmadan itiraz etme hakkı her zaman vardır. Aksi durumlarda ezilene, neden sessizce ezilmiyorsun diye suçlamalarda bulunulur. İşte Filistin’de gerçekleşen de tam olarak budur. Normal şartlar altında nasıl eziyet görüyor ve öldürülüyor iseler aynı şekilde eziyet görmeye ve öldürülmeye devam etmeleri gerekmekteydi. Kassam Tugaylarının başlattığı saldırı Klasik Dünya Düzenine uymayan, beklenmedik bir saldırıydı. Bu nedenle dünya basınında beklendiğinden çok tepki çekti. Her ne kadar siyonistlerin orantısız gücü yeterince tepki çekmese de dünya basınında bu kadar sansasyon olmasının sebebi birilerinin sessizce öldürülmeyi kabul etmemesinden kaynaklanıyor.

Peki, gel gelelim sosyal medyanın çalkalandığı klasik soruya; Filistin bizim neyimiz olur? Kimileri tüm varlığımızın ve kazanımlarımızın Filistin için harcanmasını savunurken, kimileri de bırakın bu onların savaşı, kim ne yaparsa yapsın tavrındadır. Bu iki kutup arasında farklı noktalarda bulunan bir çok kişi görmekteyiz. Herkes kendince haklı sebepler göstermektedir. Biz bu yazımızda kendimizi tanımladığımız noktaya göre “Filistin bizim neyimiz olur?” sorularına cevap arayacağız. Temel noktamız kendimizi ne olarak tanımladığımız!

Eğer Türkiye Cumhuriyeti’nin bir ferdi olarak kendimizi tanımlıyorsak, o zaman zaten şu anki Filistin toprakları devletimizin işgal edilmiş topraklarıdır. Cumhuriyetin ilanını ikinci meclis gerçekleştirmiştir. Hatırlayalım Türkiye Büyük Millet Meclisi kurulduğunda daha İstanbul Hükümeti kapanmamıştır. Zaten bu sebeple büyük meclis olarak adlandırılmıştır. Çeşitli anlaşmalara iki meclisten de üyeler katılmaktadır. Sonra İstanbul Hükümeti kapatılınca Ankara Hükümeti dediğimiz TBMM kalmıştır. İkinci seçilen mecliste 1923’te bundan yüzyıl önce cumhuriyeti ilan ederek ülkemizin yönetim şekline son halini vermiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti zannedildiği gibi 100 yıllık yeni bir devlet değildir. Türkiye Devleti 100 yıldır cumhuriyet ile yönetilen bir devlettir. Bu hukuki süreç Filistin topraklarını bize ait kılmaktadır. Zaten II. Abdülhamid’in vakıf kayıtlarına göre de bu topraklar vakıf arazidir. Devri, satılması, el değiştirmesi düşünülemez.

Eğer kendimizi sadece Türk olarak ifade ediyorsak, o zaman Türk töresi gereğince bir dönem yönetilen araziler her dönem Türk toprağıdır. İşgalde ise işgalden kurtulması gerekmektedir. Bunun için atılması gereken tüm stratejik adımlar atılmalı ve Türk yurdunun bir parçası haline gelen araziler işgale terk edilemez. Acilen olmasa bile vakti geldiğinde Türk Devlet hafızası gereğini yerine getirmeli ona göre bir tutum içerisinde yer almalıdır.

Eğer kendimizi Müslüman olarak tanımlıyorsak, o zaman birkaç açıdan üzerimizde sorumluluk hissetmemiz gerekmektedir. Hz. Muhammed(sav)’in Müslüman kardeşinin kanının hesabını sormanın tüm Müslümanlar üzerine farz kılması işin bir yönüdür. İlgili toprakların Hz. İbrahim(as)’ın şeriatı gereği en büyük erkek çocuğuna aittir. Bu silsile İsmail(as) vasıtasıyla Filistin topraklarını Hz. Muhammed(sav)’e kadar getirir. Hz. Muhammed(sav)’in hükmünde ise peygamberler miraslarını ümmete bırakırlar. Öyleyle ikinci yönden bakılınca da bu araziler tüm Müslümanlara emanet edilmiş işgal altındaki arazilerdir. Bir diğer yönden Allah tarafından beyan edildiği şekliyle çevresi mübarek kılınmış Mescidi Aksa bu topraklardadır. Allah’ın mübarek kıldığı bu topraklar nasıl olur da işgale terk edilebilir. Savunulması gerekir, dolayısıyla Müslümanlara göre bu vatan her iki yönden de Müslümanların ana vatanlarındandır.

Eğer kendimizi sadece insan olarak tanımlıyorsak; o zaman gözümüzün önünde çiğnenen insan hakları evrensel beyannamesinin kurallarına ne demek gerekir. Evleri işgal edip işgalcileri yerleşimci olarak tanımlamalar, hastane, okul, yol, köprü bombalayanlar neyle tanımlanabilir? Kendi askerlerine askeri mahkemeleri kaldırdım diyen siyonistler hangi insanlık seviyesiyle tanımlanabilirler. Bir insan olarak soykırım haline dönüşen bu vahşetin karşısında olmamız gerekir.

Peki biz kendimizi ne olarak tanımlıyoruz ve gerçekte neyiz? Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğumuzu iddia edip sürekli kanunları esnetmeye, devleti yıpratmaya dönük faaliyetler mi yapmaktayız? İlk fırsat bulduğumuzda ülkeyi terk etmeye çalışan nasıl bir vatandaşız? Sadece Türk olarak isimleneceksek hangi Türk toprağını şimdiye kadar adam gibi savunduk? Kârımıza olmayan hangi töreye sarıldık? Türk yeryüzünde mazlumun sesidir denilirken biz kimin, kimlerin, neden ve nasıl sesi olduk? Yeryüzünde Türk olsa mazlum mu kalır demezler mi bize? Ya Müslümanlık ismini üzerimize almaya kalktığımızda İslam coğrafyasının yarısından fazlasında akan kanları ve duyarsızlığımızı neyle açıklayacağız? Şu dergide üç yıldır mazlum coğrafyalar yer almaktadır. Çoğu da İslam beldeleridir. Adama demezler mi bu nasıl Müslümanlık diye? Ya kendimize insan deme hakkını bulabilecek miyiz? Gerçekten insanlığın gereğini yerine getirebiliyor muyuz? Sermayeyi bu şekilde bölmüşken, üç kişiyi zengin etmek için milyonların haklarını çiğnerken nasıl insanız diyebiliriz? Hayvanlardan bizi ayıran şuur seviyesinden uzakta olduğumuzu göremiyor muyuz?

El-cevap: Filistin bizim hiçbir şeyimiz değildir! Çünkü biz hiçbir şey değiliz! Tanımlanabilecek bir ismimiz, bir cismimiz, bir yüzümüz, bir sıfatımız yok! Bir tanımımız yok ki varlığımız tanınsın! Varlığı olmayanın bir şeyi olabilir mi? Hadi cevabı vermemiş olalım da tekrar soralım:

Filistin bizim neyimiz olur?


0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir