Can Er Demir

Namaz tesbihatı da bitmişti. Dualar edilmiş, Kur’an-ı Kerim okunmuştu. İmam Fatiha okunması için gereken talimatı vermişti. Eller açılmış Fatihalar okunmaya başlanmıştı. Normalde bir an önce fatihasını okuyup çıkmaya çalışan cemaat ağırdan alıyor gibiydi. Daha Fatihayı bitirip ellerini yüzüne kapatan olmadı. İmam şaşkın şekilde bekliyordu. İlk duasını bitiren imam oldu. Ellerini yüzüne kapattı. Tekrardan yüzünü açtığında kimsenin daha elini yüzüne götürmediğini gördü. Hilmi de bu arada Fatihasını bitirdi ve ellerini yüzüne kapattı. Hilmi’nin ellerini yüzüne kapatmasıyla birlikte sanki bir talimat almış gibi tüm cemaat de ellerini yüzüne kapattı. Hilmi merakla cemaate bakınıyordu. Neden kimsenin çıkmadığını anlamaya çalışıyordu.  İlk defa namaz bittiği halde camiyi terk etmeyen bir cemaat görüyordu. Sessizce beklerken omuzuna dokunan bir el hissetti. Az önce namazı bitiren imamdı:

– Gel bakalım delikanlı, imam odasına geçelim.

İtiraz etmedi Hilmi, sessizce imam odasına geçerken hâlâ oturan cemaati inceliyordu. Bir ara gözü pencereye çarptı. Tüm pencerelerin kedilerle dolu olduğunu gördü. Kedilerin meraklı bakışları arasında imamla birlikte imam odasına girdiler. İçeride altı kişi oturuyordu. Hilmi selam verdi. Hilmi’nin selamını toplu şekilde aldılar. Teker teker her birinin ellerini sıktı Hilmi. Musafahalaşma yapılırken alışkanlık üzerine iki eliyle beraber musafahalaşma. Sanki Hilmi için ayrılmış gibi duran tekli koltuğa oturdu Hilmi. İmam da yerine oturunca yedi kişinin tam karşısında kaldı Hilmi. Saçları ve sakalları beyazlamış yedi kişi Hilmi’yi süzüyorlardı. Birisi imama dönerek dedi ki:

– Neden burada olduğunu biliyor mu?

Diğeri hemen lafa atladı:

– Hiç bilmese burada olur mu?

Bir diğeri lafa girdi:

– Hiç mi kitap okumuyorsun sen!

Bu esnada ortalığın karışıklığını dindirmek için imam lafa girdi:

– Bunu kendisine sorabiliriz! Daha bu soruların cevaplarını muhatabına sormadan alabilen kimse yok.

Tüm gözler Hilmi’ye döndü. Merakla Hilmi’ye bakarlarken Hilmi de şaşkınlıkla onlara bakıyordu. İmam Hilmi’nin bu şaşkın haline daha çok şaşırarak sordu:

– Neden burada olduğunu biliyor musun?

– Burada olup olmadığımı bile bilemiyorum?

– Ne demek o?

– Bunların her biri bir rüyaymış gibi geliyor.

O esnada en sağda duran kişi lafa girdi:

– Çağrıyı duymadan buraya gelmiş olamazsın!

– Evet bir çağrı duydum ama bunu rüyada mı duydum gerçekte mi bilmiyorum!

– Çağrıyı duysan bile gizli geçitten geçip buraya gelme ihtimalin yok!

– Bir rüya gördüğümü hatırlıyorum. Daha önce de bu camiye gelip namaz kıldığımı… Bugün tekrardan yatarken, bilemiyorum belki de yatmışımdı, bir ses duydum. Gerçek mi değil mi bilmiyorum. Sadece namaz çağrısı gibi geldi bana! İcabet etme zorunluluğu hissettim içimde.

– Peki ya gizli geçit?

– Gizli geçit bilmiyorum ben! Kendimi burada buldum. Hatta bir rüyanın içinde olup olmadığımı bile bilmiyorum!

– Belki birilerinin rüyalarındasındır. Lakin bu farklı bir durum.

– Ne demek istediğinizi anlamadım. Buraya gelirken uçtuğumu hatırlıyorum. Normalde insanların uçamadığını biliyorum. Yani uçak gibi bir vasıtaları yoksa. Bir de kediler! Bu kadar çok kedi, buradaki gibi anlaşmış bir şekilde davranmazlar. Bir de şey var sanki…

Hilmi tereddüt etmişti. Bunu söylemesinin doğru olup olmayacağını bilmiyordu. Oturan adamlardan biri girdi devreye:

– Ney var? Çekinmeden bize söyleyebilirsin! Seni söylediklerinden dolayı yadırgamayız. En azından şuan yadırgayamayız!

– Kediler, şey yani, sanki onlar konuşuyor gibiydiler. Yani kendi aralarında konuşuyor gibi değil. Sanki bizim konuştuğumuz gibi, bizim kelimelerimizle konuşuyor gibiydiler.

Bu sözler üzerine ihtiyarlar birbirlerine baktılar. Birisi dedi ki:

– Acaba?

İmam cevap verdi:

– Acabasını göreceğiz! O zaman genç arkadaşım sana bazı sorular sormalıyız ve vereceğin cevaplara göre bazı açıklamalarda bulunmalıyız!

– Buyrun sorabilirsiniz.

– Öncelikle adın nedir?

– Hilmi.

O sıra ihtiyarlardan biri lafa girdi. Diğerlerine bakarak dedi ki:

– Nasıl? Hilmi nasıl olur? Bu ne demek?

İmam gayet sakin bir şekilde:

– Bence iyice dinleyelim sonra karar veririz. Ortalık ne kadar toz duman biliyor olmanız lazım. Çocuğa sürekli Hilmi diyecek birilerini buldularsa isminin başka ne olduğunu düşünebilir ki?

Diğerleri de imama hak verdiler. Hilmi iyice kafası karışmış bir şekilde ihtiyarları izliyordu:

– Babanın adı?

– Abdullah.

– Bunu hatırlıyorsun demek!

– İnsan babasının adını unutur mu?

İhtiyarlar manidar şekilde birbirlerine baktılar.

– Annen hakkında bir şey hatırlıyor musun?

– Evet şu an evde. Kapıdan çıkmadığım için beni odamda zannediyor olmalı.

– İsmi nedir?

Hilmi duraksadı. Annesinin adını düşündü. Dalgın bir şekilde odanın tavanına baktı ve:

– Bilmiyorum.

Dedi. İmamın gözlerinde bir şeyler anladığını gösteren bir ibare vardı. Diğer ihtiyarlar anlamsızca birbirine baktı. Biri söze girdi:

– İnsan annesini adını unutur mu?

– Unutmaması lazım.

Bunu derken Hilmi kıpkırmızı olmuştu. Hâlâ düşünmeye devam ediyordu. Uzun uzun düşündü. Annesinin adını bir türlü hatırlayamadı. İmamın sesi düşüncelerini böldü:

– Peki en son ne zaman gördün anneni?

– Bugün konuştuk!

– Yüz yüze mi konuştunuz?

– Hayır!

– Peki en son ne zaman gördün anneni?

Hilmi düşündü. Annesinin yüzünü de hatırlayamadı. İnsan annesini unutur muydu? Bu nasıl bir sorumsuzluktu? Bu acaba bir sorumsuzlukla açıklanabilir miydi? Dehşete kapılmıştı Hilmi. Nasıl olur da annesine dair bir şey hatırlayamazdı? İmamın sesi tekrardan düşüncelerini bozdu:

– Endişeye kapılma delikanlı! Seni korkutan şeyler bizim mevcut durumu anlamamızı sağlıyor. Sana anlatacağımız şeyleri de nereden başlayarak anlatacağımızla ilgili bize bilgi veriyor. Şu an korkmanı gerektirecek bir durum yok. Lakin senin vereceğin karara göre bizim korkmamız icab edebilir.

– Anlamadım, nasıl?

– Anlatacağız! Ama öncesinde son bir soru sormam lazım. Baban ile ilgili son zamanlarda acayip bir olay yaşadın mı?

– Evet! Yani nasıl anlatılır bilmiyorum. Son bir hafta kadar bir süredir çevremde herkes sanki babam hiç var olmamış gibi davranıyor. Babamdan bahsettiğimde sanki ilaçlarını almayı unutmuş bir hastaymışım gibi davranıyorlardı. Hatta annem ilaçlarımı alıp almadığımı sordu.

– Herhangi ilaç gibi bir şey kullandın mı?

– Hayır. Sınavlarım olduğu için tartışmadım. Uykudan uyanınca bu konuyu netleştiririz diye düşündüm.

– Babanı hiç kimse mi hatırlamıyor?

– Sadece Osman abi hatırlıyor.

– Osman abi mi?

İhtiyarların kafası karışmıştı:

– Osman abi kim?

– Büfeci Osman abi. Geçen gün su almak için uğradığımda babamın nasıl olduğunu sordu. Böylece babamı hatırlıyor olduğunu bildim.

İhtiyarlardan biri diğerine dönerek:

– Kim bu Osman?

– Osman, Osman, Osman, kimdi bu Osman yahu? Sanki hatırlayacağım.

– Yok mu avcı vekili Osman. O olsa gerektir herhalde.

– Hangi çağda yaşıyorsun sen? Süvarilerin naibi Osman’dan bahsediyor herhalde! Büfeci diyor çocuk. Büfe işi yapan kaç Osman var?

– Evet! O Osman olmalı. Avcı vekilliğini ne zaman bıraktı ki?

İmam ihtiyarların sözünü böldü:

– Amma da gevşek ağızlı ihtiyarlara dönmüşsünüz! Çocuğun aklını karıştırmayın. Önce açıklamalarımızı yapalım, sonra Osman’a da sıra gelir!

Hilmi hayretle önünde cereyan eden olaylara bakıyordu. İmam tekrar lafı aldı:

– Bak delikanlı. Hayat beklediğimizden çok farklı şekilde ilerler. Çoğu kişi gerçekleri kaldırabilecek durumda değildir. Bundan dolayı herkese her şey olduğu gibi söylenmez. Gerçeklerin büyük kısmı insanlardan gizlenir. Bazen bu gerçekleri gizleyemeyiz. Ne yapar eder gerçekler gün yüzüne çıkar. Senle ilgili de senden daha fazlasını ilgilendiren gerçekler var. Bunları bilmen ve bir tercih yapman lazım.

Hilmi daha fazla dayanamayıp söze girdi:

– Nasıl bir tercih?

– Hakk ile bâtıl arasındaki gibi bir tercih!

– O zaman kolay. Aklı olan birinin kolay bir şekilde yapabileceği bir tercih. Akl-ı selim olan kaç kişi bâtılı seçer ki?

– Belki de bazen ortaya çıkan durumlar akl-ı selimliği gölgeliyordur!

– O zaman zannediyorum bana bazı açıklamalar yapmanız lazım.

– Bunu anlayabileceğini umuyoruz. Çünkü bir şekilde buraya ulaşmayı başarabildin. Bu dünya var olduğu günden beri bir savaş içerisindedir. Kimi zaman güçler yenişemeyip denge durumları ortaya çıkmaktadır. Bazen de bariz bir şekilde iki taraftan biri üstün gelmektedir. Hakk üstün geldiği zamanlar medeniyetler üstünlük gösterirken, bâtılın ağır bastığı zamanlar karanlık çağlar çökmektedir.

İmam daha konuşmaya yeni başlamıştı ki Hilmi konuşmanın nereye gideceğini anlamıştı. Lakin anlatılacak şeyleri de çok merak ediyordu. Hilmi sonucu ne olursa olsun tercihini yapmıştı. Anlatılacak olan şeylerin hayatını ciddi anlamda değiştireceğinin farkındaydı.

Hilmi’nin karar verdiği bu esnada Abdullah çölde ufuktan yaklaşmakta olan bir şeyi gördü. Ufuk çizgisi boyunca bir karartı ilerliyordu. Anlam veremediği bir şey yaklaşıyordu. Çöl havasına uymayan bir şey olduğunu fark etti.  Sanki bu duyduğu su sesiydi. Hafiften bir serinlik de hissetmeye başlamıştı. Abdullah gördüklerinin ne olduğunu fark edince dehşete kapıldı. Çölün tüm ufkunu kaplamış kapkara bir bulut, gök delinmiş gibi boşanırcasına yağmur dökerek ilerliyordu. Çölde bir yağmur fırtınasının ne demek olduğunu düşünmeye başlayan Abdullah bir yandan bundan nasıl saklanması gerektiğini düşünüyordu.


0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir