Can Er Demir
Caminin içinde ön saftakiler Kur’an-ı Kerimleri açmış takip ediyorlardı. Yaşlılar kenarlara yaslanmış uyuklamaktaydılar. Gençler sıkılmış ama bu tarihi ana şahit olmak için sessizce bekliyorlardı. Hilmi aralıksız okumaya devam ediyordu. Caminin içinde görünür hiçbir yerde klima olmadığı halde içerisi oldukça serin olmaya başlamıştı. İçeride hatmi dinleyenlerin içleri ferahlamaktaydı. Hilmi aralıksız okuyordu. İmam, Osman’a gelmesini işaret etti. Sessizce hiç kimseye fark ettirmeden İmamın yanına gitti Osman. Bir bardak su verdi ve Hilmi’yi işaret etti. Tam heyecanla konuşacaktı ki Osman, İmam sessiz olmasını işaret etti. Osman kelimelerini yuttu. İmam, Osman’a ön saflardaki bir boşluğu gösterdi. Osman sessizce safların arasından ilerledi. Hilmi’nin oturduğu mihrabın önüne eğildi ve suyu münasip bir yere bıraktı. Hilmi sayfayı bitirmişti. Sustu ve Osman’a baktı. Osman’ın bıraktığı suyu aldı. Bir yudum aldı ve boğazını ıslattı.
-Allah razı olsun, Osman Komutan, dedi.
Osman’ın gözleri büyüdü. Ne diyeceğini bilemedi! Gözlerini Hilmi’ye dikmiş yarı çömelmiş durumda bekliyordu. Kur’an’ın üçte ikisini bitirmişti Hilmi. Osman’a komutan demesi ise eğer kendini ispatlarsa Osman’ın ilk komutanlarından birisi olacağı anlamına geliyordu. Bu Osman için zor ama mesut günlerin başladığı anlamına geliyordu. Caminin içi sessiz olduğu için herkes bunu duymuştu. Hilmi okumaya devam etti. Osman hala hareketsiz bekliyordu. Paçasına dokunan ihtiyarın hamlesiyle kendisine geldi ve İmam’ın daha önce işaret etmiş olduğu boş safa oturdu. Diz çökmüştü Osman. Elleri dizlerinin üzerinde saf pozisyonunda bekliyordu.
Caminin içinde hafiften bir fısıldaşma olmaya başladı. Fısıldaşan önce bir iki kişi iken caminin içi arı kovanı gibi vızıldamaya başlamıştı. Uğultu artınca rahatsız oldu Hilmi. Sustu ve Osman’a baktı. Ses kesilince kafasını kaldıran Osman, Hilmiyle göz göze geldi. Tamam anlamında gözlerini kırptı. Hilmi tekrar okumaya başlayınca Osman aniden kafasını arkaya çevirdi. Gözlerinden okunan hışım bir şimşek gibi çaktı caminin içinde. İki üç saniye geçmeden tüm süvariler Osman gibi diz çökmüş ellerinin dizlerinin üzerine koymuş sanki namazdaymış gibi pozisyon aldılar. Süvarilerin hareketi ile tüm camide yeniden sessizlik hakim oldu. Sanki Osman yerleri gökleri inleten sesiyle bir talimat vermişti. Süvarilerin aynı anda ve şaşmaz bir şekilde hareketleri ise tüm cemaati etkilemişti. Osman önüne döndü. Tüm süvariler aynı pozisyonda bekliyorlardı. Süvarilerin duruşu yaşlı amcaları da etkilemişti. Tüm cami sanki namaz kılmaya kalkacak gibi dikkatli bir durumda bekliyorlardı.
Hilmi durmadan okudu. İkindi ve akşam namazları vakitleri gelince namazlar kılınmıştı. Hilmi okumaya devam ediyordu. Caminin bahçesindeki dikenler ise ateş gibi kızarmıştı. Artık alevden bir kubbe caminin etrafını sarmaya başlamıştı. Hilmi son cüzü okuyordu. Yatsıdan önce bitirmeye çalışıyordu. Sesinin tonunu ve hızını artırmaya başladı. Cemaat bunu fark edince kendisini toparladı. Hilmi yatsıya yirmi dakika kala okumayı bitirmişti. Duasını yaptı ve hatmi bitirdi. Oturduğu yerde dikleşti.
– Abdest tazeleyin namaz yakındır, dedi ve Osman’a gelmesini işaret etti.
-Bu ezanı sen okuyacaksın Osman Komutan! Gür bir ses bekliyorum senden, dedi.
Osman kafasıyla kabul ettiğini belirtip abdest tazelemeye gitti. Cemaat avluda metal dikenli kubbenin kızardığını görüp şaşırdı. Biri yaklaşıp elinin sürünce aynı zamanda sıcak olduğunu fark etti. Caminin içi ne kadar serinse avlusu da o kadar sıcaktı. Herkes hayretle durumu izliyordu. Sadece ihtiyar heyeti durumun farkındaydı. İhtiyarlardan ikisi Hilmi’nin yanına geldi.
-İzin buyurursanız şu ilk ezanı biz okuyalım!
Hilmi’nin kaşları dikleşti, bakışları sertleşti. Kafasını yavaşça yerden kaldırıp kendisine teklife getirenlerin yüzüne dikkatle baktı. Ağır ağır, tane tane dedi ki:
-Hatim bitti, hüküm verildi! Siz şu an söyleyeceğiniz sözleri düşünün. Çenenizi başka bir şey için yormayın!
İhtiyarların yüzü kubbeden daha kırmızı olmuştu. Utanmanın ne demek olduğunu yeni öğreniyor gibiydiler. Sessizce abdest tazelemeye gittiler. Caminin içi abdest almak dışarı çıkanlar ve namazı bekleyenlerle doluydu. Süvariler hala daha elleri dizlerinde oturuyorlardı. Onların böyle oturması cami içerisinde fısıltı oluşmasını dahi engelliyordu. Hilmi ihtiyarların önündeki rahleleri ve Kur’an’ları tek tek kaldırmıştı. İmam odasına girdi. İmam odasının yanındaki lavaboda abdestini yeni almıştı. Hilmi odada cübbelerin yanındaki tahta döşemeye elini uzattı. İmam tam dolabın yanda olacağını söyleyecekken hayretler içinde kaldı. Döşemeyi itip arkasından bir dolap kapağı açtı. İmam ilk defa orada gizli bir dolap görüyordu. Oradan aldığı cübbe sarığı giydi Hilmi. Tam üstüne göre yapılmıştı bu cübbe ve sarık. Siyah, yakaları altın sarısı yaldızlı cübbe Hilmi’ye bir komutan edası vermişti. Başında ise Osmanlı fesi üzerine sarılı bembeyaz bir sarık vardı. Hilmi cübbenin düğmelerini kapattığında ezan başladı. İmam birden doğruldu.
-Bu, dedi, bu bizim Osman mı?
-Evet, dedi Hilmi, yeni görevini ilana çıktı! Müezzin mahfiline geçiniz lütfen! Ezan duası size yakışır.
Bu sözler ile caminin hizmet görevinin yine kendisine verileceğini anladı İmam. Ezan bitmeden imam odasından çıktılar. Hilmi mihraba geçerken, İmam’da müezzin mahfiline doğru yol aldı. Osman aldığı emirle en yüksek perdeden ezan okumaya başlamıştı. Avluda son abdest alanlar kubbenin inlemekte olduğunu fark ettiler. Belli ki bu ezan birçok yerden duyuluyordu. Kubbenin dışı ise başta kediler olmak üzere birçok hayvanla dolmuştu. Kediler kubbenin etrafına adeta etten bir duvar örmüşlerdi. Ezanın bitmesiyle İmam Efendi ezan duasına başladı. O sırada müezzin mahfiline gelen Osman şaşırdı. Demek ki Hilmi planlarını yapmış görevleri dağıtmaya başlamıştı bile. Cemaati sünnete İmam Efendi kaldırırken, kameti Osman getirdi. Sanki aralarında sözsüz bir görev dağılımı yapılmıştı. Görevlerini yerine getiriyorlardı. Yatsı bittikten sonra amenerrasulüyü Hilmi okudu. Dua edilmişti lakin camiden çıkan tek bir kişi bile yoktu. Mikrofonu bir kenara bırakan Hilmi besmele, hamdele ve salveleden sonra söze girdi:
-Her birinizin merak içinde olduğunu biliyorum. Bugünden beri burada yaşananların manasını aranızda bilenlerde var. Tutulan ve tutulmayan sözlerin hesap gününe gittikçe yaklaşıyoruz. Bir savaşın eşiğinde olduğumuz ise malumunuzdur. Aslında bir savaşın eşiğinde değil, bir savaşın içindeyiz. Eğer hesap bilmezler kendilerini hesap uzmanı zannederek yanlış hesap yapmasalardı bugün ben burada bulunamayacaktım dahi.
Bu sözlerle Abdullah’ın gözleri büyüdü. Oğlu haklıydı. Eğer hesapları yanlış yapmasalardı savaşın mutlak galibi olmak için Osman’ı da Hilmi’yi de öldürmeye kalkacaklardı. Hilmi babasının kafasındaki bu fikirler arasında konuşmaya devam ediyordu.
-Bugün isteyenleriniz gitmekte özgürdür. Kimseye neden gittiğine dair hesap sormayacağım.
Bu sözler üzerine caminin içinde uğultular yükselmeye başladı.
– Yalnız!
Bu ihtar ile tekrardan derin bir sessizlik hakim oldu mescide.
-Karşımıza çıkan hiçbir kimseye de soru bile sormayacağız. Bugüne şahit olduktan sonra hala tarafsızlıkta diretenlerin bir tarafı olduğu aşikardır. Bugün artık sessizlik aşamasını bitirmiş karşılık verme aşamasına geçmiş bulunuyoruz. Savaşın sonuna yaklaştık çünkü artık biz elimizi silahımıza atıyoruz.
Caminin içi her zamankinden daha sessiz bir konum aldı. Artık Hilmi’nin kalp atışları dahi duyulabilecek bir seviyedeydi.
– Süvariler resmi olarak ordumuzun bir parçasıdır. Caminin iaşesinden İmam Efendi sorumludur. Tüm orduyu savaşa çağırın! Tek bir taarruz ile savaşın sonuna gidiyoruz. Gözcüler ise tek tek sorguya alınacaklar. En tarafsızları dahi ihtiyar heyetiyle birebir görüşüp masumiyetlerini ispatlamak zorundalar. Okçular her daim caminin etrafında nöbette olacaklar. Şüpheyle uçan kuşları dahi vurmaları benim emrimdir. Gel buraya Osman!
Cami birden müezzin mahfiline döndü. Osman sessizce ve süratle Hilmi’nin yanına geldi. Hilmi beklemesini işaret etti.
-Gözcü lideri Komutan Mustafa’dır. Okçu lideri Komutan Muaz’dır. Süvari lideriyse Komutan Talha’dır.
Süvari liderinin açıklanmasıyla bir uğultu kopar gibi olduysa da Osman’ın kafasını sertçe cemaate çevirmesi sessizliğin sağlanması için yeterli oldu.
-Komutan Osman ise benim özel ulağımdır. Diğer tüm komutanlıkları belirleme yetkisi ihtiyar heyetindedir.
Sonra ihtiyarlara dönerek.
-Sabah namazına kadar vaktiniz var. Komutanları tayin ediniz. Cumaya kadar da gözcülerle ilgili raporu bekliyorum. Açın kapıları giden gitsin. Harp başlıyor.
Dedikten sonra bağdaş kurup arkasına yaslandı. Caminin kapıları açıldı. Avlunun çevresini saran kubbede de üç ayrı kapı açılmıştı. Osman gelip Hilmi’nin dizinin dibine oturdu. Elleri dizinde iki gündür olanları anlamaya çalışıyordu. O sırada:
-Bir süvari için en zor iş nedir Osman Komutan?
– At biner kişi süvari olur! Zorluk bilmez, engel tanımayız!
-At binebilen herkes mi süvaridir?
-Attan düşmeyen hedefe varan herkes potansiyel süvaridir! Ahdi ve ahdine sadakati de lazımdır!
-Bir süvari ne zaman rütbesini kaybeder?
Bu soruyu herkes merak ediyordu. Acaba Osman süvarilikten alınmış ve ulaklık diye yeni bir birim mi ihdas edilmişti.
-Bir süvari ölünce rütbesini kaybeder!
-Öyleyse hepiniz aynısınız yani! Rütbeler değişir, kaideler aynıdır hepiniz için!
-Elbette ki! Ricanız bile emirdir bize!
-Komutan Talha’ya elzem bilgileri aktar! Süvari ulak olarak yola çıkıyorsun! Zor bir görev seni bekliyor! At bineceksin!
-At binen kişi süvari olur! Bize at binmek zor mudur?
-Düşün ki ne kadar bineceksin! Senden hızlısı olmamalı! İmam odasına geçin Komutan Talha’ya aktaracaklarını aktar. Yola çıkıyorsun!
-Savaş?
-Senin savaşın daha çetin! Acele edin!
Osman yeni süvari komutanı olan genç Talha ile imam odasına geçti. O sırada Hilmi dışarı çıkanları izliyordu. Gözcülerin eski yeni hepsi içeride bekliyordu. Arada acele çıkanlar gözüne takıldı. Mustafa ve Muaz’a işaret etti. Yanına gelen komutanların kulağına bir şeyler söyledi. Sonra ayağa kalktı.
– Sabah namazı sizi dinleyeceğim ey cemaat, dedi. Muaz ve Mustafa camiden çıkarken Hilmi de imam odasına doğru yol aldı. Bir iki saat uyumak niyetindeydi.
0 yorum