Zeynep Belmen
Platon Devlet adlı eserinde Lidya kralı Gyges’in tahta çıkışını bir öyküyle anlatır. Hikâyeye göre Gyges, Lidya kralının hizmetinde bir çobandır. Günün birinde bir kasırga veya deprem yüzünden yer çatlamış, hayvanların otladığı yerde derin bir yarık açılmıştır. Bu yarığın içine inen çoban, orada içi oyuk, üstü delik deşik, tunçtan bir at heykeli bulur. Eğilip heykelin içine baktığında orada insan boyundan büyük, parmağında altın bir yüzük olan bir ölü görür. Bu yüzüğü alıp yukarı çıkar. Çobanlar ay sonunda krala hesap vermek için toplandığı zaman, Gyges toplantıya bulduğu bu yüzükle gelir. Otururken yüzüğün taşını farkına varmadan avucunun içinde çevirir. Bunu yapar yapmaz da görünmez olur. Herkes şaşakalmıştır. Yüzükle oynarken taşı çevirince yine görünür olur. Böylece Gyges, yüzüğün tılsımını denemiş, bakmış ki yüzüğün taşını içeri çevirince görünmez oluyor, düzeltince görünüyor. Bunun üzerine görünmez olarak saraya girer, sarayda kraliçeyi baştan çıkartıp onun yardımıyla kralı öldürür ve yerine geçer.
Böyle bir yüzüğe sahip olsak ahlaklı olmaya devam eder miydik?
Bir an için böyle bir şeyin gerçek olduğunu ve yüzüğün sahibinin biz olduğumuzu düşünelim. Ceza, hapis, ayıplanma ve kimsenin kınamasından korkmadan her istediğimizi her an yapabileceğimizi düşünelim. Yine de ahlaklı olmaya devam eder miydik?
Bu bağlamda aslında ahlaklılığın iki önemli görünümü ortaya çıkar: İç ahlak ve dış ahlak. İç ahlak, Nurettin Topçu’nun ifadesiyle bireyin vicdanındaki iyilik duygusu ve ahlaklılığa olan inancı anlatır. Ahlaklılığın iç görünüşü, yalnızca ahlaki davranışı ortaya koyan kişinin kendisince bilinir. Onun kendi içinde taşıdığı niyet de ahlakın iç görünüşünü ilgilendirir. Dış görünüşü ise, toplum tarafından benimsenmiş olan ahlak kurallarına uygun davranmayı gerektirir.
Toplum içerisinde iradesini kullanmaksızın kurallar, cezalar, yaptırımlar var korkusuyla, mecbur kalarak “sözde iyi, sözde dürüst” olmak hakiki ahlaki davranış değildir. Bireyin “Toplum ne der?” mantığıyla hareket etmesi ama iç aleminde bu hareketi kabullenmemesi kişinin bedenini ve ruhunu yormaktan başka bir işe yaramaz. Ayrıca psikologlara göre, kişilik bozukluklarının da en önemli sebebidir. Bir oyun oynayacağız fakat bize oynamak istemediğimiz bir oyunu zorla oynatıyorlar. Ne kadar zevk alınır ki bu oyundan? İşte ahlak da böyledir. Yasalar olduğu için ahlaklı davranıyormuş gibi yapmak insana bir şey katmadığı gibi ruhu da doyurmaz. Nitekim ahlaklı olmayı köle gibi başkalarının bakış açısına bırakarak değil efendi gibi kendi ruhumuza dönerek yaşamalıyız. Hayatı kendi iç dünyamızda kabullenmeden diğerleri için ve onların belirlediklerine göre yaşamak, farkına varmadan diğerlerine karşı köle olmayı kabullendiğimizi gösterir.
Burada “Nasıl ve niçin ahlaklı olmalıyım?” sorusu ortaya çıkar. Bu soru kişinin hayatında belirli ilkeler edinmesi ve bilinçli olması ile cevaplanabilir. Ayrıca bireylerin yaşamında öncelikli olması gereken ruhların, kalplerin eğitimidir. Bu sayede birey ahlakı önce yaşar daha sonra onun hakkında kuralları-öğretileri öğrenerek kendi bünyesinde ya da çevresinde psikolojik ve sosyolojik problemlerle karşılaşmaz.
Dolayısıyla çevremizdeki insanları yargılama ve kınama yapmayı bırakarak kendimize dönelim ve ne kadar ahlaklı olduğumuzu görmek için soralım:
Gyges gibi bir yüzüğe muhtaç mıyız? Yoksa vicdanımızdaki iyilik duygusuyla mı hareket ediyoruz? Kendi hayatımızın efendisi miyiz? Yoksa başkalarının kölesi miyiz? (Kimlerin kölesiyiz?)
1 yorum
Yavuz ENGÜR · Temmuz 18, 2021 12:37 am tarihinde
Kelamı güzel kılan düşünce idi ise eğer, düşünen bir zihin ile satırlara dökülmüş muazzam bir dil👏🏻bir yazı dili😊😊😊Bir sonraki yazıyı merak ile bekliyorum 👏🏻👏🏻👏🏻