Muhsine Sevra Kaçalin

Ömrümün son günlerini böyle geçireceğimi ummazdım. Bunca sene, verilen onlarca emek… Verdiklerime değdi doğrusu. Yıllarca korkar olmuştum kendimi tüketip tüketip bir kenara atılmaktan. Doğrusu böylesi bir sonu beklemiyordum. Hani artık her şey bitip de sona yaklaştığında film şeridi gibi gözlerinin önünden geçer ya hayatın, ben de son nefesimi verirken sanki yeniden yaşıyorum hayatımı.

İlkokul yılları hayatımın en güzel günleriydi. O günlere dair unutamadığım pek çok anım var ama en güzeli arkadaşlarla çöp kutusunun yanında buluşup dersten kaytarma çabalarımızdı. O dönemlerde öğretmen bizi anlamıyor zanneder, neşeyle muhabbet ederdik. Oysa şimdi dönüp bakınca aslında öğretmenin her şeyin farkında olarak bize izin verdiğini tebessüm ederek anımsıyorum. Zaman nasıl da akıp gitmiş, akıp giderken bizden ne çok şey götürmüş. Geçen her yeni yılın beni nasıl da değiştirdiğini ancak şimdi farkedebiliyorum. O masum, çocuksu hallerimizden geriye sadece birkaç anı kalmış olması ne kadar üzücü. 

Ahh! Üzücü demişken aklıma geldi. Ben de herkes kadar mutlu ve herkes kadar mutsuz yaşadım. Hayal kırıklıklarım da oldu gurur sebeplerim de. Mesela hiç unutmam, lisede bir gün beni çok önemli bir toplantıya çağırmışlardı da benim imajımın oraya uymadığı konuşulmuş nasıl da utandırılmıştım. Oysa ben her eve lazım denilenlerdendim o zamana kadar. O ortamda öyle örselenmek benim kendime dair düşüncelerimi sorgulamama sebep oldu. O gün orada nasıl rencide olduğumu, kalbimin nasıl paramparça olduğunu da kimseye anlatamadım. Bir süre kendi köşemde öylece bekledim durdum. Ama dedim ya ben her eve lazım bir tiptim. Onun için bu kabuğa çekiliş faslı çok da uzun sürmedi. Kıymet bilen insanlarla yaşamak bambaşka bir şey doğrusu. 

Hayatımın asıl dönüm noktasından, bugün olduğum yere nasıl geldiğimden ve hayatımın en yaşanılır dönemine nasıl ulaştığımdan bahsedeyim biraz da. Bir gün bir grup heyecanlı genç bir karar alıp bir dergi çıkarmaya karar verdiler. Yeni neslin yazma ihtiyacını gidermek istemekle birlikte kendi kalemlerini de sivriltmek istediler. İşte o anda değişti benim hayatım. Böyle bir şey olacağını hayal bile edemezdim. Ama onlar bunu gerçekten yaptılar ve kalemi sivrilten şeyin elbette bir kalemtıraş olacağına karar vererek dergilerine benim ismimi verdiler. Başlarda çok utandım tabii. Bir derginin ismi olmak marka olmak gibi bir şeydi. Düşünsenize her ay sizin adınızla bir dergi çıkıyor olması ne büyük bir onur. Ama aynı oranda büyük bir yük. İşte benim hikâyemin en can alıcı kısmı burası oldu. Senelerce herkesin elinde, evinde, çantasında olan bendim. Herkes beni kullanıyordu ama kimse görmüyordu. Şimdi ise öyle mi? Bunca zamandır yeri geldi itildim, yeri geldi hor kullanıldım, beğenilmedim, geri kafalı bulundum. Ama bir gün birileri geldi ve kalemleri için vazgeçilmez bir parça gördüler beni. İşte şimdi gözlerimi kapatıp geriye baktığımda ömrümün son demlerinde bile gururla taşıyabileceğim bir madalya var göğsümde. Ben bunca zamandır hep tüketen, bitiren, zarar verici bir araçtım. Fakat artık bir kalemin üretebilmesi için tüketildiğini anlayan, biten her kalemin yeni bir yazının başlangıcı olduğunun farkına varan ve zarardan ziyade faydam olduğunu anlayan ellerdeyim. Artık eskisi kadar keskin değil bıçağım. Eskidim, köreldim, ama tükenmedim. Değerimi bilen ellerde hayata değer katmaya başladım. Körelen yanlarım körelmiş kalemleri açtıkça keskinleşti. Bir uğurda yaşamayı öğrendim.

Ben bir kalemtıraşım ve bunca zamandır bana yapılan tüm haksızlıkların karşısında dimdik ayaktayım!

Ben bir kalemtıraşım ve artık tüketmenin değil üretmenin sembolüyüm.


0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir