Can Er Demir

Kısa süren sessizliğin ardından Abdullah konuşma ihtiyacı hissetti:

– Neler oluyor Osman? Bu çöl de nedir? Neden sıkışıp kaldım burada?

-Aman Abdullah Dayı sen de çok sormaya başlamışsın. Bende diyorum ki, Abdullah Dayı arif adamdır. Anlamıştır şimdiye kadar. Bize yol yordam gösterir.

-Anlamıyorum Osman. Anlam veremiyorum. Zaten çok zamandır hiçbir şeye el uzattığım yok. Verdiğim sözleri babana sor. Ben sözümden caymadım Osman! Neden bu çöldeyim?

-Babama mı sorayım?

Osman’ın sözü bitmeden araya girdi Abdullah:

-Evet! Babana sor! O şahittir her şeye.

-Öncelikle Abdullah Dayı sözümü bölme. Sen artık bir Avcı değilsin. Çölde olmandan da anlaman gerektiği üzere kim olduğunu ve konumunu unutmuş durumdasın. Babam senin anlaşmandan sonra kahretti. Bir Avcının evde oturmasının ne kadar zor olduğunu biliyor musun? Herkes senin gibi Avcılığını bir kenara bırakıp ahit bozmadı.

Birden araya girdi Abdullah:

-Ben ahdimi bozmadım!

-Sen ahdini bozmadı isen neden senden haber bekleyen Avcılar habersiz kaldılar? Cevap ver bu nasıl ahde vefa?

-Bir sözüm var! Bir anlaşma yaptım! Daha fazla kurban vermemek için. Babana sor, o da orada şahit oldu her şeye!

-Ölü adamlar konuşmuyor Abdullah Dayı! Hele ki eski Avcılara hiç konuşmuyor.

-Ne demek o şimdi?

-Senin düşünemediğini söylemişlerdi ama bu kadarını bende beklemiyordum! Sen fildişi kulene çekildikten sonra ne oldu zannediyorsun? Hiç mi işaret almadın? Hiç mi ses duymadın?

-Duydum duymasına da bir anlaşma yaptım ben!

-Hiç mi dönüp bakmadın bu kadar Avcı neden çağrıda bulunuyor diye?

-Ben çağrı olarak düşünmedim onu, anlaşmanın yan etkisi olarak düşündüm. Bak bu ağrı kesici hapları bu nedenle verdi doktor.

-Yoksa… Hayır bu olamaz! Babamın anlattığı Avcı Abdullah bu kadar aptal olamaz. Sen bu çöle düşmeyi çoktan hak etmişsin. Elindekiler de bunun kanıtı!

-Ne demek istiyorsun?

-Dönüp şimdi sana edebiyat dersi mi vereyim? Nesin sen, beş yaşında çocuk mu? Elinde ne tuttuğundan haberin dahi yok!

-Ağrı kesici!

-Aç bak kutuyu ne çıkacak içinden?

Abdullah hap kutusunu açınca içinden küçük küçük yılanlar saçıldı etrafa. Gözlerini fal taşı gibi açtı Abdullah. Osman söze girdi:

-Kendi çölünde ne olmasını bekliyordun ki? Tarafsız bölgede taraf seçenin tercihi mi olur?

-Hayır bunlar taraf hapı değil, bunlar yalnızca ağrı kesici!

-Bir Avcının ağrısını ne kesebilir ki?

-O zaman nasıl kesti bu haplar ağrımı? Bu ağrılar Avcılık şeyleriyle ilgili olsa ağrılarım kesilir miydi?

-Bilmiyor musun? Nasıl Avcılıktan kovulduğunu?

-Ben kovulmadım! Bir anlaşma yaptım! Biliyorlar ki anlaşmayı bozarlarsa hazırda bekleyenler var.

-Hayır Abdullah Dayı kovuldun! Ahmakça işlerle o kadar meşguldün ki işaretleri dahi göremedin.

-Nasıl kovuldum? Ne demek kovulmak? Haber verilmesi lazım değil miydi bana?

-Senin ortakların babama saldırınca yardım çağrısında bulundu babam.

-Benim ortağım yok. Bir anlaşmam var.

-Sen anlaşma ile kendine ortak satın aldın. Babama saldırdıklarında Avcılar senden haber beklediler. İki aydan fazla eziyet ettiler babama. Ne zaman öldü bilmiyoruz. İki aylık çaba sonucunda onlardan anca ölüsünü alabildik. Ben de bir taraf seçtim. Süvarileri topladım tekrardan. Eski defterleri açtım. Borç tahsiline çıktım. Avcılar meclisi toplanmadan ortalığı sindirmeyi başardım. Avcılar meclisi babamın konumunu teklif ettiler. Senin geri döneceğini umuyordum hep. Avcı komutanlığını kabul etmedim. Süvarilerin geçici komutasını bana verdiler. Senin sessizliğinden sonra babamın kanının peşine düştüm. Avcıların hepsi senden haber bekliyordu. Çok ümitli olanlar vardı. Bu işlerin hep senin ahmaklığın sonucu olduğunu öğrendiğimde beni zor durdurdular. Senin Avcılıktan kovulman için acil gündem ile topladım Avcılar meclisini. Saldırılar o kadar çok artmıştı ki, Avcıların sessizliği tarafsız bölgeleri dahi tehlikeye soktu. Zaten süvarilere mahkumlardı. Tereddüt dahi etmediler seni Avcılıktan atarlarken. Korumanı dahi kaldırtacaktım. Lakin beklenen kişinin haberi ortalığı biraz susturdu. Ben dahi büfeci oldum nerdeyse. Şehrin habercilerinden görmeyen kalmamış cevval delikanlıyı. Senin çöle düştüğün haberini alınca benden çok sevinen olmadı. Kendi çölünde harap olman senin gibi eski bir savaşçı için en makus kader olur diye düşündüm.

-Ama… Ama ne oldu?

-Senlik bir şey yok! Tüm çabana rağmen yaklaşıyor yaklaşmakta olan.

-Nasıl olur? Bir anlaşmam var!

-Yahu ne anlamaz bir adamsın! Yalancı ile ahit yapanın ahdi ne olur? Bu zamana kadar verdiği hiçbir sözü tutmayan bir adama nasıl inanırsın, nasıl güvenirsin?

-Bana anlattılar. Güzel güzel açıkladılar. Bu iş son bulacak dediler!

-Yeter artık! Sen namusun üzerine senden ahit alanların sözüne aykırı davrandın! Hayatında doğru söylemeyenlerin sözlerinden medet umuyorsun.

-Neden geldin o zaman? Madem benden hiç ümidin kalmadı…

-Sen zaten cebindeki haplarla tarafını seçmiş, ümidi olan herkesin ümidini sonlandırmış bulundun. Lakin süvariler nihai karar mercii değildirler. Aynı Avcılar gibi. Her biri sistemin bir parçasıdır. Hepsi bir lidere ihtiyaç duyar. Herkes gibi işaretleri takip ettim. İzleri takip eden üç beş kişi etrafında toplandı. Herkes Avcıların uzun süreler bekleyebileceğini bildiği için Batılılar işaretleri gösteren herkesi Avcı olmaya zorlamış. Baba öldüğünde üç kişi kaldı işaret gösteren. Sen, ben, bir de Abdurrahman. Sen anlaşma ile Avcılık yemininde delik açtın. Haplar ile tercihini yaptın. Sıra oğluna geçti. Ben bir seçim yaptım. Senin gibi korkup evime saklanmaktansa süvarileri topladım. Her büyük işin büyük bedeli vardır. Böylece bende işaretlerin dışına çıktım ve taraflara denge getirdim.

-Ya Abdurrahman? Onun azmi ve karalılığı herkes tarafından bilinir.

-Sen fildişi kulene çekildiğin saat topyekûn ona saldırdılar. Tarihin belki de en çetin savunmasını yaptı. Duyduğumuz, ailesinden katledilen son kişi o idi. Düşmana ciddi hasar verdi. Zaten onun bu azmi, kararlılığı ve kahramanlığı sayesinde süvarileri toparlayabildim. Onun gösterdiği işaretler ile köprüleri ele geçirdik. Dengeyi kurmak ve korumak senin saklanman kadar kolay olmadı. En son senin oğlun kaldı. Tüm işaretleri gösterdi. Sabırsızlıkla bekliyoruz.

– Ama o daha 15 yaşına girmedi.

Abdullah başını ellerinin arasına aldı. Hüzünlü bir ses tonuyla:

-Allah’ım ben ne yaptım? Ben ona ne yaptım?

Alaycı ve neşeli bir tonla cevap verdi Osman:

-Sen gerçekten ya taraf seçmişsin ya ahmaksın! Bu iki vasfı birlikte üzerinde taşıyan kaç kişi hayattadır? Belki de sadece sen kaldın.

-Ne demek istiyorsun?

-Demek istediğim sen, beklenen kişi 15 yaşına gelmeden çöle düşmüş olsan beni kimse durduramazdı.

-Hangi konuda?

-Canını almak konusunda. Sırf liderin gelmiş olma ihtimaline karşı kaç yıldır büfecilik oynuyorum biliyor musun?

-Ama ben sordum daha 5 ya da 6 ay var dedi.

-Be hey ahmak herif! Günleri de mi saymayı unuttun?

Bunu dedikten sonra Osman biraz durgunlaştı. Birden Abdullah’a dönüp bir bakış attı:

-Sen hangi evde oturuyorsun?

-Anlaşma şartlarına göre ayarlanan evde.

-Hayret ediyorum. Geçmişte dengeleri nasıl değiştirmiş olabilirsin acaba? Gidip oğlunu ellerinle onlara teslim ettin öyle mi?

-Daha 15 olmadı ama? Tüm bu dediklerine anlam veremiyorum.

-Eğer senin oğlun sabah namazı nida etmemiş olsaydı bizlere halen daha bekliyorduk. Güneş gözlerini kamaştırmış galiba, ayın evlerini görmeyi unutmuşsun. Güneş ve ay takvimi arasında yılda 11 gün oynama olur. 15 yılda bu süre beş buçuk ay gibi bir zamana tekabül eder. Yani sen ne yaparsan yap yaklaşıyor yaklaşmakta olan. Tüm işaretler çıktı. Tüm haberciler onu gördü. Hatta daha yemin dahi etmeden habercileri duyduğu bile konuşuluyor.

-Kimi, kedileri mi? Onlar da mı ortak çalışıyor?

-Habercilere neden kimse dokunamaz biliyor musun? Bu bir anlaşma gereği değildir. Habercilere dokunana lanet dokunur. Cücelere ne olduğunu hatırlamazsın sen şimdi.

-Ne oldu ki?

-Bu bilgi senden emin olmadan sana verebileceğim bir bilgi değil. Zaten çocuğu lanetin kapısındaki evde bırakmışsın.

-Peki neden hala beni öldürmedin? Bir süvari bu kadar uzun konuşmaz diye hatırlıyorum.

-Hayır, hayır. Burada işler böyle yürümüyor. Camilere komutanlar sahip çıkmaya başladığından beri işler değişti. Senin oğlun geçen gün büfede ufuk açıcı sözler konuştu. Eğer beklenen lider o ise senin umudun o olabilir.

-Ne demek bu? Ben bir anlaşma yaptım?

Abdullah’ın sözü bitmeden birden ayağa kalkıp hızla atına atladı Osman:

-Bu boş lakırdıları dinleyecek değilim! Gerçeklikten silinmek üzeresin. Eğer ki o lider ise en son onun hafızasında kalırsın. Ona yolunu gösterecek bir bilge de yok. Eğer zeki bir lider olursa seni buradan ondan başkası kurtaramaz.

-Neden buradayım peki? Madem ölemiyorum neden buradayım?

-Tarafsız bölgede taraf seçme hapı içen herkes kendi çölüne hapsolur. Etrafına bak, bu senin belirsizliğinin ufku. İyice düşün her şeyi, hesabını sağlam yap. Güzel tart düşüncelerini, belki de oğlunun ayaklarına kapanman gerekecek.

-Sen nasıl geldin peki buraya?

-Ah ah, Abdullah dayı ne çabuk unutuyorsun! Köprüler dedik ya, köprüler! Daha ne bekliyorsun bizden? İyi düşün, derinlemesine, uzun uzun… İstemediğin kadar vaktin var.

Abdullah’ın soracak çok sorusu varken birden atını şahlandırıp geldiği istikamete dörtnala koşmaya başladı Osman. Aklında bir dünya soru ve aldatılmış olabileceği gerçeğiyle karşı karşıya kalan Abdullah çölün ortasındaki ağaca yaslanıp düşünmeye başladı. Bu esnada yatağında yatmakta olan Hilmi, rüyasında dörtnala koşan at üstündeki Osman’ı gördü. Çölde dörtnala giden bir at üstünde Osman vardı. Sesler duymaya başladı. “Seni bekliyoruz. Gelmeyecek misin?” Rüya gördüğünü fark etti Hilmi. Gözlerini araladı, sesler devam ediyordu. “Bu akşam senin imtihan günün. Gelecek misin?” Hilmi içinden; “Bu konuşan da kim?” diye geçirdi. “Biz haber bekliyoruz. Özel elçileriz. Gelecek misin?” Kafasının içinde sesler duymaya başlamıştı Hilmi. Son birkaç gün ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Üzerinde hiçbir zaman bulunmayan bir sükunet vardı. “Nasıl?” diye geçirince aklından “Hazırlıkları yapın, gelecek, sis perdesini indirin fark edilmesin.” diye fısıltılar duydu. “Sen bilmezsen bunu biz nasıl bildirebiliriz sana?”

Gitmek fikri kat’ileşince Hilmi de birden ayağa kalktı. Geçen gün gördüğü rüyayı hatırladı. “Ya Allah!” dedi içinden ve birden fırladı. Duvara zarar vermeden duvardan geçti ve adeta uçuyordu. Bu esnada Hilmi’nin evinde herkes uyumuş ve şehrin tamamına sis çökmekte idi. Hilmi bekleyenlerden başka hiç kimse gökyüzündeki karartının Hilmi olabileceğini düşünmüyordu.


0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir