Esra Göktepe

Neydi o ilk buluşma anı? O çipil çipil bakan üzüm gözler, o minicik ağız, yumuk yumuk eller… Çiz yüzünü deseler asla çizemeyeceğin kadar muntazam o güzellikle ilk kez bakışmak, ilk kez koklaşmak. Dokuz ay sırlarla dolu karanlık bir odada büyüyen mucizenle ilk kez kucaklaşmak, onu ilk kez görmek…

Hayretinden sessiz çığlıklar atan anne… Hayret makamına hoş geldin. Şimdi kalbinle konuşma vakti. Kalbin konuştuğu yerde dil susar. Zavallı kelimeler, kanatsız kuşlar gibi kalır o dakikada. Dilin, dudağın, kalbe nöbeti devir teslim ettiği vakittir. Şimdi annenin tek sorusu vardır. Bir tek soru: “Daha önce görmediğim ve bilmediğim bu yavruya; daha önce bende olmayan, ona karşı bu sevgi, bu ilgi, bu şefkat nereden geldi? Bunları kim verdi? Kim bu duyguyu bana veren?” Evet soru bu. Bunca varlık yokluktan gelmez, bir var var. Her bir varlığı yaratan bir var var. Ben bilmez,  tanımazken, onu bir bilen var. Bana onu nasip kılan var. Bu anı ve her anı bilen biri var. Sorular annenin kalbine yağmur gibi düşmeye devam ediyor. “O ve ben iki cahilken nasıl ete kemiğe bürünüp kucağımda en sevimli hâliyle bana bakıyor şimdi? Kim ayarladı bu randevuyu? Allah’ım bu kadar tevafuk, tesadüf olamaz. Senin kudretin ve şefkatin olmasaydı nasıl açıklanabilirdi bunlar. Zerrelerim adedince kudretinin büyüklüğüne hamd ediyorum, binlerce şükür, çokça secdeler olsun sana.” derken kalpten konuşan güzel anne. Bu sihirli anı mıh gibi kazı zihnine. Zaten unutmazsın da. Taze çiçekler gibi diri tut göğsünde sen. Gün gelecek lazım olacak. Ömrü emanetini sevgiyle büyütmeyle, beslemeyle, sarmalamayla geçen anne. Sakın ha sakın o anı unutma.

Yıllar rüzgâr gibi gelip geçer. Doğan büyür, büyüyen serpilir. O minik yavrun babayiğit bir delikanlı şimdi. Bakışları kartal gibi, yürüyüşü vakur. Attığı adım heybetinden dağları titretiyor. Öylesine cesur, öylesine iman dolu. Alnında, yüzünde  secdenin parlaklığı var. Düşmana korku salan bakışları, yeri geldiğinde edeple yerde geziniyor. Kaç kız hayran ona. Kaç canı hasretiyle yaktı. O kapadı gözlerini harama. Helâlini bulana dek açmayacak da. Önce vatani görevini tek sevdası olan devleti için yerine getirmeliydi. Belki ondan sonra başka bir sevdanın kapısını tıklardı.

Aslan parçanı davul zurnayla, kınalayarak asker ocağına, vatani görevine gönderen anne. Şimdi sabırların en tazesi sende.

Şu kışlanın kapısına

Mail oldum yapısına

Telli kurban bağlayayım

Asker yârin kapısına

Yine oğlunun hasretiyle yandığın bir gün bu türküyü dinlerken kapın çalar. Karşında oğlunca yaşta askerler, komutanlar. Ellerinde göklerin kızıl süsünü görürsün. Tam karşındalar. Onları gördüğün an göğsünün bir yıldırımla iki parçaya ayrıldığını hissetsen de birazdan sana giydirilecek şehit anası tacının farkındasındır. Sana yavrun gibi nazlı nazlı bakan bayrağın gururu Rabbin tarafından kalbine nakşediliyor tekrar, sen metin ol diye. Ah! Daha karşısındaki konuşmadan her şeyi anlayan anne. Yine onu kucağına aldığın ilk günkü derin çığlıklar var yüreğinde. Orada hayret çığlığıydı, burada gurur. Hani o anı unutma demiştim ya… İşte şimdi yavrunun doğduğu günkü mucizeyi tekrar yaşama vakti. “Elleri öpülesi anam. Oğlun bu vatan, bu bayrak uğruna şehit olmuştur. Vatan sağ olsun!” sözünü duymanla tevekkül ve sabrın kol kola kalbine girdiğini hissetme anın. Yine sessiz çığlıkların duyuluyor yüzünde. Ama bu sefer başka. Yer ayağının altında kayıyor ama düşmüyorsun. Tam boğazının ortasında okkalı bir düğüm. Yutkunamıyor, nefes alamıyorsun. Ölemiyorsun da. Aslında ölmeden ölüyorsun ama cismen ölemiyorsun… Dayanamayacağını hissettiğin an “Kalbimi imanla doldur Allahım!” duası dökülüyor dilinden. Tekrar teslimiyet ve tevekküle sarılıyorsun. Oğlunun bu dünyadan en şerefli şekilde terhis etmesi senin ikinci mucizen. Yavrun doğduğu gün sevinçten akan gözyaşların şimdi yavrun Peygamber (s.a.v) komşusu oldu diye akıyor. Acıtan ama çok başka bir sevinçle.

Şehit anası tacın başında parlamaktadır şimdi. Bugünün onun doğduğu gün kadar kutlu olduğunu biliyorsun. Ah ayakları öpülesi anne. Yüreğinde kaynayan o ateşi Rabbim soğutur, zemzeme çevirir, kevsere döndürür. Daha senin gibi olan nice annelere deva olsun diye. Anlar ki anne, yalnız değildir. Dert varsa derdi veren de vardır. Hayat güzelse, ölüm de güzeldir. Ebedî ayrılık yok. En sevgiliyle birlikte olmak için dünya hayatından bir terhistir ölüm. Cennet salonlarında kavuşmaya gün sayma vaktidir şimdi. Annenin gözyaşları, içine akmaktadır sessiz bir şekilde. Ona rahmet nazarıyla bakan Rabbinin farkında olarak, inanç, sabır ve teslimiyeti tüm zerrelerine yaymıştır. Bu sahneye melekler bile hayrettedir şimdi. Bu anı da unutma anne. Senin ilk buluşmanda onu bağrına bastığın gibi, bu kez o seni cennet yamaçlarında karşılayacak, kucaklayacak, bağrına basacak.

O günün ümidi ile, sevinci ile dolu bir kalbe hangi keder dokunabilir ki artık? Şimdi haykırabildiğin kadar haykır: “Vatan sağ olsun! Bayrak sağ olsun! Bir değil, bin canımız feda olsun! Bir oğlum değil, neyim varsa sana canı gönülden helal olsun!..”

Kategoriler: Deneme

2 yorum

Eylül Alparslan · Kasım 18, 2021 10:06 am tarihinde

Yüreğinize kaleminize gözlerinize sağlık..
Bu kadar güzel ve bir okadar hüzünle yazılmış yazı.. Allah razı olsun sizden. Annelerin sesi olduğunuz için.

Tubanur Yılmaz · Aralık 1, 2021 5:18 pm tarihinde

Yaaaa çok duygulandım…
Cennet yamaçlarında buluşmak ümidiyle beklemek, sabretmek….
Hele o taç takılan anneler sizin o kalpleriniz den öperim 🌹🌹🌹

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir