Hüdabin
“Sensiz geçen bir gün daha sevdiğim. Farkındayım yarın da sensiz geçecek. Ondan sonraki gün de ve kim bilir daha kaç günü sensiz tamamlayacağım. Sabahları balkona çıkıp güneşi selamlarken, derin nefeslerle sabah yelinin eşsiz kokusunu içime çekerken, çayı demleyip sofrayı hazırlarken yine olmayacaksın. Tereyağı sürdüğüm ekmeğin yarısını alıp yiyemeyeceksin mesela. Kahvaltının sonunda önümde bir yığın halini almış zeytin çekirdeklerini bulamayacağım. Çok istesem de uzun zamandır bir türlü demlemeye kıyamadığım tarçın çayının kokusuyla dolmayacak mutfak. Özenle kuruttuğun reyhanlar hâlâ sakladığın yerde. Onlar da ben gibi seni bekliyor olmalı kim bilir? Sadece onlar değil bekleyen… Mesela şu an tam karşımda duran sardunyaların. Nasıl da boynu bükükler. Onlara bakınca acaba ben de mi böyle boynu bükük ve mahzun duruyorum diye düşünmeden duramıyorum. Aynadaki suretimi, duruşumu görüyorum onlarda. Sen olmayalı beri evdeki her şeyle beraber boynu bükük kaldık. Seni öyle çok özledik ki… Ama en çok ben özledim. Bıraktığın yerde delicesine bir özlemle seni bekliyoruz işte. Benim gibi ara ara senden yana umutlarını kesiyorlar mı acaba? İnanmak istiyorum aslında. Hem de canı gönülden. Ama olmuyor biliyor musun? Yapamıyorum. Çoğu kez yitiriyorum işte umudumu. Bazen hiç gelmeyecekmişsin gibi geliyor bana. Tıpkı şu aralar olduğu gibi. O kadar umutsuzum ki… Belki de yoruldum umut etmekten bilmiyorum. Çünkü ne zaman umuda sarılsam senden yana, sonu sadece büyük bir hayal kırıklığı. Doktorların her defasında denedikleri tedavilerin işe yarayacağına ve senin uyanacağına o kadar çok inanıyorum ki… Bir umut yolculuğuna çıkıveriyorum işte ve günler süren tedavi. Sancılı ve çok mu çok zor bir süreç. Akrep ile yelkovan yüreğimi döve döve, hatta kanata kanata birbirini kovalıyor adeta. Her adımda yüreğimi dağlıyorlar. Her yanım kan revan… Saniyeler ilerledikçe kan kaybediyorum sanki. Gücüm kırılıyor yavaş yavaş. Direniyorum. Umudu elden bırakma, diye sesleniyorum kalbime. Omuzlarımın öne düşmemesi için büyük bir mücadele veriyorum. Güya dik duruyorum. Ama ne zaman ki bedeninin tedaviye cevap vermediğini söylüyorlar işte o zaman elimde olmadan yitiriyorum ben beni. Dizimde derman kalmıyor yürümek için… Gönül semamda umut kuşlarını işte böyle kaybediyorum… Hiç biri yok gibi şu aralar. Bir köşeye mi çekildiler hiç bilmiyorum.
Sanırım onlar da yoruldu ben gibi. Evet! Yoruldum umut etmekten, beklemekten ve her defasında hayalkırıklığı yaşamaktan. Biliyorum hiç gelmeyeceksin. Bunu söylerken gerçekten bundan emin miyim, diye yokluyorum kalbimi. Ama o kadar tepkisiz ki kalbim. O kadar suspus ki… Anlayamıyorum ne hissettiğimi. Sanırım hiçbir zaman okuyamayacaksın bu satırlarımı. Madem ki böyle düşünüyorum öyleyse neden yazıyorum ki sana? Neden bu satırlarda senle konuşuyor, sohbet ediyorum? Belki de hâlâ yitirmedim tüm umutlarımı. Bilmiyorum. Şayet öyle olmasaydı yazmazdım. Zira bu satırların başına büyük bir umutla ve canı gönülden inanarak oturmuştum ve karşımda sen varmışsın gibi yazmaya başlamıştım ilk gün. Bir gün uyandığında sen oku ve bir saniyem bile sensiz geçmedi bil diye… Şu an hâlâ yazıyorsam her gün bu satırların başına oturuyorsam umudumu tamamen yitirmedim demektir. Ah sevdiğim! Öyle özledim ki sesini. Gerçi mesaj kutumdaki ses kayıtların hâlâ duruyor. Telefonun başına bir şey gelir de kaybolur korkusuyla geçen gün flaşıma kaydettim hepsini. Sesini ve tatlı gülüşünü unutacağım diye ödüm kopuyor. Koskoca bir yıl oldu sevdiğim gözlerimin içine bakıp tatlı bir gülüşle konuşmayalı. Öylece uyuyorsun bir hastane köşesinde her şeyden habersiz. Ama en çok benden habersiz. Merak etme olur mu? İyi olmaya çalışıyorum. Gerçi uyandığında beni iyi bul diye başlarda çok iyi bakıyordum kendime. Ama uzun zamandır kendime iyi bakmadığımı itiraf ediyorum. Biliyorum kızacaksın bundan dolayı. Ama elimde değil. O kadar çok sensizim ki! Ve o kadar çok eksiğim ki! Tamamlayanımsın ya benim. Sen olmayınca eksik kalıyorum işte. Yarım kaldım sevdiğim. Sen olmayalı beri eksildi tüm yanım. Direndim, inan ki! Ama olmuyor işte sevdiğim. Dirensem de iyi olmak için olmuyor. Sen olmayınca her şey eksik, her şey yarım.
Satırlarıma burada ara vermem gerekiyor. Zoraki de olsa kahvaltımı yapmaya gidiyorum. Bugün hava biraz serin. Ellerinle ördüğün hırkayı geçireceğim üstüme ve sana geleceğim.”
Kalemi öylece bırakıp derin bir nefes alıyorum. Her sabah masama geçip yüreğimde biriktirdiklerimi emanet ettiğim satırların başından kalkıyorum. Yüreğimde tarifi imkansız bir sızı… Canım acıyor. Hem de çok. Güçlükle mutfağa yöneliyorum. Satırlarda eşime dediğim gibi yapıyor ve yarım yamalak da olsa kahvaltımı yapıyorum. Ardından bana özenle ördüğü hırkayı geçiriyorum üzerime. Hırkayı giyince yüreğim fırtına sonrası sakinleşen deniz misali duruluveriyor. Onun elleri değmiş gibi bana. Varlığını daha çok hissediyorum o an. Havalar hep serin olsa da giysem diye dualara duruyor kalbim farkında olmadan. Ah sevdiğim! Öyle çok özledim ki onu. Burnumda daha çok tütüyor şimdi. Neyseki birazdan onun yanına gidecek ve uyuyan çehresini seyre dalacağım. Elini sımsıkı tutup öpeceğim. Cemal Süreya’dan çok sevdiği şiiri yine okuyacağım ona. Az sonra hastanedeyim. Yoğun bakım ünitesine doğru yürüyorum. Her gün buraya uğradığım için artık neredeyse tüm görevlileri, hemşireleri tanıyorum. Tabi onlar da beni. Çoğu acıyarak bakıyor bana, hissediyorum. Selam vere vere yoğun bakım ünitesine geliyorum. Hazırlanınca içeri alıyorlar beni. İşte orada öylece uyuyor iki gözümün çiçeği. Bir insan uyurken de bu kadar güzel olur mu? Oluyormuş meğer. Öyle uzaktan bakınca sanki birazdan uyanacak da gözlerini açacakmış gibi. Kim derdi ki bir gün onu uzun uzun seyredeceğim böyle uykuda. Ah! Gözlerini açıverse, gülümsese bana yeniden. O billur sesi, tatlı gülüşü kulağıma çalınsa. Bir gün gelecek de buna can atacağımı hiç düşünmemiştim. İşte böyleyiz. Hayatı ebedi sanıyoruz. Burada kalıcı addediyoruz kendimizi. Sevdiklerimiz hep yanımızda, yamacımızda olacak zannediyoruz. Bir gün onları yitireceğimizi tahayyül edemiyoruz. Oysa ne biz kalıcıyız burada ne sevdiklerimiz. Bunun farkında olup öyle yaşamalıydık hayatı. Aldanıyoruz. Hem de öyle böyle değil. Onunla dolu dolu geçirmediğim saatlere dakikalara hayıflanıyorum. Hep bir telaş hep hummalı bir çalışma hâli… İhmal ediyordum çoğu zaman onu. Hem de çok ihmal ediyordum. Şimdi yanındayım ama nafile. O derin bir uykuda. Uyanıp uyanmayacağı ise meçhul. Her gün sözler veriyorum kendime. O uyansın hele bir asla ihmal etmeyeceğim onu. Beraber bol bol vakit geçireceğiz. Yürüyüşlere çıkacağız. Ama en çok onunla sohbet edeceğim. Satırlarda onunla konuşurken fark ediyorum ona anlatmadığım kendimle ilgili ne çok şeyin var olduğunu. Hayatın gürültüsü içinde meğer ne çok kaybolmuş ve ne çok şeyi elimden kaçırmışım. Derin bir nefes alıp veriyorum düşündüklerim karşısında. Kendime gelmeye çalışıp usulca ona yaklaşıyorum. Elimi ipeksi saçlarına götürmeye yelteniyorum. Fakat hemen geri çekiyorum. Onu incitmekten, canını acıtmaktan ölesiye korkuyorum. Sandalyeye oturup bir çiçek gibi günden güne sararıp solan, kurumaya yüz tutan çehresini izliyorum bir müddet. Kendimi toplayıp kulağına eğiliyorum ve sevdiği şiiri okuyorum. Gözlerimin dolmasına, sesimin titremesine mani olamıyorum. Şiirin sonunda boğazımda bir şeyler düğümleniyor istemsiz. Hıçkırıklara gömülüyorum. Hızla elimle ağzımı kapatıyor sesimin çıkmasını engelliyorum. Hıçkırıklarımı birer birer kalbime gömüyor ve sessizce ağlıyorum bir müddet. Yüreğim sıkışıyor. Canım acıyor. Hem de çok. Az sonra hemşire geliyor. Kolundaki saati işaret edip zamanımın dolduğunu haber veriyor. Çıkmadan ellerini tutup bir öpücük konduruyorum. Yumuşacık eli, pamuk gibi. Kulağına eğilip “Yarın yine geleceğim sevdiğim.” diyorum ve ilave ediyorum, “Seni çok seviyorum iki gözümün çiçeği. Hem de çok…” Usulca yanından uzaklaşıyorum. Gitmek istemiyor ayaklarım. Orada kalmak istiyor. Hemşire işaret ediyor çıkmam gerektiğini. Kapıya yöneliyorum çıkmak için. Lâkin ayaklarım geri geri dönüyor. Gidemiyorum. Koşup ona sarılıyorum. Az önce onu incitmekten canını acıtmaktan ölesiye korkan ben şimdi o cılız kalmış bedenine sımsıkı sarılmış bırakmak istemiyorum. Bıraksam sanki kuş misali uçup gidecekmiş gibi geliyor. Bir daha ona sarılıp öpemeyecekmişim gibi geliyor. Hemşire arkamdan sesleniyor.
“Deniz Bey! Lütfen. Çıkmanız gerekiyor.” Kendimi toplamaya çalışıyorum. Diğer yarımı odada derin uykusunda bırakıp çıkıyorum. Kalbim hiç olmadığı kadar sızlıyor. Bugün kalbim bir başka sızlıyor. Acıyarak bakan bakışların arasından yoğun bakım ünitesinden ayrılıyorum. Asansöre binip aşağıya iniyorum. Hastane otoparkındaki arabama biniyorum. Arabayı çalıştırırken telefonum çalıyor. Kalbim hızlı hızlı atmaya başlıyor. Nerede atıyor bilmiyorum. Hemen telefonu cebimden çıkarıp bakıyorum. Arayan kişiyi fark edince soluksuz açıyorum telefonu. “Buyurun doktor bey!” Güçlükle konuşuyor. “Deniz Bey!.. Acilen buraya gelmeniz gerekiyor…” diyor ve susuyor. Susması iyiye işaret değil, biliyorum. Ama kıyıda köşede gizlenmiş tüm umut kuşlarına haykırıyorum sessizce. Onlara tutunmak, kanatlarına sığınmak istiyorum. Kötü olanı düşünmemek için zihnimle büyük bir kavga içindeyim şimdi. Arabadan atlayıp hızla az önce geçtiğim tüm yollardan yoğun bakım ünitesine geliyorum. Koşuyorum. Kalbimin yamaçlarını dev dalgalar vurup duruyor. Hissediyorum acıyı ta en derinden. Şimdi yoğun bakım ünitesindeyim. Beni görenler birer birer üzüntünün rengiyle boyanmış gözlerini benden çevirip başını öne eğiyor. Doktor kapının önünde beni beklemede. O da üzgün. Bacaklarımın dermanı kesildi kesilecek. Son bir gayretle doktorun yanına varıyorum. Dudaklarının arasından çıkacakları duymak istiyor muyum, hazır mıyım bilmiyorum! Sus pus dilim ve dahi kalbim. Zaman bile susmuş sanki. Her şey herkes susmuş, gözlerim doktorda. Elini omuzuma koyuyor bir baba şefkatiyle.
“Üzgünüm Deniz Bey!” diyor yutkunarak ve ekliyor. “Başınız sağolsun.” duyduklarımla oracığa çömeliyorum. Dizlerimde son kalan gücü de yitiriyorum. Sadece gücümü değil çok şeyi yitiriyorum o an…
1 yorum
Ayşe · Ocak 19, 2024 7:40 pm tarihinde
Bu yazıyı okurken eşimin vefatını yaşadım yeniden p kadar duyguyla yazılmış ki tekrardan o günleri yaşadım ellerine kalemine sağlık @Hudabin