Selman Çakan

Sevgili okur, size bir iyilik yapmama müsaade ediniz: Eğer beni dinlerseniz bu yazıyı okumayın, derim. Yanlış anlamayın lütfen. Sizi düşündüğüm için söylüyorum. Zamanınızı boşa harcayın istemem. Bir kazanç elde edemeyeceksiniz. Aşağıda satırlara dökülmüş sözlerim, henüz taze delirdiğimin ve “deliye her gün bayram” sözüne sığınıp bayramlı günlerin gelmesini beklediğimin kanıtıdır. Yok, illa okumaya devam edecekseniz -ki devam ediyorsunuz- o hâlde başınızın çaresine bakmanız gerekecek. Umarım beni okurken, ben olmadığınızı görürsünüz. Bol şanslar.

Sevgili okur, siz hayatınızda hiç duygusuz oldunuz mu? Ben oldum. Kastettiğim, hiçbir şey hissetmemek. Ne öfke, ne sevgi, ne kin, ne sevinç, ne hüzün… Hiçbir şey. Sıfır duygu. Nötr. Peki, bir durum karşısında ne yapmanız gerektiğini bilmemek bir tarafa dursun, ne yapmamanız gerektiğini dahi bilmediğiniz zamanlar/anlar oldu mu? Benim oldu. Ruhsuz/duygusuz bedenimle baş etmeye çalışırken, aynı zamanda sesini sonuna kadar kıstığım televizyona bakıyorum. Kendi hayatım bana hiçbir şey hissettirmiyorken belki televizyonda gördüğüm insanlar, onların yaşantıları, tarzları, davranışları bana bir şeyler hissettirebilir? Belki seslerini duymadığım insanları sevebilirim? Ne dersiniz? Haklısınız. Mümkün değil. Hem ne yapabilirim ki? En büyük yaralarımız, sözlerle açılanlar değil mi? Bir söz ile yuva kurulmaz veya yıkılmaz mı? Bir söz ile hayatımız bağa, bahçeye dönüşmez mi veya zindana? Söz yaşatmaz, öldürmez, umut vermez, ağlatmaz, güldürmez mi? Söz dünyayı cennete çevirmez mi veya cehenneme? Kabul ediyorum, günümüzde insanoğlunun ağzından güldüren, huzur veren, motivasyon içerikli sözler duymak pek mümkün değil. Sanırım güzel olan her şey elimizden alındı. Ağzını hayır konuşmak için açanların sayısı yok denecek kadar az. Ben ise çok olan kitleye -hayrı/güzeli konuşamayanlar- mensubum. Susuzluktan ölmek üzereyken bile bardağın dolu tarafını göremeyenlerden ve göremeyecek olanlardan biriyim. Dücane Cündioğlu bir kitabında: “Sana ancak hüznümü miras olarak bırakabilirim.” demiş. Ben de benzer bir sözü sizler için söylesem mübalağa etmiş sayılmam. Sizlere ancak tükenmişliğimi, yorgunluğumu, huzursuzluğumu, yitirdiğim inançlarımı/umutlarımı miras olarak bırakabilirim. Zaten hayat da size arkanızda bırakabileceğiniz başka bir şey sunmaz. Hayat bazen boğazıma öyle bir düğüm atıyor ki, sesim soluğum çıkmıyor. Ah diyorum, bir konuşabilsem… Bir konuşabilsem, bir daha susmayacağım. Beni kimse susturamayacak. İçimde ne varsa dökeceğim. İnsanların iki yüzlülüğünü, yapılan zulümleri, atılan iftiraları, söylenen yalanları, hayvanlara yapılan eziyetleri, açlıktan ölen çocukları, koruyamadığımız ve öldürülmelerine seyirci kaldığımız kadınları, koltuk sevdalılarını, iftiraya uğrayanları, umudu elinden alınanları, siyasetçilerde bulunmayan geri vites yüzünden savaşlarda ölen/öldürülen (özellikle bebekleri, çocukları, kadınları, yaşlıları) insanları… Her şeyi anlatacağım. Yapılan iyilikler ses çıkartır, o nedenle de hızlı yayılır ama kötülükler ise gizlice, sessizce yapılır. Yapılan iyiliklerin konuşulmasından çok, gizli saklı yapılan kötülükler konuşulmalı. Konuşulmalı ki dünya yiyip yuttuğu bütün kötülükleri kussun. Ancak böyle zehirlenmekten, yok olmaktan kurtulur. Konuşabilsem örtbas edilen, gizlice/sessizce yapılan ne kadar kötülük varsa hepsini anlatacağım. O kadar konuşacağım ki, bir daha kimsenin konuşmasına gerek kalmayacak fakat buna gücüm yok. Bakmayın böyle konuştuğuma. Sözlerimden yola çıkarak sakın ola bana karşı olumlu bir tutum geliştirmeyin. Yanılırsınız. Ben insanlarla konuşacak kadar güçlü biri değilim. İnsanoğluyla konuşmanın işe yarayacağına dair inancımı yitireli çok oldu. Bu konudaki inancımı kan kaybeder gibi kaybettim. Yavaş yavaş, acı çeke çeke. O nedenle burada yazan sözlerimi hiçbir zaman ağzımdan duymayacaksınız. Dile getirmeyeceğim. Benimkisi klavye delikanlılığı. Yıllar önce okuduğum bir kitapta: “Zekisin madem, akıllanmak için bir şey yap.” yazıyordu. Zeki miyim bilmiyorum ama akıllanmak için bir şey yaptım: Susuyorum. Bıraktım konuşmayı. İnsan bir kere konuşmayı bıraktı mı, bir daha konuşamıyormuş. Tecrübe ettim. Sadece kendimle konuşabiliyorum. Kendimle de çok konuştum zaten, artık konuşacağım bir şey kalmadı. Çok düşündüm, artık düşüneceğim bir şey kalmadı. Çok şey gördüm, artık göreceğim bir şey kalmadı. Çok yedim, artık yiyeceğim bir şey kalmadı. Çok yalan söyledim, artık söyleyeceğim bir yalan kalmadı. Çok okudum, artık okuyacağım bir şey kalmadı. Çok sinirlendim, artık sinirleneceğim bir şey kalmadı. Çok günah işledim, artık işleyeceğim bir günah kalmadı. Çok ağladım, artık gözyaşım kalmadı. Ve ben… Çok nefes aldım, artık alacağım bir nefes kalmadı. Umarım arkamda hiçbir iz bırakmamışımdır. Gerçi bu da pek mümkün değil. Ne demiş Fazıl Hüsnü Dağlarca: Ben olmasam da / Yokluğum var

                                                       SON(U)

                                    Hem yazımın hem de hayatımın. 


0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir