Can Er Demir

Karanlık odada tekli koltuğuna yaslanmış gözleri iyi seçemeyen adam camdan dışarıya bakmaya devam ediyordu.

– Nasıl çıkacağını bilmediğim bir yere mi girdin?

– Beni tanıman lazım! Nasıl çıkacağımı bilmediğim yere girer miyim?

– O zaman neden soruyorsun?

Hala arkasını dönmemişti koltuktaki adam. Zaman kazanmaya çalışıyor gibiydi. Duyduğu sesin gittikçe sertleştiğini fark ediyordu.

– Hadi! Gidiyoruz!

– Sen benim kim olduğumu unutuyorsun galiba!

– Ben seni yada bir başkasını bilmem! Açık bir emir var! Gidiyoruz!

– Müsait olup olmadığımı sormadın!

– Sormam gerekmiyor! Sorguya gelmedim. Beraber gidiyoruz.

– Gelmemek istersem?

– Nefes alırken böyle bir istekte bulunma hakkın var.

– Öyleyse o hakkımı talep ediyorum.

– Bu durumda nefesini kesmem lazım çünkü ne olursa olsun seni götürmekle emrolundum. Ölü yada diri olmamla ilgili bir emir yok. Tek bir emir kıyıda köşede kimse kalmayacak.

– Sizin süvari komutanı da iyice şaşırmış. İki at binenin hatlar karışıyor.

– Emir daha üstten geldi.

– O ne demek?

– Yeni imamın emri! Kıyıda köşe de kimse kalmayacak.

Gözlerini iyice kıstı koltuktaki adam. Karşıdaki evi incelemeye başladı.

– Nasıl olur bu? Kimse çıkmadı bu evden! Üç gündür gözümü dahi ayırmadım. Hele son sekiz saattir kimse çıkmadı.

– Hiç kimsenin çıkmaması seni huylandırmadı öyle mi?

Koltuktaki adam pencereye doğru eğildi. İyice karşıdaki binayı süzüyordu. Açık olan pencereden çok hafif bir gaz çıktığını gördü.

– Bu imkansız!

– İmamın emri ile gidiyoruz. Tartışmaya kapalı bir konu.

– Benden ne istiyorsunuz.

– Sen değil sadece, tüm Gözcüler çağrıldı! Zannetmiyorum bir tövbe kapısı açılacak.

– Peki ya hatim? Hatim ne durumda?

– Sana hesap vermeye gelmedim. Gidiyoruz, acele et, sabah namazına kadar vaktimiz var!

– Yoksa hafızlık mı?

Süvari elini tabancasına attı. Karşısındaki adamın kafasına doğrulttu.

– Acele etmeni rica edeceğim.

Hazırlanmaya başlatan adam söylenmeye başladı.

– Acaba gerçek olabilir mi? Görüp bakacağız? Hem bakarsın belki de…

Tam o esnada Osman hâlâ yol gidiyordu.

Hilmi Kur’an’ın yarısını geçmişti. Okuduğu her yerin aklında kalması garibine gitmişti. Tüm bunların bir işaret olduğunun farkındaydı. İlk hedefi sabah namazına kadar ezberi bitirmekti. Caminin içerisinde sesler çoğalmaya başlamıştı. Bu imam odasındaki çocuğun kim olup olmadığı mevzu akılları kurcalıyordu. Her bir yandan Gözcüler geldikçe cami içindeki ses de artmaya başlamıştı. Özellikle Gözcüler geldikçe ses miktarı artmaya başlamıştı. Ezberi gibi duyuları da kuvvetlenen Hilmi seslerden rahatsız olmaya başlamıştı. Artık ezber yapmakta zorlanacağını anlayan Hilmi imam odasının kapısında göründü. O görününce herkes sustu. Tam o esnada babası da camiye getirilmişti. Caminin içini süzen Hilmi:

– Muhafızlara haber verin. Sessizliği sağlasınlar, dedi.

Zaten Hilmi’yi görenler sus pus olmuştu. Bu emirle bir anda ortalık bıçakla kesilmiş gibi sessizliğe büründü. Hilmi imam odasına döndü. Osman hâlâ yol gidiyordu. Cami dışarıdan göründüğü gibi değildi. İçine girene kadar kimse dolu olduğunu anlamıyordu. Kediler dahi etrafa dağılmış sabah namazını bekliyordu. Gözcüler geldikçe kediler daha bir dikkatle bakıyorlardı. Hemen herkes gelmişti. Artık bu işin dikkat çekmesinden korkuyorlardı.

– Saat kaç, diye sordu kedinin biri.

– Aman ne yapacaksın saatle işin mi var, dedi ötekisi.

– Sabah namazına iki saat kaldı. İki saat sonra dananın kuyruğu kopacak, yakında görürsünüz.

Bu esnada Osman gideceği yere varmıştı. Daha işini halletmeden nasıl döneceğini düşünüyordu. “Ya nasip!” diye geçirdi içinden atından inerken gözleri üzerine yönelmiş silahlara yöneldi. “Şimdi eğlence başlıyor.” diye düşündü.


0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir