Efe İdris Arslan

‘‘Bülent Parlak anısına’’

Bülent elli yıllık bir cemiyet olan Pisimari Şiir Cemiyeti’nden davet almıştı. Oysa hiç şiir de yazmamıştı. Sokak duvarlarına sprey boya ile yazdığı birkaç satırdan başka bir şeyi yoktu edebiyata dair. Davete icabet gerekirdi. Sokağın karşısına geçti ve cemiyetin bir cami avlusunu andıran bahçesine giriş yaptı. Tek katlı binanın ahşap kapısının üzerinde Pisimari Şiir Cemiyeti yazıyordu. Kapının önündeki merdivenlerde ve banklarda oturmuş sohbet eden otuza yakın insan onun içeri girdiğini görünce sohbetlerine ara verip ona baktılar. Kedi çağırır gibi ellerini ovuşturup pisi pisi dediler ve sonra sohbetlerine geri döndüler. Bu bir tür selamlaşma olmalıydı. Onun peşi sıra bir de kedi girdi içeriye, seslere gelmişti sanırım.

Boş bulduğu bir banka oturacaktı ki bir anons geldi hoparlörlerden –Arak çok traş-     Ardından binanın kapısı açıldı ve herkes kapıya yöneldi. Bu da neydi şimdi! Bülent bu anonsa anlam vermeye çalışarak kapıdan içeriye girdi. İçeride bir kürsü ve kürsünün önünde üyelerin oturması için düzen gözetmeksizin koyulmuş tekerlekli sandalyeler, sıralar, sallanan sandalyeler, tekli koltuklar ve daha bir sürü şey vardı. O bulduğu bir kahve taburesine oturdu. Herkes oturmuştu ve yeniden sohbete koyulmuştu sohbetlerin uğultusu etrafı sarmıştı. Bülent garip bir şekilde kendisinden bahsedildiğini hissediyordu. Bu sohbetler ve uğultuları yaklaşık beş dakika sürdü. Sonra bir anons daha geldi- Miray Kiril nasıl-dır –( sondaki -dır farklı bir ton ile söylenmişti)  Herkes susmuştu. Bülent yine bu anlamsız gördüğü anonsu çözmeye çalışıyordu. 

Bir adam oturaklardan kalktı ve karşıdaki kürsüye çıktı ve Bülent’e bakarak şunu söyledi;

-Bülentler de parlar. 

Bu onun duvarlara yazdığı yazılardan biriydi galiba adam onu tanıtıyordu. 

Herkes düşündü ve hımmmm diye ses çıkardı. Sonra yanındaki adam onu kolundan tutup yandaki koridora götürdü, duvarlarda bacaklarından duvarlara asılmış renk renk kedi heykelleri vardı. Her bir heykelin üstünde bir duygu yahut his yazıyordu; aşk, sevgi, mutluluk… Koridorun sonuna kadar gittiler. Koridorun sonunda beyaz bir heykel vardı. Üzerinde hiçbir şey yazmıyordu. Bir süre ona baktılar sonra geri geldiler. Onlar geri geldiğinde yine herkes ellerini kedi çağırır gibi yaptı ve pisi pisi dedi. Odaya bir anda kediler akın etti. Her yer kedi doldu. Onu götüren adam az önce oturduğu koltukta duran kediyi kucağına aldı ve koltuğa oturdu. Bülent de taburesinde oturan kediyi kucağına aldı ve tabureye oturdu. Sonra kürsüdeki adam;

-Tamamlayın. 

Bir anons daha geldi –Ray-

Önlerden bir adam;

Kelem!

Ortalardan bir kadın;

Tarak!

Bülent’in yanındaki adam;

Halis! 

Bülent olayları çözmeye başlamıştı. Kürsüdeki adam;

-Gel buraya Bülent.

Bülent heyecanlanmıştı. Kucağındaki kedi ile birlikte kürsüye gitti. Kürsüdeki adam;

-Geçenleri söyle kalbinden. 

Bülent derin bir nefes aldı. (Eğik yazılanlar farklı düz yazılanlar farklı bir ton ile söylenmiştir.)

Koç kızak gördük. 

Bozuk plak anlaşılamaz.

Gözleri doldu sonra;

Mumdur zaman-ın her hali nasıl okursan oku tam anlayamazsın, tarif edemezsin.

Bu sözler tüm cemiyeti duygulandırmıştı. Tüm cemiyet gözyaşları içinde kapıdan çıktı. Kediler de koşarak çıktı sonra. Beyaz bir kedi ile kürsüde oturup kaldı Bülent.

Kategoriler: Öykü'nemeyenler

0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir