Elif Mert

Bir duvar saati düşünün. Günde kaç kere yanından geçip gidiyorsunuz yahut kaç kere bakıyorsunuz ona? Aynı saatin size vefat etmiş bir dostunuzdan hediye edildiğini düşünün şimdi. Peki; şimdi kaç kere bakıyorsunuz, kaç kere geçip gidiyorsunuz yanından?

Nesneler, hayatımızın yadsınamaz bir parçası. Güne başlarken kalktığımız yatak, havaya baktığımız pencere, kapattığımız alarm, oturduğumuz sandalye gibi. Şuan değersiz gözüyle baktığınız bir şey yıllar sonra “sizden kalanlar”ın kıymetli bir parçası oluveriyor. Her gün kullandığınız bir bardak gibi. Birini çok seversiniz mesela. Yeni bir bardak almışsınızdır evinize. O kişi misafir geldiğinde o bardağı o kullansın istersiniz, hep ona verirsiniz. Bir zaman sonra onu kaybettiğiniz haberini aldığınızda o bardak onunla bütünleşir. Alır okşarsınız. Sevdiğiniz kişiye çay içerken verdiğiniz o bardağın yanında kendi kullandığınız bardakla da bütünleşirsiniz, o da sizden bir parçadır artık. Kendi bardağınızı alıp odaya götürürken yalnız kalmasın diye onun bardağını da odaya götürürsünüz. Nesnelerin hafızası yoktur, insan hafızasında yer etmede klasiklerdir ancak. Bununla birlikte nesneyle ortak bir ânı paylaştığınızı fark edersiniz: okuduğunuz kitapla, yemek yediğiniz kaşıkla, sildiğiniz dolapla… Gün içinde ne kadar anı paylaşmışsınızdır her biriyle. Bir de ayağınızı ekleyin buna. Her yeni adımda bir ayakkabıyla kaç hatırayı paylaşıyorsunuz? “Bakışlarınız duvar gibi” derken duvarla geçmişte yaşadığınız bir olayı anlattığınızın farkında mısınız? Daha önce duvara bakarken yahut odada kendinizle yüzleşirken duvarla bir vakti paylaşıyordunuz çünkü. Yalnız duvar da değil tabii, onlardan biri sadece.

Seneler geçiyor, siz gidiyorsunuz, nesneler kalıyor: Bir kalem, bir çiçek, eski para… Onlara baktığınızda gözlerini görüyorsunuz sevdiğinizin: Gülen yüzünü, kahkahalarını, acılarını, hayallerini, sırlarını… Ondan size kalan çok daha fazlasını yani. Bir zaman sonra idrak ediyorsunuz, aslında size en çok ondan “gülmek” kaldığını. Gülüşlerini sayfalarca not ediyorsunuz, her seferinde başka kelimeler ve başka detaylarla. 

Çoğalıp gidiyor yazmak işte. Hâl böyleyken diyorsun; bizim edebiyatta bir “taç beyit” vardı, beyitin tacını kim çıkarttı?

Kategoriler: Deneme

1 yorum

Çağla · Ocak 30, 2024 9:10 pm tarihinde

Nesneler,eşyalar onlara yüklenen anlam ile var olurlar. Bir yüzüğü sevmek veya nefret etmek içimizde uyandırdığı duyguyla alakalıdır. Ne güzel ifade etmişsiniz bunun gibi düşünceleri. Kaleminize sağlık.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir