Efe İdris Arslan

 ‘’Leyla Leyla diye düştüğümüz çöller Leyla’nın kendisi oldu zamanla.’’

Sen Leyla, öyle bensin ki artık adını her andığımda kendi kendime seslendiğimi var sayıp koşup aynaya bakıyorum. Gözlerim gözlerin Leyla, saçlarım saçların. Bakışlarım bana baktığın o son bakış. O an Leyla… Tarif edilemez.

Sen bilemezsin bu hissi Leyla. Seni anma saatlerini; Leyla, Leyla, Leyla… Sana dua saatlerini; surelere okuyup kalbime üflemeyi, gece sen sancılarını, gece ben sancılarını anlayamazsın Leyla. Kafamın içinde büyüyen bir çocuksun sen. Kafatasımı yumrukluyorsun, tekmeliyorsun, ısırıyorsun çıkmak istiyorsun. Ben de seni bağırmak, haykırmak, çığırmak istiyorum Leyla. Ama yapamam hak etmeyen kulaklara senin ismini veremem. Bunu yerine satırlarda bağırıyorum ismini bir fısıltı halinde sürekli tekrar ediyor dudaklarım. Fakat nereye kadar? Yavaş yavaş ele geçiriyorsun kelimelerimi. Yakında hepsi sen olacak. Hatta bu yazının sonuna doğru göreceksin ki önce kelime aralarına Leylalar sıklaşacak sonra aniden tüm kelimelerim, öznesi, yüklemi ve geriye kalan öğeleriyle, tüm cümlelerim sen olacaksın. Ve benim derdimi anlatmak için senin henüz literatürde olmadığından ele geçirmediğin yeni kelimeler –kendi yarattığım kelimeler- kullanmak zorunda kalacağım.  Böyle gururla söylediğime bakma, korkuyorum aslında bir sabah uyandığımda ağzımdan Leyla’dan başka söz çıkmayacak diye. Bu elbette çok güzel bir şey ama sırrımız o zaman bozulur işte Leyla.

Yalnız yazmaktasın, söylemektesin sanma Leyla! Dedim ya her şeydesin! Mesela duymakta. ‘‘Bir bardak çay alabilir miyim?’’ cümlesinde kaç defa Leyla geçtiğini bilsen şaşırıp kalırsın. Gök gürültüsünde tut da karınca adımlarının tıkırtısında sayhalar dolusu Leylalar yatar. Sonra kokun var. Sahi Leyla nasıl kokuyorsun? Daha da önemlisi benim o kokuyu alabilecek kabiliyetim var mı? Yoksa yalnız senin gibi tertemiz, kalbi kokmayan varlıkların alabileceği bir koku mu? Nasıl bu kadar masumsun? İsminden olmalı. Nasıl bu kadar güzelsin? O güzel kalbinden olmalı. Bakma sürekli güzel dediğime seni tanımlayacak fazla kelime bulamıyorum da ondan en iyisi en az layık olmayanlarını seçiyorum senin için asla layık olan bir kelime bulamayacağımda inkar edilemez bir gerçek zaten Leyla.

Şimdi sana neden ismin Leyla olmadığı halde, Leyla dediğimi merak ediyor olmalısın. Ben seni o kadar çok özledim o kadar çok istedim ki kalbim senden bir tane daha yarattı. Ona senin adını vermiştim. Sonra seni o kadar çok görmedim ki yüzün başta olmak üzere sana ait olan her şeyi unutmaya başladım. Ve senin adın yavaştan silindi ve yok oldu. Bir zaman daha geçti. Artık seni bir mecnun olarak kafamın içinde çöllerde arayışa girdim. Ve bu çöllerde dolaştıkça hatırladım gözlerini, saçlarını ve geriye kalan her şeyini ama daha bir bendi bunlar, daha da bir sen. O zaman anladım seni! Leyla’yı anladım. O çöldün sen, kum tanesiydin, güneştin, o çölde aramaktın sen, virane virane dolaşmaktın sen. İşte şimdi biliyorsun Leyla, neden Leylasın sen! 

Sonra her şey bu sefer sonsuza dek sürmek üzere en baştan başladı. Çölüm ele geçirişe girişti bu sırada beni ve benim olan her şeyi. Ben ise seni ve sana dair her şeyi yeniden tanımaktaydım, tanımaktayım. Gözlerin mesela onları yeniden tanıdım, tanıyorum. Ne yeşil ne mavi ne de elaydı gözlerin, eşsiz güzellikte kahverengiydi. Böyle duru ve sade güzellikteydin işte Leyla. Bir kahveyi dudaklarımı yakarak içmek gibiydi gözlerinde dalıp dalıp gitmek. O kahve bakışların bir volkan oluverir aniden Leyla. Sonra zihnimde cevaplanamaz sorular beliriverir; Bakışların neden bu kadar Leyla, Leyla? Sen neden bu kadar Leyla, Leyla? Ardından söylemek Leylası.

Leyla ben seni çok Leyla. Leyla Leyla seni çok bevdeliyorum.


0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir