Can Er Demir
Hava 35 dereceye ulaşmıştı. Gittikçe ısınmaya devam ediyordu. Masmavi deniz sularına uzanan kumsallar uçsuz bucaksız gibi görünüyordu. Bomboş sahilde sadece iki kişi var gibiydi. Üzerinde uzandığı şezlong bile bu adamın bir patron olduğunu belli ediyordu. Yanındaki kişinin karısı mı, sevgilisi mi olduğunu kimse bilmiyordu. Görenler partnerini kıskandığı için bomboş bir sahile geldiğini zannedebilirlerdi. Halbuki patron insan sevmezdi. Hemen hemen tüm insanlarını küçük görürdü. Ona göre kusurlu tüm varlıklar küçük görülmeliydi. Dünyada kusursuz gördüğü az sayıda insan vardı. Bir narsiste yakışır şekilde elbette ki en başta kendisini kusursuz görüyordu. Bu durumu insanlara hissettirebilecek kadar parası olduğu için kimseden çekinmezdi. Yanındaki sayısız çalışanı patronun korkaklık yaptığını da hiç görmemişlerdi. Her zaman rakiplerinden bir adım öndeydi. Planlarını başkalarına mecbur kalmayacak şekilde yapardı. Şimdi tatil günlerindeydi. Bunu kendisine bir hak olarak görüyordu. Tabii ki kanunda ve dinlerde böyle bir madde yoktu. Zaten bir narsist için böyle bir madde olmasına da gerek yoktu. Şezlonguna uzanmış güneşin tadını çıkarıyordu. Gözleri kapalı huzurla uzanırken birden uzaklardan bir ses duydu:
-PATRON! PATRON!
Gözlerini açtı. Uzaklara baktı. Dikkat kesildi. Gelen en iyi ve sadık adamlarından biriydi. Düşündü. Bu adamın böyle gelmesini gerektirecek hiçbir şey olamazdı. Düşündü. Kendisine tatil zamanı şaka tertipleyecek kimse de yoktu. Bu cesareti gösterenler cezalandırılacağını bilirdi. Düşündü. Bu adam şuan buraya kimsenin gelmesinden sorumlu bir adamdı. Bu adamın gelmesini açıklayan hiçbir mantıklı sebep yoktu. Adam bağırarak gelmeye devam ediyordu:
– PATRON! PATRON!
– Bu ahmak herifin derdi ne acaba?
Adam soluk soluğa gelmişti. Kendine gelmeye çalışıyordu. Patron şezlonga oturmuş hayretler içerisinde adamını izliyordu. Adam tam kendine gelmeden konuşmaya başladı. Kesik kesik, heyecanlı konuşuyordu:
-Patron! Geliyor! Acil! Felaket!
-Bir soluklan kendine gel! Ondan sonra tane tane anlat! Umarım doğru düzgün bir mevzudur. Yoksa sıkıntı büyük biliyorsun! Hoş dünyanın sonu gelmedikçe de ne olabilir ki seni buraya getiren?
-Patron…
Sözü şiddetli yıldırımlarla bölündü. Birden hava kararmıştı. Nasıl karardığını anlamamıştı bile. Şiddetli şimşekler adamını duymasını engellemişti. Adamı gökyüzünü gösteriyordu. Patron şaşırmış ve kızmıştı. Havanın bozulduğunun haberini vermek için mi böyle acele etmişti bu adam. Adamın paranoyak gibi davranan halinden şimşekleri saymayı unutmuştu. Gözlerini dehşetle açan adamının baktığı tarafa döndü. Denize yöneltmişti gözlerini. Patron bakarken denize yıldırım düştüğünü gördü.
– Patron bu, bu, bu, patron!!!
– Bu imkansız!
– Ama nasıl, neden, denize!!!
Adam artık mantıklı cümle kuramıyordu.
– Bu imkansız! En az beş ay daha var! Bu imkansız!
O esnada patron nal sesleri duymaya başladı. Korkuyla ayaklarını yerden kaldırdı. Ses birden kesildi. Tekrar ayaklarını koydu. Nal sesleri tekrar gelmeye başladı.
-Süvariler! Olamaz! Bu imkansız! Osman kafayı mı yedi? Peki bu haber neden bu kadar geç bana ulaştı? Nerede bizim gözcülerimiz?
Adamı şaşkın şaşkın patronu izliyordu. Birden ayağa kalktı patron. Nal seslerini daha net duyuyordu.
-Koş çabuk kaleyi hazırlat! Yengeni de evine götür! Herkese haber ver! Gelebilen herkes kaleye gelsin! Gelemeyen kendi kalesine çekilsin! Herkes en kötüye göre hesap yapsın! Koş, çabuk ol hadi!
Adamın kafası karışmıştı.
-Şey, patron, şey diyecektim…
-Yeter bu kadar saçmaladığın! Koş ve emirlerimi yerine getir! Telefonum nerde benim? Acilen birilerin aramalıyım! Koş hadi çabuk!
Adamı kaldırıp gönderirken kendisi de telefonunu eline aldı ve hızlı adımlarla uçağına doğru ilerlemeye başladı.
0 yorum