Muhsine Sevra Kaçalin

Derin bir nefes… Ciğerlerinin her hücresinde hissedercesine aldığı derin bir nefes… Her şeyin bitmiş olmasının verdiği içsel huzur… İşte buna değerdi. Bunun için verilen her çabaya değerdi. Yaşamak bazen ağır bir yük olarak gelip konuyordu insanın omuzlarına, böyle zamanlarda insanı kendinden uzaklaştıran tek şey sevdikleri oluyordu. Nedret Hanım bu zamana kadar hep ailesini toparlayan, kanatları altına alan, evde annelerinden önce anne olmuş biriydi. Şimdi ilk defa kendisi sığınılacak bir liman arar olmuştu. Bu defa kanat gerilmesi gereken kişi oydu ve bu duyguyla nasıl baş edileceğini dahi bilmiyordu. Ama ailesi bu durumu çok kolay kanıksamıştı. Onu incitmeden de bazı şeyleri öğretebileceklerini biliyor ve öyle hareket ediyorlardı. Oysa Nedret Hanım genellikle ailesine destek olan tarafta bile olsa bunu kırıp dökmeden yapmanın yolunu bir türlü bulamazdı. Yaşadığı bu olay ona bu konuda nasıl davranabileceğine dair büyük bir ders vermişti bile. 

Nedret Hanım aile içinde ne kadar sevilse de herkes tarafından eleştirilen bir yönü vardı. Zenginliği bir soyluluk vesilesi görür, fakir insanları elinde olmadan hor görürdü. Bunu ailesinden aldığı terbiyeye yakıştıramasa da içten içe böyle hissederdi. Çoğu zaman kendi içinde yaşadığını düşünse de yüz ifadesi her şeyi ele verirdi. Oysa şimdi geldiği noktada yüzündeki o insanları hakir gören ifade kendiliğinden bir merhamet pınarına dönmüştü. Biri gelip ona zenginliğinin artık hayatında önemsiz bir noktada olacağını hele de aileden gelen, övüne övüne bitiremediği soyluluğunun bir gün hiçbir değerinin kalmayacağını söylese güler geçerdi. Oysa şimdi tam da bu anı yaşıyordu. 

Otobüs gece bir yerde konaklamış, sabahın ilk ışıklarıyla menzile varmıştı. Önünde durduğu duvarları yıkık dökük, bahçe kapısı paslı, bahçesi ilgisizlikten harabeye dönen bu ev tüm ailenin dikkatini üstünde toplamıştı. Belki çok uzun zamandır ilk defa böyle bir ilgi görüyordu. Otobüsten inen herkes ellerinde telefonlar önce bu harabenin, ardından da sağda solda gördükleri her şeyin fotoğrafını çekmeye başlamıştı. Yalnızca Nedret Hanım o kapıda kalbi ağzında atarken kalakalmıştı. Neyse ki Nahit Bey de durumun farkında ve ablasının yanındaydı. 

Nedret Hanım bu evin annesinin mektupta bahsettiği ev olduğunu hemen idrak etti. Kendi soy bağı olan kişilerin daha önce yaşamış oldukları evdi bu ev. Bir iz bulma umuduyla geldiği bu evin harabeye dönüştüğünü görmek içten içe onun benliğini sarsıyordu. Ne de olsa herkes doğduğu evin bir çiçek bahçesi gibi görünmesini isterdi. Oysa bu evin bahçesinde kim bilir kaç bahardır çiçek açmıyordu. Nahit Bey, Nedret Hanım’ın koluna doğru bir hareket yaparak onu bahçe kapısına doğru bir adım atmaya zorladı. Nedret Hanım içinden koşmak gelse de ayaklarını bir adım dahi oynatamadı. Nahit Bey aile üyelerine bir işaret vererek onların önden gitmesinin sağladı. Nedret Hanım derin bir nefes aldı. Her şeyin bittiğini düşündü. Belki de her şey şimdi başlıyordu. Bunu bilememek o ilk adımı atmasına engel oluyordu. Bunca zamandır içini kemiren kemirgenlerden kurtulduğuna bile sevinemeyecekti neredeyse. Bu duygularla çepeçevre sarılmış bir vaziyette ilk adımını attı. Bahçeye girdiğinde sanki annesinin mektubundaki Ali’nin sesini duydu. Yani şimdi Ali, yani biyolojik babası, yani babası bu kapıdan girince mi ona sevgiyle koşuyordu. Onunla bu bahçede geçirdiği vakitler mi dert olmuştu köylüye. Acaba onları tanıyan kimse kalmış mıydı? Dahası onlar bu evde değilse neredeydiler? Her ikisi de bu dünyadan göçmüş müydü? 

Nedret Hanım kendini bulma yolculuğunun sonunda kendi olarak bulunduğu ilk eve gelmişti. Doğduğu eve… Nahit Bey daha fazla dayanamadı ve cebinden bir anahtar çıkararak evin paslı kapısını açtı. Nedret Hanım anahtarı görünce Nahit’in burada olan biten her şeyden haberi olduğunu anladı ve o andan itibaren kendini akışa bıraktı. Kapıdan içeri girince burnuna gelen ağır rutubet kokusu yine içinde fakirlere karşı bir nefret peyda etti. İster istemez yüzüne yansıyan bu ifadeyi suratından söküp atmak istercesine ellerini yüzüne kapadı. Nahit Bey ise o anın tadını çıkarırcasına evdeki eşyaları kurcalamaya başladı. Nedret Hanım kendini toparlayıp Nahit Bey’e eşlik etmeye başladı. Oturma odası olduğunu anladıkları odadaki divanın hemen yanında üst üste yığılmış olarak duran yorganlara gözü çarptı. Bu yorganlar eski bir çeyiz sandığının üstündeydi. Annesinin de buna benzer bir sandığı vardı. İçinde sadece çeyizlik eşyalar değil, önemle saklanan hatıralar da bulunurdu. Hemen oraya yöneldi ve yorganları kaldırarak sandığı açtı. Burnuna buram buram naftalinle karışık rutubet kokusu geldi. Ama bu defa önemsemedi. Gerçekten de bulmayı umduğu her şey vardı burada; eski birkaç fotoğraf, sararmış mektuplar, bebek kıyafetleri, danteller, işlemeli havlular, patikler, çemberler… Tam bir anne sandığı diye düşünürken bir yandan da başka neler bulabilirim diye eşeliyordu. Sandık o kadar zamandır kapalıydı içinde sararmamış tek bir eşya kalmamıştı. Neyse ki tahta kuruları dadanmamıştı. Fotoğrafları, mektupları, bebek kıyafetlerini bir bir inceledi. Kendisine dair en eski emanetlerdi bunlar. Fakat öz anne ve babası öldüyse Nahit bu evi nasıl bulmuştu, hala muamma olan bu konular bir yandan aklını kurcalarken bir yandan da şu an olduğu yerin tadını çıkarmaya çalışıyordu. Neticede kaç kişi, ilk defa var olduğunu hissettiği yere 50 küsür sene sonra kendi olarak gelirdi! 

Sandıktan çıkan tüm eşyaları toplayıp yanına aldığı çantaya doldurdu. Hala bilmesi gereken çok şey vardı. Nahit Bey’i de yanına alarak köy muhtarının yanına gitti. Muhtara öz babasının adını sordu. Muhtar orta yaşlı biriydi, belki de Nedret Hanımla aynı yaşlardaydı. Ali’yi ve ailesini bir efsane gibi kulaktan kulağa duyarak büyümüş, ama ne Ali’yi ne de ailesinden birini hayatı boyunca hiç görmemişti. Ali’den kalan eve ise tüm köy perili ev diyordu. Peri gören yoktu daha önce ama görmemeler olmadığı anlamına gelmezdi ya. Muhtar ilk defa o evle ilgilenen, Ali’yi sormaya gelen birilerini görünce altın bulmuş gibi sevindi. Bu defa o başladı soru sormaya… Nedret de Nahit de aradıkları cevapları burada bulamayacaklarını anlayınca muhtara köyün yaşlılarını sordular. Nihayet muhtardan alabildikleri işe yarar bir bilgi buldular. 

Muhtarla birlikte geldikleri kapıdan içeri Nedret Hanım tek başına girmek istedi. Muhtar her ne kadar meraktan olaya dahil olmak istese de Nahit Bey buna müsaade etmedi ve muhtarla birlikte kapıda beklemeye başladı. Nedret Hanım içeri girdikten uzun bir süre sonra içeriden hala bir haber gelmemesi Nahit Bey’i sabırsızlandırıyordu. Fakat içeri girmeyi de büyük bir saygısızlık olarak görüyor ve içeri girmemek için kendini zorluyordu. Nihayet Nedret Hanım kapıda göründüğünde Nahit Bey onun vücut dilinden neler olduğunu anlamaya çalıştı. Nedret Hanım ise adeta ser veriyor sır vermiyordu, ifadesiz bir yüz ve durağan bir yürüyüş ile Nahit Bey’in yanına geldi. Muhtar ise sanki en başından beri olayın içindeymişçesine meraklı gözlerle olanları anlamaya çalışıyordu.

Sonunda Nedret Hanım elinde küçük bir sandıkla Nahit Bey ve muhtarın yanına geldi. Muhtarın haddini aşan sorularına rağmen yol kısa sürdü ve Nedret Hanım’ın doğduğu eve vardılar. Belli ki bu gece çok uzun sürecekti.


0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir