Elif Mert
Dün gecenin on ikisinde başlayan bir uykusuzluk. Üstüne toplanma telaşı, yol yorgunluğu ve en ağır yorgunluğu gitmenin: Ayrılık. Bir daha yaşayamayacağın yılların, anıların ve anların, belki biraz da seni bilmenin yorgunluğu. Bir gün gideceğini bilmek ile gitme zamanın geldiğini idrak etmek arasında ne çok mesafe var. Gidememek de var bir de yahut gitmiş bulunmak ya da aklım da sen de buradasın. Ve unutmadan yolculukların huzursuz uykuları, uykucuları gibi.
Yolda gelirken Karadeniz’in batısından ortasına kadar yağmur yağmaya devam etti. Ben de her yere özlem dağıttım.
Seninle yolda olmayı seviyorum, yolcu olmayı. Sana gelmeyi seviyorum. Hatta seninle gitmeyi bile seviyorum. Gideceğim vasıtayı beklemeyi de. Ama ayrılacağız deme sakın. Öpeyim de, geçsin bu yol.
Duyguları yoğun olarak yaşayan bizler için o duyguyu yaşamamayı tercih etmek iyi bir seçenek midir? Biz duygu/sel iz arkadaş. Sel gibi yaşarız duygularımızı. Hayat böyle yaşanıyor. Duygusuz bir yaşam, yaşanmaya değer mi?
Günümüz dünyasında artık böyle, demek hem klişe hem artık yalan. Dünyaya ayak bastığımız günden bugüne aynı insanlar değil miyiz? Arayışımız, tatminsizliğimiz, huzursuzluğumuz aynı değil mi? Acı aynı acı değil mi? Yüreği burkan, yine yüreği burkmuyor mu Piraye?
Gökyüzünün muhafazakârlığını seviyorum: Hem uçsuz bucaksız sarıyor bizi hem gökyüzünden çıkmamıza dahi müsaade var.
Gırtlağında büyüyen yumru, daha kaç soluğuna kast edecek dostum? Gel bu yeni dün sevdasından vazgeçelim. Yeni bugünümüz olsun artık. Bugün nefes alalım.
0 yorum