Hüdâbin
Kararında durmayan bir gökyüzü ile bakışıp duruyoruz kaç saattir oturduğum bankta. Gâh ışıl ışıl parlıyor, gâh kara bulutların arkasına saklıyor apaydınlık yüzünü. Kiminle saklambaç oynuyor hiç bilmiyorum. Benimle olduğunu sanmıyorum. Zira onunla oynayacak kadar çok keyfim yok bugün benim. Ara ara yanı başımda duran küçük parkta oynaşan çocuklara bakıyorum ya da ilerideki sokaktan büyük bir koşturmayla geçip duran insanlara. Ama en çok önümde öylece duran ve şu an bahçesinin bankında oturduğum koca hastaneyi izliyorum. İçinde yıllardır çalıştığım hastane. Bugün tatil günüm. Şu an evimde yatıp dinleniyor olmalıydım oysa. Sabaha kadar ameliyathanede koşturup duran, sayısının kaç olduğunu şu an anımsayamadığım hastayı ameliyat eden ve yorgun düşen ben, şu an uykunun derinliklerinde olmalıydım. Ama değilim. Uyuyamadım bir türlü. Gözlerimin semtine uyku uğramaz oldu şu sıralar. Hiç mi hiç uykum yok. Sanki yıllarca uyumuşum da uykuya doymuşum gibi. Öyle tuhaf bir hâl işte. Hiçbir yere sığamıyorum. Kendimi bir anda şu bankta oturur buldum. Oysa deniz kenarında bir yürüyüş yapmak niyetiyle çıkmıştım evden. Ayaklarım beni deniz kenarı yerine buraya getirdi. İnsan, kalbine söz geçiremiyor zannederdim. Meğer yeri geldiğinde bedeninin diğer uzuvlarına da söz geçiremiyormuş. Bunun üzerinde durup düşünmeyi erteleyip etrafıma bakınmaya devam ediyorum. Ara ara gözlerimin hastanenin dördüncü katındaki yarı örtülü ikinci penceresine gitmesine mani olamıyorum. Her bakışımda bir sızı gelip konuyor yüreğimin üstüne. Bir yanım delice kanatlanıp pencereden içeriye girmek odadaki hasta yatağında son günlerini yaşayan babama gitmek istiyor. Bir yanım ise kızgın ve öfkeli. Hayır, diyor. Sakın gitme. O yıllardır gelmedi sana. Sen yokmuşsun gibi yaşadı. Sen de onu yok say ve bak yoluna. Ah! Hangisini dinlemeli hiç bilmiyorum! Öyle kırgın, öyle kızgınım ki ona. Yıllardır görmediğim, yüzünü dahi unuttuğum babam, günlerdir o odada ve elim bir hastalıkla cebelleşiyor. Yıllar ikimizi o kadar yabancılaştırdı ki…
Derin bir nefes alıp veriyorum. Göğsüm sıkışıyor sanki. Büyük bir yumru gelip oturmuş kalbimin üstüne. İstemsiz dolan gözlerime hemen hakim olmaya çalışıyor ve gözyaşlarımı birer birer geri gönderiyorum geldikleri yere. Toparlanıp yüzümü hastaneden çeviriyor ve yolun karşısına bakıyorum. Kaç saattir bu banktayım ve kaç saattir öylece oturuyorum. Hiç bilmiyorum. Allah’tan hastane bahçesinin en tenha yerini seçmişim de birazdan öğle tatiline çıkacak arkadaşlarıma yakalanmayacağım. Pek tenha denilemez gerçi. Yanı başımdaki çocuklar için özel olarak ayarlanmış küçük parka ara ara çocuklar doluşuyor. Bir müddet kaydıraktan kayıp anneleriyle uzaklaşıyorlar. Burada neyi bekliyorsam. En iyisi gerçekten bir deniz kenarına gitmek. Kalkmak istiyorum ama kalkamıyorum. O kadar yorgun hissediyorum ki… Adım atacak mecalim yok gibi. Az sonra kimi grup halinde kimi de tek başına olan öğrenciler geçiyor yolun karşısındaki kaldırımdan. Onları izliyorum uzaktan. Yedi sekiz yaşlarında bir çocuğun yere düştüğünü fark ediyorum bir ara. Etrafındakiler ona aldırış etmeden yollarına devam ediyor. Bir şey oldu mu acaba diye merakla izliyorum önce. Ardından kalkıyorum oturduğum yerden hemen. Çıkış kapısına yöneliyorum koşarak. Az evvel kalkmaya mecalinin olmadığını hisseden ben şaşırıyorum koştuğuma. Ah yavrucak! Kim bilir nasıl acımıştır canı. Umarım ciddi bir yarası yoktur diye umut ederek çıkış kapısından caddeye fırlıyorum. Çocuk yerden hızla doğrulup telaşla etrafına bakınıyor o sırada. Yerden bir şeyler toplayıp hızla uzaklaşıyor oradan. Çocuğun gidişiyle duraksıyorum. Ardından bakakalıyorum kaybolana kadar. Tekrar geri az evvel oturduğum banka dönüyorum. Hafif esen bir yel çok sevdiğim akasya kokularını kucaklayarak yanaklarımı gıdıklıyor usulca. Derin bir nefes alarak içime çekiyorum bu eşsiz kokuyu. Birkaç kuş gökyüzünde süzülüyor dans ede ede. Onları izliyorum tebessüm ettiğimden habersiz olarak. Onların bu haline imreniyorum. Ne güzel. Ne geçmişin elemi var yüreklerinde ne de geleceğin endişesi ve ne de hayat kırıklıkları. Dertsiz tasasız, bir o yana bir bu yana uçuşarak huzurla kendilerini var eden Kâinat Sultanını zikredip tanıtıyorlar herkese. Tefekkür deryalarına dalmaya hazırlanırken az evvel yere düşen çocuğa değiyor bakışlarım. İşte yine orada! Tam da düştüğü yerde. Oralarda dolanıyor. Bir şeyler arıyor gibi. Anlaşılan bir şey kaybetmiş düşerken. Epey dolanıyor. Bense onu izliyorum uzaktan. Pes edip kaldırımın köşesine oturuyor. Başı önünde. Mahzun mahzun yere bakıyor. Dayanamayıp kalkıyorum. Ona doğru gidiyorum. Caddeyi geçip yanına yaklaşıyorum. Gelişimi fark etmiyor. Ona yaklaşınca hafif bir hıçkırık sesi duyuyorum. Korkutmamaya özen göstererek konuşuyorum.
“Merhaba yakışıklı!” Başını çevirip gözlerimin içine dikiyor masum bakışlarını. Gözleri kızarmış ağlamaktan. Eteklerimin yere değmesine aldırış etmeden tüm şefkatimle yanına oturuyorum. “İyi misin?” diye soruyorum. Yine bir şey demiyor. “Bir şey mi kaybettin yoksa?” diyorum bu defa. “Evet!” diyor hıçkırarak, “Okuldan dönerken burada yere düştüm. Düşerken çok sevdiğim suluğum kırıldı. Kırılan parçaları toplayıp eve götürdüm annem tamir etsin diye. Ama annem bir parçasının eksik olduğunu söyledi. Onu bulmak için buraya geldim tekrar. Her tarafa baktım ama yok.” Son cümleleri sesi titreyerek söylüyor. Ah yavrucak! Nasıl da üzgün. “Üzülme!” diyorum, “Eminim buralardadır. Hadi gel beraber arayalım istersen.” Susuyor. Bir şey demiyor. Ayağa kalkıp etrafa göz gezdiriyorum bulma umuduyla. O da kalkıyor az sonra. Benimle beraber aramaya koyuluyor. Beyaz bir parça görüyorum yerde. Küçük bir kapağa benziyor. Elime alıp ona sesleniyorum. “Aradığın bu olabilir mi acaba?” Koşup yanıma geliyor heyecanla. Dikkatlice elimdeki parçaya bakıyor. Gözleri aydınlanıveriyor birden. Işıl Işıl bir tebessüm gelip küçük dudaklarına konuyor. Elimdekini alıp daha yakından bakıyor. Daha da aydınlanıyor gözleri. “Evet bu!” diyor sevinerek. Minnet dolu gözlerle bakıyor şimdi bana. Uzun zamandır yitirdiğim, unuttuğum bazı şeyleri bulmamı sağlayacak cümleleri sıralıyor sonra. “Size çok teşekkür ediyorum. Siz olmasaydınız çok sevdiğim ve babamdan bana kalan tek hatıra olan suluğun parçasını bulamayacaktım. Bu suluk babamın ölmeden önce bana verdiği son hediye. Onu bulamayacağım diye çok korktum. Artık bu suluğu evde saklayacağım. Daha çok koruyacağım onu.”
Minik yüreğiyle neler söylüyor öyle. Farkında değilim ama her kelimesi bir gözyaşı olup birer ikişer yanaklarımdan süzülüyor. Çocuk bunları söyledikten sonra sevinçle vedalaşıp yanımdan hızla uzaklaşıyor. Ben ise oracığa yığılıyorum. Az evvel çocuğun oturduğu yere oturuyorum. Unuttuğum, kaybettiğim ne varsa bir bir gözlerimin önüne geliyor. Babamın bana olan büyük sevgisi, okuldan her çıkışımda beni almaya gelmesi, ben yorulmayayım diye çantamı ve suluğumu taşıması, her gece yatmadan önce yorgun olmasına rağmen benimle oynayıp öyle uyutması, ben uykuya dalana kadar başımın ucunda beklemesi, gözlerimi onun tatlı ve yumuşak sesiyle açmam, saçlarımı özenle tarayıp hasta yatağındaki annem kadar güzel olmasa da örmesi ve daha bir çok şey… Babam ile aramızda çok farklı bir bağ vardı. Ta ki annemi kaybedene kadar. O zamanlar on yaşımı doldurmuştum. Onun yokluğu babamı çok derinden sarstı. Birbirlerini çok seviyorlardı çünkü. Annemin ölümüyle babam çok değişti. Kendi kabuğuna çekildi ve hiç kimseyle konuşmamaya başladı. Benimle de artık ilgilenemez oldu. Bir müddet sonra babam dayanamayıp evden ayrıldı. Ben ise babaannemin yanında yaşamaya başladım. Sadece annemi değil, babamı da kaybetmiştim ne yazık ki! En zoru da hayatta olmasına rağmen onu kaybetmekti. Gün geçtikçe ona öfke duymaya başladım. Beni kendisinden, kendi sevgisinden mahrum bıraktığı için. Yıllar geçtikçe içimdeki öfke büyüdükçe büyüdü. Öyle ki ona dair tek bir anı bile kalmadı zihnimde, hepsini kaybettim. Ta ki bugüne kadar…
Asıl teşekkürü ben borçluyum çocuğa diye düşünüyorum. Onun çok değerli olan suluğunun parçasını bulmasına yardımcı oluşuma minnettar olmasından daha çok ben minnettarım şimdi ona. Yıllardır unuttuğum, kaybettiğim o değerli anılarımı bulmama yardımcı olmuştu zira. Babamı ne çok seviyormuşum aslında. Ona olan kızgınlığım, kırgınlığım bir anda yok oluvermişti. Gözyaşlarımı silip ayağa kalkıyorum. Caddeyi geçip hastane girişine koşuyorum. Kalbim hızlı hızlı atıyor. Yıllardır görmediğim yüzünü dahi unuttuğum babama koşuyorum şimdi. O kadar can atıyorum ki onun yanına gitmeye asansörü beklemiyorum. Merdivenleri koşarak çıkıyorum. Saniyeler sonra dördüncü kattayım ve odasına doğru koşuyorum. Gözlerim dolu dolu. Yıllar sonra ilk defa babamı görüp ona sımsıkı sarılacağım çocukluğumda olduğu gibi ve seni seviyorum babacığım, diyerek fısıldayacağım kulağına.
0 yorum