Can Er Demir
Ezan bittikten sonra cami içerisindeki cemaatin bir kısmı sessizce kalkıp sünnetleri kılmaya başlamışlardı. Bir kısım cemaat ise ilk defa namaza gelmişler gibi şaşkınca etrafa bakıyorlardı. Yeni gelenlerden birisi diğerine sordu:
– Toplantı olacak demediler mi?
– Evet?! Bende toplantı diye geldim!
O sırada yan safta ayağa kalkmak için hazırlanan kişi:
– Cami toplantıları namazdır. Namazdan sonra işi olan istediğini yapar lakin camide namaz vakti çağrılmış iseniz ezanın akabinde namaz kılınır.
İlk konuşan hatırlamış gibi:
– A evet, bunu nasıl unutabiliriz. Bu nedenle abdestli gelmemiz istendi.
Bunun üzerine iki arkadaş ayağa kalkıp namaza durmaya niyetlendiler. İlk defa kılacakmışlae gibi heyecanlıydılar. Etraflarına bakarak milletin neyi nasıl yaptığını kavramaya çalıştılar. Aslında nasıl namaz kılınacağını biliyorlardı. Fakat uzun zamandır kılmadıkları için hata etmekten çekiniyorlardı.
Bu esnada caminin şadırvanı da doluydu. Namaz için camiye yeni gelenler hacetlerini gidermiş abdest almakla meşgullerdi. Osman hala sırt üstü cami avlusunda yatıyordu. Atı ayağa kalkmış ve cami duvarına yaklaşmıştı. Duvardaki dikenlerden yemeye başladı küheylan. Küheylanın yediği yerde tekrardan dikenler bitmeye başlıyordu. Anlaşılan cami duvarını saran diken barikatı aşılamaz bir seviyedeydi. Osman yavaşça ayağa kalkarken üstünü başını temizledi. Bir yandan da canının yandığını belli eden sesler çıkartıyordu. Abdestini almış ve kollarını kurulamaya geçen bir dayı:
– Osman, Osman! Yaşlanmışsın Osman! Hey gidi hey bide at sırtında sesi gür çıkıyor derler!
– Rasim Emmi, yaşlandık ya, yaşlandık! Hele bir düşün ben bu kadar yaşlandımsa sen ne kadar yaşlandın!
Osman’dan önce cami avlusuna giren iki kişi hayretle birbirlerine baktılar. Karşılarında yaşadığından bile haberlerinin olmadığı bir avcı efsanesi duruyordu. Rasim Emmi burada ise durum çok ciddi olmalıydı. Dikkat çekmeden sessizce şadırvan sırasına girdiler ve abdestlerini alıp camiye doğru ilerlediler. Bu iki eski avcı komutanından biri camiye girmeyeli yıllar olmuştu. Diğeri görev icabı yılda bir gidiyordu camilere ama bu cami gibi büyük ve merkezi bir camiye en son taraf değiştirmeden önce gitmişti. Uzun zamandır camiye girmeyen komutan yüreğinde bir kıpırtı hissetti. Ufak bir çocuk sanki ilk defa azametli bir camiye giriyordu. Gayrı ihtiyari babasının elini tutmak istedi. Elleri kıpır kıpır hareketlendi. Lakin babası ortalıkta yoktu. Caminin kapısına geldiklerinde ayakkabılarını çıkarıp eline aldı. Babasıyla ilk cuma namazına gittiği gün geldi aklına. Sabırsızlıkla zıplayarak cami kapısında o an beklediği zamanki gibi bir kalabalıkta sıra bekliyordu. Babasının dilinden dökülen tavsiyeler kulağında yankılanmaya başladı. Camiye sağ ayakla girilmeliydi. Ayakkabılarını kimsenin üzerine sürmemesi lazımdı. İnsanlara eziyet vermeden, çarpmadan sessizce bir yer bulmaları lazımdı. Sessizlik önemliydi. Çünkü herkes ibadet amacıyla oradaydı. Kimsenin ibadetine engel olacak bir davranış yapmamak gerekiyordu. İlk defa camiye girdiğinde olduğu gibi aklında binlerce soru vardı. Babasına bu soruları sormak istiyordu. İmam hutbeye çıkana kadar babası tüm soruları sessizce cevaplamıştı. O da sessizce yeni sorular sormuştu. Hala babasını arayan gözleri yaşlarla dolmuştu. Göremeyeceğini bildiği birini arıyordu. Babasına verdiği söz geldi aklına. “Ben” demişti “hiç bırakmayacağım camiyi”. Babası tebessüm etmişti. “Asla bırakma yavrum” demişti. Çocukken bu sözün imamın hutbeden indikten sonra söylendiğini anlaması geç sürecekti. Ama şimdi tüm zaman şeridi film gibi geçti gözlerinin önünden. Babasının hatırasını yad ettikçe eski günlerin hüznü çöktü üzerine. “Neden?” diye düşündü. Bunca yıl camiden kopmasına sebep olan şey neydi? İlk defa karşı saftan gelen teklifi hatırladı. Kendisine vaat edilen her şey elinden alınmıştı. Şimdi sıfırı tüketmiş bir halde yeniden camideydi. Eğer en sonunda böyle olacağını bilseydi babasının tavsiyesini vasiyet bilip ayrılmazdı camiden. Hiç ayrılmasa belki müezzin veya imam da olabilirdi. Birden durduğu safta irkidi. Onu zaten camiden kopartan şey bu beğenilme arzusu değil miydi? Uzun zaman olmuştu namaz kılmayalı. Ellerini tekbir için kaldırırken bir karar verdi. Artık beğenilme arzusunu zincir altına alacaktı. Bu hayatın böyle gitmeyeceğini farkındaydı. En azından daha çok şey kaybetmemiş olurdu. “Artık” dedi içinden “bir şeylerin ilki olacaksam, sessiz ve sedasız, Allah’a itaat edenlerin ilki olmalıyım”. Vermiş olduğu kararın içine doğurduğu huzur ile namaza durdu.
Tüm cemaat sünnetleri bitirmişti. İmam odasından çıkan imam göründü. Cami tıkabasa doluydu. İmam müezzin mahfiline geçti. Cemaatin yarısı imamı tanıdığı için şaşkındı. İmam efendi kamet getirmeye başlayınca imam odasıdan cübbesi ve sarığı ile bir genç çıktı. Mihraba doğru ilerlerken cemaat sessizce ayağa kalkmaya başlamıştı. Kabullendikleri belliydi. Genç imam kametin bitmesiyle namaza başladı. İlk rekatta ankebut suresi 45. Ayeti, ikinci rekatta ise kafirun suresini okumuştu. Cemaatin çoğu genç imamın heyecandan kısa kestiğini zannetti. Halbuki az bir kısım cemaat verilen mesajı anlamıştı. Namaz ve tesbihat bitice meraklı bakışlar inde genç imam diz üstü cemaate doğru durdu. Biraz önce imam odasındaki ihtiyarlar da cemaate sırtları dönük bir şekilde genç imamın önüne geçtiler. Önlerine birer rahle aldılar. Rahlelerin üzerine her biri sürekli kullandığı dış kapları iyice eskimiş olan Kur’anları koydular. Genç imam derin bir nefes aldı ve Fatiha suresinden okumaya başladı. Meraklı cemaatte sessizce dinlemeye başladı. Genç imam ezberden Kur’an okumaya başlamıştı. Önce sadece Fatiha Suresini okuyacak zannettiler. Devam ettikçe ne kadar ilerleyeceğini anlayamadılar. Bakara Suresinin beşinci sayfası okunurken mırıldanmalar başlamıştı. O esnada ihtiyarlardan biri ayağa kalktı:
– Muhterem hazirun! Kur’an okunuyor, icabet ettiğiniz davete uyun ve sessizce dinleyin!
Uyarısında bulundu. Artık hatim okunmaya başladığını anlamışlardı. Kafasını kaldıran hayret içindeydi. Genç imam ezberden okuyordu. Ezberden tek seferde hatim kimsenin görmediği bir olaydı. Herkes sessizce olduğu yerde dinliyordu. Süvariler ve çağrıyı okuyan gözcüler zaten hatim bitmeden çıkmamak için gelmişlerdi. Zorla getirilenler ve haklarında af çıkanlar ise o günün uzun geçeceğini hissediyorlardı. Hilmi okudukça sarmaşık dikenli duvarlar temelden itibaren metale dönmeye başlamıştı. Bunu ilk farkeden ise küheylan oldu. Afiyetle yediği sarmaşık dikeni metale dönüşüyordu. Hatim aralıksız devam ediyor, hatim devam ettikçe sarmaşık diken metale dönüyordu. Öğlen ezanı vakti geldiğinde 10 cüz bitmişti. 10. Cüzün okunmasıyla Hilmi ara verdi. İhtiyarlardan biri ayağa kalkıp:
– Abdest ve namaz arası! Namazdan sorna devam edeceğiz!
Dedi. Cemaat Kur’an’ın üçte birinin okunduğundan habersiz hacet gidermeye ve abdets almaya çıktılar. Cami avlusunda gördükleri metal kubbeli metal duvar Osman haricinde herkesi şaşırtmıştı. Osman ise bunun sonucu bugünden belirli bir savaşın habercisi olduğunu biliyordu. Sükunetle abdest aldı. Metal kubbeye dokunanlar ise hiçbir çıkış yolu olmadığını fark ediyorlardı. Öğle namazından sonra Hilmi tekrardan rahlesinin başına oturup okumaya başladı.
0 yorum