Can Er Demir

Osman çağrıyı almıştı. Şu an her zamankinden daha umutluydu. Nereye ve ne zaman gideceğini bilemedi. Çölden çıkınca direkt camiye yönelmişti atı. Mukadderat, dedi içinden, bizi nereye götüreceğini biliyor. Osman’ın atı yolu biliyor gibiydi. Caminin avlusuna kadar durmadan koştu at. Ulu çınarın dibinde birden çakılmış gibi durdu. Osman bir hamlede atından aşağı indi. Akşam namazı vaktiydi hala. Camiye yöneldi. Kapıda rastladığı bir hacı abi:

-Osman bu hayvancağızı bu kadar yormaya gerek var mı? Çatlatacaksın!

-Hacı abi çağrı geldi mi süvarinin atı durmaz. Hem bilmiyor musun o nedenle süvari atları küheylandır. Süvari ve küheylan arasındaki bağlantıyı bana anlattırma şimdi.

-Neyse Osman atını dinlendir. Sabah namazı için yapılmış çağrı. Vakit var daha dinlen, kıyı bucak işiniz var gibi duruyor.

-Madem sabah namazı, senin bu saatte ne işin var hacı abi. Hem bilmez misin? At sırtındaysa kişiye süvari denir.

-Biz senden uzun süredir bekliyoruz Osman. Yaz kış demedim haber için her şartta camiye geldim.

-Namazı kılmadım hacı abi ben namazımı kılayım. Sonra sohbete bakarız.

Osman camiye girip namazını kıldı. Tesbihatını ve duasını yaptıktan sonra namazı kıldıran imamın imam odası dışında olduğunu gördü. Uzunca düşündü. Daha önce hiç böyle bir şey gördüğünü hatırlamıyordu. İmama yaklaştı:

-Selam aleyküm imam efendi.

-Ve aleyna aleyküm selam.

-Nasılsın iyi saatlerdesindir inşallah.

-Elhamdulillah ala külli hal. Ne diyebiliriz ki; her halimize hamd olsun.

-Hayrolsun seni hiç imam odası dışında görmedim. Yani namazların haricinde.

-Hayır olmasını temenni ediyoruz. Çetin bir sınav var içeride. Üstelik biz dahi teklif etmeden başladı sınav. O kadar çetin ki ben yoruldum içeride. Biraz soluklanmaya çıktım. 

-Ne sınavından bahsediyorsun? Siz yapmıyorsanız kim yapıyor sınavı?

-Kadim öğretide muhafızlığın ilk şartı hafızlıktır. İmamların hafız olması tercih sebebidir. Hatta reislerde hafızlık bir yerden sonra mecburi bir tutum olarak görünmektedir.

-Ama size sormadan sınav nasıl başlar?

-İki durumdan bahsediliyor kırmızı kitapta. Eğer bir reis ailesi anlaşmayı bozar ama çocuklarına söylemezler ise gün hesaplarının nasıl yaptıklarına bakılır. Hesabı unutanın çocuğuna bir hak verilir. Bu reis adayı eğer gayrı ihtiyari hafızlara başlarsa engellenmez durumuna bakılır. İşte çocuk da bir şey demeden hafızlığa başladı.

– Peki ya diğer durum nedir?

İmam etrafına bakındı. Yakında kimse olmadığına emin olduktan sonra Osman’a yaklaşıp kısık bir sesle:

-Ya da reis bir savaş başlatacaksa hafızlık yapması gerekir. Hükmü bilmeyenin hikmeti nakıstır.

-İmam efendi, ya hem gayrı ihtiyari başlamış ve savaş niyetinde ise?

-Böyle bir durum daha vaki olmadı. Kitaplarda da ihtimalinin dahi yazıldığını görmedim.

-Ya  olursa? Senin görüşün nedir? Ne yapmak gerekir?

-Bence Osman…

Dedi ve duraksadı imam. İmamın bence dediğini duyanlar çok eskilerde kalmıştı.

-Bence o zaman, küheylanın hiç durmaması gerekiyor. Bu gece sana uzun bir mesai olabilir. Belki de sınav aslında senin sınavındır.

-Bu ne demek İmam Efendi?

-Duymadın mı? Herkesi çağırdı! Kıyı köşe bucak… İlk vaadi gelmeyenlerle ilgilenmek üzerineydi!

-Nasıl? Neden benim haberim yok? Bana neden haber verilmedi?

