Muhsine Sevra Kaçalin
Evler vardır, dışarıdan bakınca rengarenk, içi grinin en soğuk tonu. Evler vardır, sokağın kirini pasını ruhundan alır insanın.
Ev… İki harf, tek hece. Ev deyince insanın aklına gelen ilk şey bir kapısı olan, çatısı, bacası olan, içinde yemek pişen, dört duvarı olan bir mekan olmasıdır. Akşam hava kararınca başını sokacağın bir dam, sabah çıkarken dönecek yerinin olduğunu bildiğin bir kapıdır ev. Oysa onu bizim için özel kılan ne dört duvarı olmasıdır ne de çatısının varlığı; ne içine girilen kapıdır ne de içinde pişen yemek. Bunlar da bir noktada önemlidir elbette. Fakat evi ev yapan hiçbir zaman bir çatı, bir kapı olmamıştır. Evi ev yapan, bizim için özel kılan içinde yaşananlardır. İşte bu sebeple her ev özeldir. Her evin kendine özgü ritüelleri, kendine özgü kuralları, kendine özgü bir yaşayış tarzı vardır. Kimi kalabalıktır, kimi tenha; kimi gürültülüdür, kimi sessiz. Ama her hâlükârda kendine özgüdür.
Ev… Kimine göre sığınılacak en güvenli liman, kimine göre tehlike çanları çalan bir alan. Bazen bir liman, bir sığınak, bazen hüzün duvarları. Bazen koşar adım gider insan evine, bazen geri geri gider ayakları. Yaşanmışlıklar bir evi ev yapar. İçinde ne yaşarsan odur ev.
Yeryüzündeki insan sayısınca ev tanımı yapılabilir. Bir ailede ne kadar insan varsa o kadar da ev vardır. Herkesin evi başkadır, herkesin yaşananlardan anladığı farklı olduğu gibi. Ev, aynı evde yaşayan insanlara bile farklı şeyler ifade edebilir. Aynı evin içinde mutlu insanlarla mutsuz insanlar birlikte yaşayabilir. Ev insanın şifası da olabilir zehri de. Sefası da olabilir cefası da.
Evsizlik de bazılarının evidir. Yerinin yurdunun olmaması bazen her yeri evi yapar insanın, bazense hiçbir yer onun evi değildir. Başının üstünde bir dam olmasa da bütün göğü dam beller başına. Bedenini ısıtacak bir sobası yoksa da güneşi alır kucaklar benliğiyle. Bir tabak sıcak yemek yoksa da önünde, hayal dünyasında en şahane sofralar onundur. Kiminin burun büktüğü ev, kiminin hayalidir.
Evler vardır dedik; evler vardır, herkesin görüp özendiği ama hiç kimsenin içini bilmediği… Derdini de tasasını da içine gömmüş evler. İçinde pek çok ölünün yaşadığı, nefes alıp verdiği evler. Fakat yine evler vardır, içine giren ölüyü bile dirilten.
Her evin bir rengi vardır, bir kokusu, bir dokusu. İçine gireni içine çektiği bir izi vardır. İçinde mutlu günler yaşanan evler rengarenktir, mis kokar. Eve giren kendi benliğini de bu evin dokusuna karıştırır, üstüne bu evin kokusu sinsin ister. Fakat yine evler vardır, karanlıktır bu evlerin ruhu, rutubet kokar. Evin fiziksel konumuyla veya ışığı ne derece aldığıyla alakalı değildir bu. En üst katlardaki en parlak dairelerdir bazen bu karanlık evler. Burada yine yaşanmışlıklar çıkar karşımıza. İçinde hüzün barınan evler karanlıktır, ruhunu emer insanın, mutluluğunu sömürür. Yaşam enerjisi bırakmaz adeta. İşte böyle evler insanın ayağını geri geri götürür. Bir adım daha atmak istemez insan.
Ev bir yere gitmez. İnsanlar ona gider yahut ondan gider. Ama ev bir yerde durmaz da. O her gidenle gider ve her gelenle gelir. Bir evi terk eden, kendini terk etmedikçe o evi de bavulunda taşır. Huzuru arayan, kendini huzurlu kılmadıkça aradığına uzaktır. Mutluluk uman, kendini mutlu etmedikçe mutsuzdur. Evlerin bir anlamı vardır ama o eve o anlamı katan insandır. İnsan kendinin evi olmadıkça kimse ona ev olamayacaktır.
2 yorum
Gül Muş Tekin · Mart 15, 2021 8:33 pm tarihinde
Tebrikler canim oldukça açıklayıcı buldum
Kalemtıraş Ekibi · Mart 15, 2021 9:45 pm tarihinde
Güzel yorumunuz için teşekkür ederiz 🍀