Hüdâbin
Elinde tuttuğu kenarları yaldızlı çerçevede takılı kalmıştı bakışları. Hüznün her tonunu kucaklamış olan bir gülümseme gelip konmuştu dudaklarının üstüne. Narin parmaklarını usulca camında gezdirip uzun uzun dostunun zümrüt yeşili gözlerine baktı. Özlemler aktı yüreğinden damla damla. Nasıl da özlemişti onu! Şimdi yamacında olsaydı da birbirlerinden uzak geçirdikleri yıllar içinde neler yaptıklarını anlatsalardı. Kim bilir şimdi neredeydi? Yaşıyor muydu, onu da bilmiyordu. Hayat işte… Her zaman beraber yan yana olamıyordu insan. Gün gelince bedenler uzak düşüyordu birbirinden. Araya yollar, mekanlar girmeyiversin bir anda dünyanın öbür ucunda bulabiliyordunuz kendinizi. Zaman içinde hayat şartları onları da ayırmıştı işte. Birbirlerini kaybetmişlerdi. Yapayalnız kaldığı ömrünün şu demlerinde tek sarıldığı şey anılardı. Şu son bir haftadır en çok onu sarıp sarmalayan dost özlemiydi. Teselliyi şu göğsüne bastırdığı çerçevede buluyordu. Birlikte çekindikleri tek kare fotoğrafta… Arkasına yaslandı. Derin bir nefes alıp verdi. Ardından karşısında oturduğu camdan gökyüzüne baktı. Güneşle yeni buluşan ve mavinin ışıltılı goncalarıyla bezenmiş gökyüzünü seyre daldı. Gökyüzünde bir grup kuş döne döne uçuyor, kanat dansı yapıyorlardı. Güneş ışıl ışıl gülümseyerek onları izliyordu. Kuşlar bunun farkında olacaklar ki sevinçle birbirlerinin etrafında daha fazla dönüyor, dans gösterilerini sunmaya devam ediyorlardı. Bir müddet onları izledi. Kanat dansları onu yıllar öncesine, dostuyla tanıştığı o ilk günlere götürdü.
Okulun bahçesinden telaşla çıkarken biri ona selam vermişti. Başını çevirip sesin geldiği tarafa bakmıştı. Zümrüt yeşili gözleriyle ona gülümseyerek bakan hemen hemen onun yaşlarında olan bir kadındı. Şaşkınlıkla ona bakmıştı. Bu kadın da kimdi, nereden tanışıyorlardı, diye zihnini yoklamıştı hemen. Hatırlamaya çalışmış fakat çıkaramamıştı. Daha önce karşılaşmadığından emindi. Soracak oldu, durdu. Çünkü önce selama karşılık vermeliydi. Şaşkınlığın gölgelediği bir ses tonuyla ve kekeleyerek cevap verdi. Kadın tebessüm ederek ona bakmaya devam etmişti. “Tanışıyor muyuz?” diye soracaktı ki karşıdan gelen öğretmenin ona seslenmesiyle öğretmene dönmek zorunda kalmıştı. Muhtemelen önemli bir şey söyleyecekti oğlunun öğretmeni. Karşısında gülümseyerek bakan kadın, hayırlı günler dileyerek oradan uzaklaşmıştı. O ise arkasından bakakalmıştı. Birkaç gün sonra faturaları yatırıp eve dönerken görmüştü onu yine. Kadın karşıdaki bankta oturmuş gökyüzünü izliyordu. Hayranlıkla gökyüzüne bakıyor ve gülümsüyordu. İçi içine sığmayan bir çocuk edası vardı sanki. Ya da oradan oraya uçuşan bir kuş edası. Gökyüzüne kanatlanmaya can attığı her halinden belli oluyordu. Adımlarını yavaşlatıp ona garipseyerek bakmıştı. Çocukların evde onu beklediğini anımsayınca adımlarını hızlandırdı ve yoluna devam etti. Kim bilir onun yokluğunda nasıl dağıtmışlardı evi. Akşam yemeği için bir an evvel kollarını sıvaması gerekiyordu. Asılıp kurumaya bırakılacak çamaşırlar vardı daha. Ütülenecek birkaç parça elbise vs. Evin bütün yükü onun omuzundaydı. Eşi şehir dışında çalışıyordu. İki üç ayda bir anca geliyordu. Hayatın ağır yükü altında bitap düştüğü demlerdi. Çok zor geliyordu artık her şeye tek başına koşturmak. Çok yorgun ve bitkindi. Onu bekleyen işleri düşününce derin bir nefes çekti ve daha da hızlandırdı adımlarını. Gökyüzüne huzurla bakan kadını arkasında bıraktı. Herhalde evde yapılacak işleri yok diye düşünmeden de edemedi. Bunları düşüne düşüne evinin yolunu tuttu. Bir yandan da arkasını dönüp ona bakmaktan kendini alamadı. Kadın gökyüzünü hayranlıkla izlemeye devam ediyordu.
Birkaç gün sonra okul yolunda tekrar görmüştü onu. Karşıdan geliyordu. Yanından geçince selam vermişti her zamanki gülen yüzüyle. Kırk yıldır tanıyormuş gibi selam verip halini ve hatırını sormuştu. Dayanamayıp atılmıştı: “Tanışıyor muyuz acaba? Selam veriyorsunuz kaç defadır. Ben sizi tanıyamadım da.” Gülümsemişti bu soru karşısında. “Din kardeşi değil miyiz? Yetmez mi?” diye yanıtlamıştı onu. Bu yanıtı beklemiyordu. Bu yüzden şaşırmış, ne diyeceğini bilememişti. Evet doğru söylüyordu. Din kardeşiydiler. Yetmez miydi selam vermek için? O bunları düşünürken karşısında gülümseyen kadın, vedalaşıp hızla okula girdi.
Ertesi gün okul yolunda gözleri istemsiz o kadını aradı. Ama onu göremedi. Ertesi gün yine göremedi. Tanımadığı bir kadını arıyordu sürekli gözleri. İçten gülümseyişi, selam verişi ve şefkatli ses tonu. İstemsiz bir özlem sardı onu. Acaba başına bir iş mi geldi diye endişe bile etti. Kime sorsaydı onu? Kimse yoktu ki ortak tanıdıkları? İsmini dahi bilmiyordu. Nerede oturduklarını da. Bir hafta boyunca hiç görmedi onu. Tanımadığı birini düşünüp endişe edişine kızdı. Okul yolunda gözlerinin onu arayışına da kızmıştı. Neden bu kadar ilgisini çekmişti ki bu kadın? Aradan birkaç gün geçti. Okulun girişinde onu görünce istemsiz sevindi. Ona doğru geliyordu. Yine her zamanki gibi gülümsüyordu. Oğlunun ellerinden tutmuş onunla konuşa konuşa yürüyordu. Yanından geçerken bakışlarını çevirip ona baktı. Tam kadın ona selam verecekti ki bu defa kendisi atıldı. Ondan önce davrandı ve selam verdi. Kadın gülümseyerek selamını aldı. Çok merak etmişti onu. Nasılsınız, diye sordu. Kadın gülümseyerek; “İyiyim.” Dedi. “Kaç gündür sizi göremedim. Merak ettim.” diyerek atılmıştı. Tüm içtenliğiyle sormuştu bunu. Kadın oğlunun rahatsızlanmış olduğunu, bu yüzden gelmediğini söylemişti. Geçmiş olsun dileklerini iletip ayak üstü biraz konuşmuşlardı. Çocukları okula bırakıp birlikte evlerinin yolunu tutmuşlardı. O günden sonra iki yakın dost oldular.
Gökyüzüne bakıp huzur sokaklarında gezinen bu kadının dostluğu ona çok iyi gelmişti. Zamanla o da kendini bu huzur kervanında bulmuştu. Sohbetleri sırasında anlattıkları, hep iyiyi güzeli konuşması, her şeyin güzel yanını görüp bakışlarını hep oraya çevirişi ve karşısındakinin de o güzel tarafı görmesini sağlaması… O kadar çok güzel yanı vardı ki dostunun. Zamanla kuş gibi hafiflediğini hissetmişti.. Dostunun varlığı omuzlarında taşıdığı yüklerin azalmasına vesile olmuştu. Zorlu geçen bu hayat yolunda çok güzel bir yoldaş edinmişti. Yoldaşın güzelliği yolu da güzel kılıyordu. Yolu aydınlanmış varlığının gayesine ermişti. Gayesine uygun yaşanılan bir hayat… İşte o zaman hayat daha yaşanılır oluyordu. Hayat anlamını kazanmıştı zira.
Az sonra yağan yağmur damlalarının cama coşkulu bir şekilde vuruşuyla anılarından sıyrıldı. Derin bir nefes alıp vererek nemli gözlerini başörtüsünün ucuyla usulca sildi. Gezindiği anıların ılık rüzgarı tüm bedenini sarmıştı. Yüreğinde damla damla yağan hasret yağmurları gönül kıyılarından taşıp göz pınarlarına kadar gelmiş ve narince yanaklarından süzülmüştü işte. Dışarıda bir vuslat gerçekleşiyordu. Toprak ile yağmur uzun zaman sonra ilk defa buluşuyorlardı. Yağmurun coşkulu inişi bundandı. Şen çocuklar gibi oradan oraya zıplıyor ve koşarak toprağın bağrına gömülüyordu. Gerçekleşen vuslata tanıklık etmek, onların buluşmasından doğan o eşsiz kokuyu içine çekmek için sandalyesinden doğruldu ve cama yaklaştı. Camı açmasıyla insanı mest eden eşsiz bir koku içeriye doluştu. Bu vuslatın kokusuydu. Gıpta ederek bu coşkulu buluşmayı izledi. Derin nefeslerle içine çekti kokuyu. Ne kadar güzel bir kokuydu. Bir daha bir daha çekti içine. Gözleri doldu istemsiz. Dostunun hasreti bir kez daha sardı onu. Ne olurdu onlar da böyle birbirine kavuşsalardı? Onların da vuslatı gerçekleşseydi bir gün. Derin bir “Ah!” çekti. Yorulduğunu hissetti. Bu yüzden oturmaya karar verdi. Ama öncesinde avuçlarında biriktirdiği temennileri dostunun kulağına fısıldar gibi fısıldadı: ‘‘Umarım hayattasındır sevgili dostum! Umarım iyisindir ve umarım bir gün yeniden buluruz birbirimizi…”
Bunları söyledikten sonra ağır ağır sandalyesine kuruldu. O sırada evinin kapısı çaldı. “Bu saatte kim olabilir ki?” diye düşündü. Bugün günlerden pazardı. Yardımcısı izinliydi, o olamazdı. Peki kimdi? Merakla kalktı. Elindeki çerçeveyi masaya yerleştirdi özenle. Ardından ağır ağır yürüyerek odadan çıktı ve kapıya doğru geldi. Kapı çalmaya devam ediyordu ısrarla. Kapının koluna götürünce elini sebebini anlamadığı bir heyecan sardı dört bir yanını. Kalbi hızlı hızlı atıyor, göğüs kafesini dövüyordu adeta. Kanatlanıp çıkmak istiyordu sanki yerinden. Kalbinin deli gibi atmasına, hırçın atlar gibi yerinde hareket etmesine bir anlam veremedi. Ne oluyordu ki ona? Derin bir nefes alıp verdi sakinleşmek için ama olmuyordu. Kapıyı bu halde açtı. Kapı açılıp da karşısındakine kavuşunca gözleri kalbi daha da hızlı attı. “Aman Allah’ım!” diyerek bağırdı istemsiz. Hemen tanımıştı onu. Zümrüt yeşili gözleriyle gülümseyen ve yaşanmışlıkların derin izlerini taşıyan o nurlu çehre tam karşısındaydı ve ona bakıyordu. Demek hayattaydı dostu ve unutmamıştı. Gelip onu bulmuştu. Yağmur ve toprak misali, birbirlerinin yollarına hasret gülleri devşiren iki dostun bakışları kavuştu önce birbirlerine. Ardından da bedenleri. Vuslatın eşsiz kokusuyla büyülenmişti ikisi de.
3 yorum
Bülent G. · Ağustos 15, 2022 9:46 pm tarihinde
Tasvirler muhteşem,abartısız ve doğayı doğal olarak ifade eden , hislere ve kalbe dokunan cümlelerle okuyucuyu bir sonraki anlatıma odaklayan,heyecan uyandıran hepsinden daha ötede “Karşılaşılan insanların insan için talih ve lutf u ilahi”olduğunu hayatın içinden anlatan gerçekçi bir öykü tebrik ediyorum saygılarımla
Hudabin · Ağustos 17, 2022 1:54 pm tarihinde
Çok teşekkür ederim efendim değerli yorumlarınız için.
Terapist anne · Ekim 4, 2022 3:41 pm tarihinde
Muazzam olmuş masallah