-Belki de Osman bu senin sınavındır. Süvari komutanlarının sınavı çetindir.

-Derin bir nefes aldı Osman. O esnada imam odasının kapısı açıldı ve Hilmi müezzin mahfiline geçip ezan okudu. Büyülenmiş gibi kimseyle konuşmuyor ve kimseye bakmıyordu. Camide normalin beş katı cemaat vardı. Osman yatsının farzını kılıp cemaati yararak camiden çıktı bahçe duvarından atladığında yeni sakinleşen küheylan bir hamle de Osman’ın altına girdi ve koşmaya başladı.

-Haydi küheylan gece uzun merkeze gidiyoruz!

Hilmi namazın tesbihatından sonra şaşkın bakışlar içinde sessizce imam odasına geçti. Tam o esnada Osman şehirden çıkış yapmış süvari merkezine ise oldukça yaklaşmıştı. 

Yatsı ezanındaki farklılığı başka duyanlarda olmuştu. Lakin cami normalin beş katı dolmasına rağmen dikkat çekebilecek bir kalabalık yoktu. Yine de karanlık şatafatlı bir odada perdesi hafif aralık camı görebilecek bir yerde oturan adam elini telefonuna attı. Uzun uzun çalmalar sonunda telefon açıldı.

-Sana bir acayiplik var diyorum kaç zamandır.

-Yine ne oldu?

-Son ezandaki acayipliği duymadın mı?

-Sen de alışamadın daha şu ezanlara. Yatsı ezanında name yapmayı ve uzatmayı seviyorlar ne yapacaksın? 

-Cemaat de normalden kalabalıktı. 

-Sen bilmez misin bir çoğalır, bir azalır onlar. Hem ciddi seviyede olsa şehir alarma geçerdi.

-Bak bir acayiplik var diyorum.

-Şuan endişelenecek bir şey yok. Hem olsa konteynırdan ses gelirdi. Beş altı kadar daha vaktimiz var. Dört ay sonra senin gözcülüğüne çok ihtiyacımız olacak. Şimdi dinlen, daha sonra işimiz var seninle.

-Bak ben tekrar söylüyorum enteresan bir durum var.

-Evham yapıyorsun. Hem beni böyle gereksiz  şeyler için bir daha meşgul etme.

Telefon kapandı. Karanlık odada bir çift göz dikkatli bir şekilde perdenin hafif aralık kısmından dışarıyı gözlemeye başladı. Tedirginliği an be an artıyordu.

Osman süvari merkezine varmış ve tüm nöbetçileri ana toplantı salonuna çağırmıştı. Acil kod kullandı. Süvariler şaşkın bir şekilde toplanmaya başladılar. Süvari komutanın atının sesini duyan atlar birden ahırlarından çıkıp avluya süvari komutanın atının yanına sıra olmaya başladılar. Bunu gören süvari nöbetçiler daha da hızlandılar. Beş dakika içinde herkes toplanmıştı. 

-Bu gece bir işaret aldık. Önemli bir işaret.

-Osman başkan sabah namazı diye aldık işareti.

-Evet ama işareti düzgün okuyamamışız. Bu nedenle bir sınavla karşı karşıyayız!

-O da ne demek? Bu işaret dilini bizden iyi bilen var mı?

-En son burada bir işaret okuyan kim var?

-Hakan emmi var. Zaten işaret inceliklerini bize öğreten o değil mi?

-Demek ki tam öğretememiş. Laf kalabalığına vaktimiz yok. Camiden geliyorum.

-Allah kabul etsin Osman başkan!

-Zevzekliği bırakın! Müstakbel reisten bir işaret aldık. Süvarilerin işi at binmektir. At sırtındaysa kişiye süvari denir.

Bu ihtar herkesin kendine çeki düzen vermesine sebep oldu. Ana salonda yüzün üzerinde adam pür dikkat dinliyordu. Osman devam etti:

-Herkesi istiyor yeni reis!

-Reis derken, müstakbel demiştin az önce.

-Ben yeni reis olduğuna eminim. Dengeleri değiştirecek bir yolculuk başlıyor.

-Osman başkan öyle diyorsan öyledir.

-Herkesi istiyor dedim. Kıyı, bucak, köşe, herkesi.

-İşareti görmüştür herkes başkan. Uzaktakiler için birlikler çıktı bile.

Osman daha ciddi bir tavırda, daha sert bir tonda devam etti. Osman’a sadece kıdemliler cevap veriyordu.

-Herkesi diyorum beyler! Avcılar dahil. Kıyıda köşede kalanlarla birlikte herkes.

-Avcılar gelmez başkan.

-Gözcülerden de gelmeyenler olabilir.

-Kesin talimat var! Reis gelmeyenlerle özel ilgilenecek! İlk ahdi bu olmuş.

Derin bir sessizlik oldu. Sonra bir kargaşa herkes atlarına binip dağıldı. On kişi kalmıştı salonda. En yaşlıları söze girdi:

-Peki ya ahdini bozanlar! Taraf değiştirenler!

-Hakan Emmi! Kimseyi ayırmamış, şart koşmamış. Hatta…

-Hatta ne Osman başkan!

-Hakan Emmi sen Osman’a başkan demedin!

-İşarete dikkatli bakınca bir umut okudum. Bu bir sınav. Süvarilerin sınavı. Hatta ne Osman Başkan!

– Hatta karşı safta savaşanlar dahi Hakan Emmi! Herkes dendi. Süvariler en son ne zaman böyle bir emri sorguladılar?

– Öyleyse acele edelim gençler, küheylanlara da yazık!

– Osman başkan listeler belli mi?

-Belli, herkesin küheylanının heybesinde! Yalnız Hakan Emmi sende ve bende listesizler var!

– Durum o kadar mı ciddi?

– Hafızlık başlamış Hakan Emmi! Kumandanlarım sizler sabah namazına tüm destek kuvvetleri getireceksiniz. Hakan Emmi sen en son Abdullah dayıya gidiyorsun! Çölleri unutmamışsındır umarım!

– O zaman sen de…

-Evet! Ben de gerekeni yapacağım. Bu bir savaş başlangıcı olabilir. Sabah namazına camiye ulaşamayanlar dikkat etsinler küheylanları kendilerini terk edebilir.

– İnşallah Osman başkanın küheylanı onu terk etmez!

– Neden öyle dedin Hakan Emmi?

– Çünkü bir süvari kumandanı sınavdan kalırsa tüm birliği dağılır!

– Yahu ne geveze hatunlar çıktınız! Osman başkan başka bir şey yoksa yola çıkalım! Daha namaz kılmayanlar var!

– Haydi bakalım cengaverlerim. Ya Allah, bismillah!

Süvariler dört bir tarafa dağılmaya başladılar. Osman küheylanının sırtına atladı. Mahmuzlamadan önce kulağına eğildi: “Haydi bakalım küheylan, bugün ikimizin sınav günü.” Hilmi ezberini bitirdikçe caminin etrafında görünmez bir kalkan oluşuyor ve dikkat dağıtan şeyler olağan şeyler gibi görünmeye başlıyordu. Sabah namazına yakın ezberin çoğu bitmişti. Camiye binlerce insan toplandığı halde sanki normal bir sabah namazı cemaati gibi dışarıdan bakanlar yirmi kişi kadar görüyordu. Bu kalkan gözcüleri bile kör edebilecek bir seviyedeydi. Hakan Emmi işini bitirmiş ve çöle varmıştı. Her taraf su dolunca Abdullah dayı gemiye tırmanmaya başlamıştı ama ancak en dipteki penceresine tutunabilmişti. Hakan Emmi selam verdi yüksek sesle:

– Selamun aleyküm!

– Aleyküm selam! Neredesin? Göremiyorum seni. 

Tam bu esnada Abdullah suratına bir tokat  yedi. Gayrıihtiyari gözlerini kapatmıştı. Gözlerini açınca kendisini çölde ağacın dibinde bir bankın üzerinde buldu. Bu nasıl olmuştu? Hakan Emmi sert ve emredici bir tonla:

– Kalk bakalım ahmak herif! Çağrı var gidiyoruz!

– Sen… bu… nasıl yani… şimdi…

Cümlesini toparlamasına izin vermeden kolundan tuttuğu gibi atının terkisine attı Abdullah’ı. Hakan Emmi son görevi yapabilmenin saadeti içinde camiye doğru yola koyuldu. Bu esnada karanlık ve şatafatlı odadaki adam gözünü hala pencereden ayırmıyordu. Bir koku aldı:

– Sen ha!

– Ben seni gözcü sanıyordum! Artık koklamaya mı başladın?

– Nasıl girdin içeri?

– Önemli olan bu değil! Nasıl çıkacağım!!!


0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir