Hazal Keser

Biri size kim olduğunuzu sorduğunda ya da “ben kimim?” diye düşündüğünüzde aklınıza ilk gelen nedir? Adınız, yaşınız, cinsiyetiniz ya da memleketiniz? Mesleğiniz ya da toplumsal statünüz? Benliğimizin sosyal hayatta kendine yer bulması ve çeşitli toplumsal rollere bürünmesi bu öğelere bağlıdır diyebiliriz. Başka bir deyişle sosyal dünyada yer almak, temelde kendimizi bilmeye, başkalarının bizi bilmesine ve kabul etmesine dayanır. Peki bu durum benliğimizi tanımlamamız konusunda bizi ne derece ve nasıl etkiliyor?

Ayna Benlik kavramıyla tanıdığımız sosyolog Charles Cooley’e göre benlik tanımımız büyük ölçüde diğer insanların hakkımızda ne düşündüğünü düşündüğümüzle alakalı. Bakınız, başka insanların ne düşündüğü değil. Başka insanların ne düşündüğünü düşündüğümüzle alakalı. Yani bu aslında doğru ya da yanlış yine bizim insanları nasıl anladığımıza ya da anlamak istediğimize bağlı. Şöyle bir örnek verelim; öğretmenimiz hazırladığımız ödevi asla beğenmiyor, sürekli düzeltmeler yapmamızı istiyor. Tekrar götürüyoruz yine beğenmiyor. Olmamış, yetersiz diyor. Öğretmenin bu tavrına karşılık kendimizle ilgili düşünebileceğimiz birçok ihtimal var. Kendimizi eksik, yetersiz görebiliriz. Kapasitemizden şüphe edebiliriz. Özgüvenimizde bir düşüş olabilir. Hatta yapamayacağımızı düşünerek pes edebiliriz. İkinci bir ihtimal olarak; öğretmenimiz bizim kapasitemizin çok daha yüksek olduğunu, çok daha iyisini yapabileceğimizi düşündüğü için sunduğumuz ödevi beğenmiyor olabilir. Bunu bilir ve buna ikna olursak düşüncelerimiz çok daha farklı bir yönde seyreder. Belki daha büyük bir azim ve hırsla o ödeve asılır, çok daha iyisini yapabileceğimize inanırız. Kendimizi çok daha rahat motive edebiliriz. Hele de bu öğretmen, fikirlerine gerçekten değer verdiğimiz ve ne düşündüğünü önemsediğimiz biriyse, farkında olarak ya da olmayarak kendimizi onun aynasından görüyorsak çok daha ciddi bir boyut kazanabilir bu durum. Aynı şey anne-baba, kardeşler, arkadaşlar ya da patronumuz için de geçerli olabilir. Cooley’e göre bir şekilde etkileşimde olduğumuz istisnasız herkes bizi bu konuda etkiliyor. Bazen farkında oluyoruz, hatta buna bizzat müsade ediyoruz. Bazen de farketmiyoruz.

Bu kurama göre diğer insanlar olmadığı sürece kendimizi göremiyor ve tanımlayamıyoruz. Nasıl ki fiziksel olarak kendimizi görmek için aynaya muhtaçsak, benliğimizin aynası da diğer insanlar. Onların gözünden nasıl görünüyoruz, hakkımızda ne düşünüyorlar ve ne hissediyorlar? Bu sorular ve cevapları bizi benliğimize yönlendiriyor. Bu durumda devreye şöyle bir soru giriyor; insanlar bizi neye göre değerlendiriyor? Kimlerin hangi konuda ne düşündüğü ne derece önemli? İşte bu çok önemli ve takibini çok dikkatli yapmamız gereken bir nokta. Zira matematik öğretmenimizin hitabet yeteneğimiz hakkında düşündükleri ya da söyledikleri bizi yönlendirmemeli. Ya da Türkçe öğretmenimizin müzik yeteneğimiz hakkındaki görüşü önemli olmamalı. Hayatımızın her noktasında bunun ayrımını yapabilmeli ve kendinizi bu bilinçle yönlendirmeliyiz.

Şimdi bu söylediklerimizin ışığında şöyle bir düşünelim. Etkileşim halinde olduğumuz insanlar bize neyin nazarında bakıyor ve nasıl bir ayna tutuyor? Ya da biz insanlara ne bazda bir ayna tutuyoruz? Karşılaştığımız ve gösterdiğimiz tutumla olması gereken uyuşuyor mu?

Keskin bir viraj alalım ve müslüman bireyler olarak bu olaya bir de şu pencereden bakalım. Müslüman olsun ya da olmasın insanın fıtratında sorgulamak vardır. Gözleri ve kulakları dış dünyaya tamamen kapalı vaziyette zindana atılmış bir esir gözleri kulakları açıldığı anda aklına gelecek ilk 3 soru şöyle olur:
-Ben neredeyim?
-Beni buraya kim getirdi?
-Neden buradayım?
Dünyaya gelen bir insanın da merak edip soracakları bunlardır. İnsan bu soruları sorar. Çünkü fıtratında yaratıcısını ve hayattaki gayesini aramak vardır. Allah’ın insana vermiş olduğu müthiş bir fıtrattır bu. Sorgulamak ve merak etmek sonu ikiye ayrılan bir yoldur. Birincisi İman/Hak. İkincisi inkâr/Bâtıl. Hangi yola girildiği ya da girileceği Allahu Alem. Fakat her şekilde insana yaratıcısını ve hayat gayesini aramak ve bulmak için bir yetenek verilmiş. Üstüne bir de açıklamış aslında: “Ben cinleri ve insanları ancak beni tanıyıp bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat/56)

Yaratıcımızın Yüce Allah olduğu ve yaratılış gayemizin Rabbimizi bilmek, tanımak ve kul olmak olduğu bu derece net olarak açıkken ve bizler müslümanlar olarak buna iman etmişken, bize tutulan ve bizim başkalarına tuttuğumuz aynanın ölçüsünün ne olacağı da gayet açıktır. Her yerde, her alanda olması gereken ölçü Kur’an ve sünnet ise, ayna benlik kuramına bakışımızdaki ölçü de bu olmalıdır. İnsanlar beni Rabbimin aynasıyla değerlendiriyorsa ben o aynayı dikkate almalıyım. İnsanlara da kendime de Rabbimin aynasıyla bakmalı ve değerlendirmeliyim. Ölçümüz daima bu olduğu sürece ayna benliğin acımasız bir yönünden de kurtulmuş oluyoruz aslında. İnsanlar ya da düşünceleri değil, Kur’an ve sünnet oluyor aynamız.

Kulluğumuz ne kadarsa varlığımız o kadar. Kulluğumuz ne kadarsa benliğimiz o kadar.

Kategoriler: Deneme

2 yorum

Bir dost · Haziran 18, 2021 6:19 pm tarihinde

Çok güzeldi, bi daha olsun.

Sevil · Mayıs 26, 2022 8:05 am tarihinde

Tebrik ederim Hazal kardeşim anlaşılır ve akıcı bir deneme olmuş,yolun açık olsun…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir