Can Er Demir

Osman atından indikten sonra dik bir şekilde durarak etrafına baktı. Osman’da herhangi bir korkmuşluk görünmüyordu. Silahları uzatanların komutanı olduğu belli olan bir adam Osman’a seslendi:

-Sen buraya nasıl bir cesaretle geldin?

-Asıl benim merak ettiğim siz nasıl bu kadar cesaretle karşımda duruyorsunuz?

-Siz süvariler sayı saymayı unutmuşsunuz galiba?

-Biz çok şeylerin sayıyla olmadığını biliriz! Hatta sizin sayı saymaktan aciz olduğunuzdan da haberdarız.

-Evet söylemişlerdi! Sizleri süvari yapan şey büyük ahmaklığınızdır! Ama ne söyleyeyim bu kadarını ben de beklemiyordum.

-Çok enteresan, kendini akıllı sayıp da bu kadar yanlışta ısrar etmesi bir kişinin… Bunu hangi akılla açıklıyorsunuz?

-Kelimeleri biliyoruz! Siz kelime kullanmakta mahirsiniz! Hatta silah kullanmaktaki namımız da aramızda yaygındır! Ama bir kafanı kaldır da bak istersen! Bu kadar silaha karşı tek başına ne yapabilirsin ki?

– Sizi bilirim ben! Seçtiğiniz taraf cesaretinizden değil, korkunuzdandır! Amma neyden korkacağınızı da tam bilmezsiniz! Belki de artık neyden korkacağınızı öğrenmenizin vakti gelmiştir! Hadi bakalım kaç cesur var aranızda kendini öldürtme cesaretini gösterecek?

Herkes tedirgin olmuştu. Başlarında kumandanları olmasına rağmen karşılarındaki adamın tehdidi daha korkutucuydu. Sayısal çoğunluklarının çok bir şey ifade etmediğinin farkındaydılar. Ama bu gelen kişinin de tek başına bir şeyler yapamayacağını biliyorlardı. Herkes tedirgin bir şekilde arkadan gelecek bir saldırı bekliyordu. Tam bu esnada Osman sözü ele aldı:

-Bugün ciddi bir tehditle buradayım. Sizler anlaşmayı bozduğunuzdan beri ilk defa böyle bir tehditle karşılaşacaksınız. Köprülerin altından çok sular geçti. Aranızda bir süvari görüp de yaşayan çok az kişi kaldı. Süvarilerin varlığı biliyoruz ki içinizde bir korku kaynağı. Günleri de yanlış saydığınızı biliyoruz. Her batıl gibi yok olmaya mahkumsunuz. Ve sizin için yok oluşun başlangıcındayız. Sizlere son merhamet dalını uzatmaya geldim. Vaktiniz çok uzun kalmadı. Bu yüzden bir an önce karar vermeniz lazım. Karar veremeyenlerin kararı zaten bizim tarafımızdan verilmiştir. Sözümü anlayanlar şimdiden kararlarını söyleyebilirler.

-Ben buranın komutanıyım! Bana sormadan bir karar verebileceklerini zannettin!

-Bilirim siz kitapta okumazsınız. Zaten bu cehaletiniz kitapsızlığınızdan gelmektedir. Sizlere hatırlatmış olayım. Her koyun kendi bacağından asılacak.

Bu arada lafa giren bir asker oldu:

-Senin sözlerinde samimi olduğunu nereden bileceğiz?

Askerin lafa girmesine giren komutan hiddetlendi:

-Sen kim olarak benim sözümü çiğneyip araya giriyorsun?

Asker komutan da ciddiye almadan konuşmaya devam etti:

-Buraya çok adamlar geldi! Her biri de türlü vaatlerde bulundu! Hangisinin ciddi hangisinin kalıcı olduğunu nereden bileceğiz?

Osman sanki komutan yokmuş gibi adamla konuşmaya başladı:

– Aranızda hâlâ işaretleri okuyabilen var mı?

Bu sorunun ardına derin bir sessizlik oldu. Osman devam etti:

-İşaretleri okumuşsanız bir şeylerin değiştiğini görmüş olmanız lazım! Artık devir değişti! Öyle ki size gelen kişi süvarilerinin komutanıdır! Size verilen taahhütler kesinlikle yerine gelecektir! Şu an size taahhüt edilen tek şey ise yanlış hareketimize karşılık ölümdür!

O sırada lafa giren bir başkası:

-Peki Osman Aga hiç mi kurtuluş şansımız yoktur?

-Bana kalsa burada hiç kimsenin kurtuluş şansı olmaz!

Araya giren ilk asker tekrardan söze girdi:

-Burda küheylan anından inmiş bir şekilde durduğuna göre demek ki sana kalmayan şeyler var!

-Çok enteresan aranızda hala hikmeti sinelerinde bulunduran insanlar var!

-Sözü uzatma Osman Efendi! Vaktimizin daraldığın farkındayız! Bize vaadinin nedir? Senden bir cevap bekliyoruz!

-Aranızda sayı saymayı bilenleriniz varsa gelenden de haberiniz vardır! Sizlere ben ölümden başka bir şey vaad edemem! Ama açık bir kapı bırakıldı. Sıfırdan başlamak isteyenler için yeni bir gün doğmak üzere. Unutmamanız gereken şey sabah yakın değil midir? Eğer arkasına bakan olursa hüsrandan kurtulamayacaktır!

O sırada orada bulunan sözde kumandan silahına davrandı. Osman’ın bir metre uzağından kafasına doğru nişan aldı. Tetiğe bastığı. Kurşun kumandanın omzuna isabet etti. Kendi kurşunuyla nasıl vurulduğunu anlamayan kumandan dehşet içerisinde bir çığlık attı. Osman alaycı bir şekilde kumandana bakarak:

-Şu mesafeden nişan almayı dahi unutmuşsun! Bir de kendine ben kumandanım deyip duruyorsun!

Bu sırada askerlerden birisi ilk söze giren askere dönerek:

-Bu gerçekten süvarilerin kumandanı Osman mıdır?

-Sözün tamamı ahmak olanlara söylenir! Eğer bu adamın kim olduğunu anlamayanlar varsa başlarına gelecek olan mukaddesata rıza göstermekten başka bir çareleri kalmamıştır.

Bu söz ile orada bulunanların yarısı atlarına binerek Osman’ın geldiği yöne doğru dört nala at sürmeye başladılar. Osman başını kaldırdı. Göğsünü dikleştirdi. Derin bir nefes aldı. Gür bir sesle söze girdi:

-Duymayanlar için tekrar edeyim! Sabah yakın değil midir?

Bu söz üzerine geri kalanların dörtte biri de atlarına atlayıp dört nala at sürmeye başladılar. Her birini aynı yöne gitmiyor vardı. Kararını farklı yönde verenler vardı. Osman’la konuşan 2 asker hala Osman’ın karşısındaydılar. Yüzünü onlara doğru çeviren Osman:

-Yarın sabah çiçekler açacak! Batı’nın vaat ettiği gibi çiçekler kanla sulanacak! Vaktiniz gittikçe daralıyor! Küheylanlarınız sizi terk edeli çok olmuş! Yolların ne kadar uzun olduğundan haberiniz yok galiba?

-Bizler için ümit var mı Osman?

-Tövbe kapısını kapatmak bizim mi elimizdedir?

-Senin de elinde olan bir şeyler vardır elbet!

-Evet sizin görmediğiniz bazı şeyler de var benim elimde! Görmek istiyorsanız bekleyiniz! Küheylan için bile vakit daralıyor!

Bu sözler üzerine iki asker atlarına atlayıp dört nala at koşturmaya başladılar. Uzaklardan bir fısıltı Hilmi’nin kulağına kadar uzandı: “Haydi” diyordu, “Haydi bugün tekrardan bir küheylan olmanın kapısı aralandı bize”. Osman kendisine uzatılan silahları aldırış etmeden elini beline attı. Çekmiş olduğu kılıç parıl parıl parlıyordu. Gecenin tüm karanlığı kaybolmuştu. Birden Osman’ın gür sesi duyuldu:

-Siz ey ahmaklar ve hainler sürüsü! Bugün isyanının karşılığını alacaksınız! Kaçmak için dahi akıllarını kullanamayan bir avuç zavallı haline geldiniz! Siz bugün bir ibretin adısınız! Öyleyse dinleyin bir adama neden süvari denir? Çünkü yiğit odur ki at biner süvari olur!

Bu söz üzerine orada duranların yüreklerine bir korku sarıldı. Osman tek hamleyle atının üzerine bindi. Elindeki kılıçla bir hamlede karşısına peki komutan müsvedde seni ikiye ayırdı. Bunu görenler dehşete düşmüşlerdi. Şimdi Osman atının dizginlerini kendisini izleyen korkakların üzerine çevirdi. Bir kısmı korkudan kaçmayı dahi akıl edemeden oldukları yerde kaldılar. Osman ise yılların verdiği birikmişlikle ve davasına olan tam bir inançla tereddüt dahi etmeden zamanında masumların kılıçtan geçiren bu canavarların içerisine doğru at sürdü. Osman belki de kılıcını ömründe hiç bu kadar kullanmamıştı. Sabah namazına bir saat kala Osman atının üstünde yorgun bir şekilde önündeki cenazelere doğru bakıyordu. Bir an aklından bir yerde dinlenmek geçti. Küheylan ise birden şaha kalktı. Mesajı alan Osman atının kulağına eğilerek:

-Şimdi senin sıran küheylan! Bugün gerçek payemizi almanın zamanı! Bugün gerçek bir komutan olmamızın ilk günü! Haydi küheylan koşmana bak sen! Daha da durdurak yoktur bize!

Bunları söyleyip dört nala atını mescide doğru sürmeye başladı. Tam bu esnada caminin etrafı dolmuştu. Erken çıkan askerlerin neredeyse tamamı camiye gelmişler, abdestlerini almışlardı. Caminin içine geçen fısıldaşmaya başladı. Bu esnada Hilmi ise hafızlığını bitirmişti. Caminin içinden gelen sesler Hilmi’yi rahatsız etmeye başlamıştı. İmam odasının kapısını açtı. Yeni gelenler daha imamdan haberdar olmadıkları için bu genç çocuğun kim olduğunu anlayamadılar. Hilmi imam odasının kapısında görülmesiyle sessizliğin sağlanacağını düşünmüştü. Gür bir sesle nida etti:

-Muhafızlar! Bir emir verdiğimi zannediyorum. Yoksa durduğu yerden şüpheden mi var? İmam efendi müezzini mi çağır! Sabah vakti yakın değil midir?

Hilmi’nin bu sözü içerideki bütün yeni gelen askerleri susturmaya yetmişti. İmamı odasına tekrardan kabul eden Hilmi:

-Bana cübbemi ve sarığımı getirin. Namazdan sonra mukabele okuyacağım!

İmam bu genç çocuktaki değişimden etkilenmişti. Tereddütsüz denileni yaptı. Mihrabın hemen yanına bir rahle ve kuran koydu. Ezan henüz başlamamıştı ki cemaate dönerek:

-Hazırlıklı olun bugün mukabele okuyacağız, dedi. 

Tam bu esnada Osman’ın yanından ayrılan iki asker camiyi görecek kadar yaklaşmışlardı. Sevinçle birbirlerine baktılar. O esnada minarenin mikrofonunun açıldığını duydular. Sela verilecek zannettiler. Müezzinin ezana başlamasıyla daha da hızlanmaya başladılar. Birden atlarının beklediğinden daha hızlı koştuğunu fark ettiler. Cami tarafından kendilerine doğru yerden dalga halinde bir şeyin yaklaştığını fark ettiler. Normalde böyle bir şeye atların korku vererek tepki göstermesi gerekirken atlarım dört nala ilerlemeye devam ettiğini gördüler. Şu an birbirlerine şaşkınlıkla bakıyorlardı. Camiye yüz metre kala kendilerine doğru gelen dalganın bir çiçek dalgası olduğunu fark ettiler. Camiden her yöne doğru bir anda yerler çiçekle dolmuştu. İki askerin atı çiçekler ayaklarına deyince durdular. Eğilip çiçeklerden otlamaya başladılar. Ezan yarıya gelmişti. Bir an iki asker ne yapacaklarını bilmez bir şekilde birbirlerine baktılar. Sonra sanki anlaşmış gibi ikisi birden atlarından inerek camiye doğru koşmaya başladılar. Cami duvarlarını sarmaya başlayan dikenleri fark ettiklerinde geç kaldıklarından endişelenmeye başlamışlardı. Artık var güçleriyle koşmaya başlamışlardı. Ezanın sona yaklaştıkça dikenlerin caminin duvarını iyice sardığını görüyorlardı. Arkalarından dört nala gelen bir at sesi duymaya başladılar. Yalnız bu at çiçeklerin üzerinde konuşabiliyordu. Atın nefes alışverişinden kendilerinden daha yorgun olduğunu fark etmişlerdi. Ezan son tekbirlerine gelmeden dikenlerin arasından açık kalan son aralıktan kendilerini cami avlusuna atmayı başardılar. Soluk soluğa yerde yatarken halen koşmakta olan atın ayak seslerini ve soğumasını duyabiliyorlardı. Tam soluklanıp kendilerine geldikleri esnada şaşkınlıkları bir kat daha arttı. Namaza yetişmek için abdest almaları gerektiğinin farkındaydılar. Son tekbir okunurken artık dikenler cami duvarlarının tamamını kapatmıştı. Askerler ayağa kalkmak üzereyken dikenlerin üzerinden atlayan bir küheylan görüldü. Osman son tek bir bitmeden önce atıyla beraber cami avlusuna girmeyi başarmıştı.


0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir