Muhsine Sevra Kaçalin

Pencereden içeri giren ılık rüzgâr perdeyi havalandırıyordu. O sabah sanki dünya daha aydınlık, gökyüzü daha parlaktı. Ilık ılık esen rüzgar baharın habercisiydi adeta. Ayağa kalkıp pencerenin önüne kadar geldi. Temiz havayı içine çekti. Rüzgârın etkisiyle havanın sıcaklığı yumuşuyor, insanın içini bir bahar cıvıltısı kaplıyordu. 

Mutfağa giderken aklındaki tek şey az sonra içeceği kahvenin kokusuydu. Kahve makinesinde her zaman hazır olmasına alışık olduğu kahveyi eliyle kontrol etti. Annesi yine hazır etmişti. Makinenin tuşuna basarak eve yayılan kahve kokusunun keyfine vardı. Makineden değişik sesler gelmeye başlayınca kahvenin hazır olduğunu anladı ve bir fincan alarak kahvesinin tadına vardı. Her sabah güne bu kadar keyifli başlamazdı. Bazı sabahlar -hele de hava yağmurluysa- güne berbat başlayabiliyordu. Annesi ev içindeki hayatı onun için ne kadar kolaylaştırsa da evin dışında bambaşka şeylerle karşılaşabiliyordu. Çoğu zaman bu engelleri aşıyor, zaman zamansa bunların verdiği bıkkınlıkla zor anlar yaşayabiliyordu. Fakat bugün o günlerden değildi. 

Kahvesini içtikten sonra hazırlanıp dışarı çıkmaya karar verdi. Bahar havasını hissetmek, kuş cıvıltıları arasında biraz zaman geçirmek ona iyi gelecekti. Hazırlanıp sokağa çıktı. Bahçe kapısına gelmeden güllerin güzel kokusu burnuna geldi. Henüz erken bir vakit olmasına rağmen bu güller her zaman erken açar, yaz sonuna kadar da çiçekli kalırlardı. Güllerin kokusu içinin neşeyle dolmasına sebep olmuştu. Bahçeden çıkmadan biraz orada oyalandı. Eline batan dikenlere aldırmadan bir iki tane gül kopardı ve yoluna devam etti.

Parka giden yolu hiç sevmiyordu. İşlek bir caddeye bakan bu yolda her zaman trafik vardı. Arabaların egzoz dumanları, vızır vızır teker sesleri, bazen korna savaşları arasında insan çevresinde olan güzellikleri de unutuyordu. Sanki her an tehlikede hissediyordu. Karşıdan karşıya geçmek ise tam bir eziyetti. Yaya yolundayken bile yol vermeyen araçlar, insanlara saygısı olmayan sürücüler tam da bu caddenin müdavimiydi sanki. Ne zaman dışarı çıkacak olsa bu yolu düşünür gerçekten çıkıp çıkmamak istediğine buna göre karar verirdi. Ama olsun bugün dışarı çıkmaya değecek bir gündü ve bu cadde bile onun keyfini kaçıramazdı. Yanlış yere  park eden araçlar bir miktar canını sıksa da onlara bile kızmadı. Nihayet karşıdan karşıya geçip parka giden yolun sevdiği bölümüne gelmişti. Baharda burası çok güzel olurdu. Ağaçların yaprakları çiçek açmaya başladığında buradaki ağaçlar yapraklanıp dallarını yere doğru eğiyordu. Bunların ne ağacı olduğunu bilmese de yürürken kafasına değen yapraklar onu gıdıklıyordu. Çocukken bu ağaçların onu kucaklamaya çalıştığını düşünür sevinirdi. Şimdi yine içine o çocukça sevinç doluyordu. 

Park deniz kenarındaydı. Bu yolun en cezbedici yanı da buydu. Burnuna deniz kokusu gelince sevinci de aynı oranda artardı. Güne 1-0 önde başlamışken şimdi bir de deniz kokusu burnuna vurunca bugün harika geçecek diye düşünmeden edemedi. Parka vardığında her zamanki yerine oturdu ve beklemeye başladı.

Uzun zamandır havalar kötü olduğu için parka gelmiyordu. Ama şimdi havalar  ısınmaya başlamış, arkadaşıyla aralarındaki sözsüz anlaşma gereği o da parka gelmiş, arkadaşını beklemeye başlamıştı. Bazen bu bekleyiş saatler sürer, kimse gelmezdi. Bazen de geldiğinde arkadaşını onu beklerken bulurdu. Heyecandan yerinde duramıyor, kolu dursa ayağını oynatıyordu. Acaba arkadaşı da onun kadar özlemiş miydi bu buluşmaları? Derken ayak seslerini takip etmeye başladı. Yanından geçip giden insanların ayak seslerinden tahminde bulunmaya çalışıyordu. Yürüyüş hızına göre genç mi yaşlı mı, kadın mı erkek mi hatta meslek tahminleri yapmaya başlamıştı. İş adamları hızlı hızlı koşar adımlarla yürür, ilkokul öğretmenleri hafif zıplarcasına… Bunları tahmin ederek burada saatler geçirirdi çoğu zaman. Neyse ki bu defa o kadar beklemesi gerekmedi. Arkadaşını da adımlarından tanırdı. Yavaş yavaş ve emin adımlarla yürürdü her zaman. Tabi baston sesi onun ayak sesini tanımasını kolaylaştırıyordu. Hemen ayağa kalktı ve arkadaşına kocaman sarıldı. İkisi de birbirini özlemişti. Elindeki gülleri de sahibine verdikten sonra artık hasret giderebilirlerdi. Bir süre havadan sudan bahsedip kış boyu neler yaptıklarını birbirlerine anlattıktan sonra günün en sevdikleri saatleri gelmişti. Biri kitap okur, diğeri de dinlerdi bu saatlerde.

Birbirlerinin eksik yanlarını tamamlar, boşluklarını doldururlardı sanki. Biri hayatı boyunca eline alıp hiç bir kitabı kendi okuyamamış, diğeri ise hayatının tüm kalabalığına rağmen bir yaştan sonra yalnız kalmış, onu dinleyen bir arkadaş ararken bu parkta birbirlerini bulmuşlardı. Biri genç, biri yaşlı… Biri ömrünün baharında biri ise sonbaharında… 

Ve başladı okumaya  

“Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim, dedin

Bundan daha iyi bir başka şehir bulunur elbet.

Her çabam kaderin olumsuz bir yargısıyla karşı karşıya;

-Bir ceset gibi- gömülü kalbim.

Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede?

Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam,

Kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün,

Boşuna bunca yıl tükettiğim bu ülkede.

Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.

Bu şehir arkandan gelecektir.

Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,

Aynı mahallede kocayacaksın;

Aynı evlerde kır düşecek saçlarına.

Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.

Başka bir şey umma

Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,

Öyle tükettin demektir bütün yeryüzünü de.” 

Bu şiir ikisini de çepeçevre sarmıştı. Bu zamana dek kolay olmayan hayatlarını kendilerine daha da zorlaştırdıkları zamanları düşündüler. Birbirlerine çokça hüzünle dert yandıkları şeylerdi bunlar. Bir başka ülkeye bir başka denize gitseler de onlarla birlikte gelecek şeyleri düşündüler. Kafalarının içindeki düşünceler bavullara sığmazdı belki ama onların peşini de bırakmazdı. Bunu biliyorlardı. Uzun bir müddet konuşmadan durdular, sonra da sessizce selamlaşıp kalktılar. 

Yol boyu kafasında bu şiir vardı. “Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte, öyle tükettin demektir bütün yeryüzünü de.” dizeleri onu sarmış sarmalamış, yol boyu yârenlik etmişti. Eve vardığını anlayamadan zaman hızlıca geçmişti. Bu defa ne işlek cadde ne de egzoz dumanları canını sıkamamıştı. Evin önüne geldiğinde burnuna yine güllerin güzel kokusu geldi. Bahçe kapısından girince yine bir müddet güllerin yanından ayrılamadı. Bir şeyin kokusu güzelse sureti de güzeldir diye düşünürdü her daim. Gülleri hiç görememiş ama kadife yapraklarının yumuşaklığından ve kokularının insanı içine çeken efsunundan en sevdiği çiçek de her zaman güller olmuştu.

Orada oyalanırken arkadan gelen ayak seslerini duyduğunda bir an için telaşa kapıldı. Sonra gelenin annesi olduğunu anlayıp sakinleşti. Annesi koluna girdiğinde artık kendisini daha güvende hissediyordu. Bütün gün neler yaptığından, parka giderken neler duyduğundan, işlek caddeye olan nefretinden bahsederek eve girdiler. “İyi bir dost ve iyi bir şiir insanın yaşam enerjisini artırıyor.” diyordu annesine. Hafta sonu parka beraber gitme sözü  alarak günü tamamlamıştı. 


0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir