Muhsine Sevra Kaçalin

Arkadan gelen ev halkının gürültüsü zihnini bulandırsa da artık kendisiyle ilgili çoğu meseleyi kafasında oturtmuştu. Bu rutubetli eski ev ona ilk zamanlardaki kadar çirkin görünmüyordu. Bahçede gördüğü paslı kapının gıcırtısı bile eskisi kadar kulak tırmalamıyordu. Aidiyet hissini kaybettiği yerde, şimdi yeniden kendini buluyor, bir yere ait hissetmek ne demek ilk defa böylesine derinden hissediyordu. O iç dünyasını toparlamaya çalışırken ailesi, evi toparlayıp biraz da olsa adam etmişlerdi. Çoğu noktada içi teskin olsa da hala içini kurcalayan meseleler vardı. Sorularına cevap bulabilmek için ikinci durağı elbette ilçe olmalıydı. Anne ve babasından ilk ayrılışının yeri, kendini kaybettiği ilk durak….

Nahitle birlikte çok geç olmadan yola çıkmışlardı bile. Nahit ona muhtarın garip hareketlerinden ve sınır bilmez davranışlarından bahsederken o kafasında ilçede kimlere gidebileceğinin sıralamasını yapıyordu. Sonunda Nedret Hanım’ın ilgisizliğini gören Nahit susmaya karar verdi. Hayatında ilk defa bu kadar çorak topraklar görüyordu Nedret Hanım. Alışık olduğundan çok farklı bir yerdi burası. Yol boyu uzanan sapsarı tarlalara baktı. İçinden bir parça koptuğunu hissetti. Sanki bu uçsuz bucaksız çorak araziler onun içinin aynası gibiydi. Ne zaman içine dönüp baksa kocaman bir boşluk buluyordu. Sonsuz bir boşluk…

Nihayet ilçeye varmışlardı. İlk iş olarak ilçedeki Çocuk Esirgeme Kurumuna gittiler. Fakat kurum çoktan kapatılmış, hatta daha Nedret Hanım oradayken merkezdeki kurumla birleştirildiği için şu an yerinde yeller esiyordu. Nüfus müdürlükleri de artık genel merkeze bağlı olduğu için buradan da farklı bir sonuç elde edememişlerdi. Fakat Nahit kasabadaki esnafla konuşarak oradaki en yaşlı esnafı bulmuştu. Nedret Hanımla birlikte belki bir iz bulmanın umudunu taşıyarak kasabanın en yaşlısının yanına vardılar. Nedret Hanımın aklı başında değildi. Sürekli bir şeyler hatırlamaya çalışır gibi bir hali vardı. Nahit, Cemal Dede ile sohbete dalmış, buraya nasıl ve neden geldiklerini bir çırpıda anlatmıştı. Cemal Dede ise eski bir hikâyeyi dinler gibi Nahit’i soluksuz dinliyordu. Sonunda Nahit de Nedret Hanım da buradan bir şey öğrenemeyeceklerini anlayarak köyün yolunu tuttular. Kasabada geçirdikleri saatler adeta boşa geçen yıllarının özeti gibiydi Nedret Hanım için. Yine de pişman değildi. Elinden geleni yapmış olmanın verdiği huzuru yaşıyordu.

Eve vardıklarında artık son ümidini de kaybetmişti. Yeni bir şey öğrenme ihtiyacı yerini ümitsizliğe bırakmıştı. Uzun zamandır ilk defa içinde huzursuzluk olmadan uyuyacaktı, bunun günün yorgunluğu ile ilgili olmadığını çok iyi biliyordu. Bu his eve varmakla ilgiliydi. Evde olmak, evini bilmek… Bu kadarı bile onun için çok şey ifade ediyordu, evde olduğunu sandığı zamanlarda aslında ait olmadığı bir yeri yaşayan biri için. Şimdi ise evde olmanın konforu ve huzuru sarmıştı her yanını. Yabancı olduğu bu his…düşünürken uyuyakalmıştı. 

Uyandığında artık zihni berraktı. Kendini ve doğduğu evi kabullenmişti. Bu sabah güneş başka doğmuş, pencereden içeri süzülen güneş ışınları bile bir başka aydınlatıyordu evini. Eve ilk girdiğinde burnuna gelen ve onu tiksindiren rutubet kokusu bile artık onu rahatsız etmiyordu. Uzun zamandır uğramadığı memleketine gelmiş gibi hissediyordu. Artık bir evi vardı. Düne kadar bilmediği, hatıralarında yeri olmayan bu ev şimdi onun tüm benliğiyle kucakladığı sıcacık bir yuvaya dönüşmüştü. Dışarıda bir hareketlenme olduğunu fark etti. Pencereden dışarı baktığında bahçedeki derme çatma çardakta sofra hazırlandığını gördü. Hazırlanıp dışarı çıktığında ev halkının tatlı bir telaş içinde olduğunu anladı. Nahit de sabırsız bir şekilde etrafta dolanıyordu. Merak etmesine rağmen kimseye bir şey sormak gelmedi içinden, bu Nedret Hanım için oldukça şaşırtıcı bir şeydi.  Bir köşede oturup etrafı seyre daldı.

Sofra kurulmuş, herkes sofradaki yerini almış sabırsızlıkla Nahit Beyin konuşmasını bekliyordu. Nahit’in gözü de Nedret Hanım’ın üzerindeydi. Nereden başlayacağını bilmiyor, önce her zaman yaptığı gibi ona takılmak istiyordu.

-Evet sevgili ailem; bugün burada daha önce hiç bilmediğimiz bu yere gelişimizin sebebini tekrar konuşmak ve bütün bu olup biteni daha iyi anlamak için toplandık. Kahvaltımızı yaptığımız bu ev ve bu çardak sizlere çok eski bir harabe gibi gelebilir. İşin aslı ise öyle değil. Burası bizim sevgili anne ve babamızın ilk evleri!

Bu konuşmayı duyan herkes şaşkınlık içinde kalakaldı. Herkes her şeyi duymuştu fakat anlayan çok azdı. Nedret Hanım ise tek kaşını kaldırmış ciddiyet içinde kardeşine bakıyordu.

-Yaşadığınız şaşkınlığı anlıyorum. Hepiniz buraya Nedret ablamın ilk ailesini bulmak için geldiğimizi düşünüyordunuz. İşin doğrusu da bu! Annem ve babamın Nedret ablam küçükken yaşadıkları zor zamanların hikayesi buydu. Ve tabii Nedret ablamın da çocukken yaşadığı talihsizlik maalesef onu hayatı boyunca etkilemiş ve bilmediği durumlara sürüklemiş. Ama şu bir gerçek ki Nedret ablamı Çocuk Esirgeme Kurumuna vermek zorunda kalan anne ve babamız bu ayrılığa dayanamayıp ablamı geri almak için elinden geleni yapmış ve başarılı da olmuş. Babamız büyükşehire gidip gece gündüz çalışmaya başlayarak çocuğuna sahip çıkmış. O günden beri sahipsiz kalan bu ev ve birkaç çorak tarla da bizim. Bunu öğrendiğim zaman ablamın evi ve bu hatıraları sahiplenmeyeceğini düşündüm. Hepinizin bildiği üzere çok iyi bir insan olmasına rağmen fakir insanları hakir görme gibi kötü bir özelliği de vardı. Ona bir ders vermek isterken hepinizi peşimde sürüklediğim için özür dilerim.

Nedret Hanımın başından aşağı kaynar sular dökülmüştü sanki. Evlatlık olduğunu düşündüğü ailesi gerçek ailesi miydi şimdi? Günlerdir yaşadığı buhranlar, uykusuz geceler, kimsesiz uyandığı sabahlar… Hepsi geride kalmıştı. Geride kalırken de adeta Nedret Hanımın benliğinden bazı parçaları söküp almıştı. Onun kendinde değiştiremediği ve hoş görmediği kibri böylesi bir macerayla benliğini terk etmişti. İnsan nelere alışıyordu. Nedret Hanım kendine bile alışmıştı bu süreçte.


0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir