Can Er Demir
Çok şeyler anlatılmıştı Hilmi’ye. Okulda bu anlatılanların onda biri anlatılsa çoğunu hatırlamazdı. Lakin her biri kafasında iyice yer etmişti. İhtiyarlar bir cevap beklercesine Hilmi’ye bakıyorlardı. Hilmi ise düşünceli bir şekilde tek bir noktaya gözlerini sabitlemişti. Merakla Hilmi’nin cevabını beklerken ihtiyarlar Hilmi bir şey sayıyor gibiydi. Tam bu esnada çölde bardaktan boşanırcasına yağmur başlamıştı. Hilmi’nin babası nereye saklanacağını bilemedi. Zaten tek bir ağaçtan başka saklanacak bir yerde yoktu. Mecburen ağacın altına girdi. Etrafta saklanacak başka bir şey ararken atın üstünde Osman’ı gördü.
-Sen ne zaman geldin Osman?
-Abdullah Dayı sen ne zamandır körsün böyle?
-Bu yağmurun çölde ne işi var?
-Harbi harbi avcılık günlerin son bulmuş. Bunu senden beklemezdim.
-Ben bir anlaşma yaptım Osman!
-Abdullah Dayı bırak bu zırvaları. Neden çöldesin? Bir düşün anlaşması olan biri çöle düşebilir mi?
-Hayır! Kesinlikle çölün kapıları anlaşmalılara kapalıdır.
-Güzel bazı şeyleri hatırlıyorsun. Lakin hakikat gözünün önünde olduğu halde neden göremiyorsun?
-Neden bahsediyorsun sen?
-Neden çöldesin o zaman?
-Biri anlaşmayı bozmuş olmalı Osman! Kim acaba?
-Belki sensindir?
-Hayır! Ben hayatımı o tımarhaneye çeviren konteynıra bile razı oldum. Neden bozayım?
-O zaman kim bozmuştur? Söyle bana!
-Sen burayı bildiğine göre, yoksa sen mi bozdun?
-Be hey ahmak dayım benim! Ben anlaşmanın tarafı mıyım ki anlaşmayı bozabileyim!
-O da doğru! O zaman kim bozdu?
-Sen söyle, sen bozmadı isen kim bozabilir?
-Yeni bir avcı lideri mi çıktı?
-Hayır! (derken öfkeliydi Osman, sesinden de anlaşılabiliyordu.) Eğer yeni bir avcı lideri çıksa bu kadar çok ölüm gerçekleşemezdi!
-O zaman… Düşünceli bir şekilde başını kaşıdı Abdullah.
-Yeter be! Sen ne kullanıyorsun böyle, düşünmeyi hepten mi unuttun!
-Karşı taraf mı? (tereddütlüydü Abdullah) Hayır yapamazlar! Buna imkan yok!
-O zaman çölde ne işin var?
Abdullah gözlerini fal taşı gibi açtı. Olanlardan dehşete kapılmıştı. Ellerini başının arasına aldı ve yere çömeldi.
-Olamaz! Olamaz! OLAMAZ! Ben bu kadar ahmakça aldatılmış olamam!!!
-Ben deyince kızıyorsun Abdullah Dayı.
-Ama bu intikam ahdini gerekli kılar. (Bunları söylerken yarıya kadar suyun içinde olduğunu fark etti. Hemen ayağa kalktı.) Bu da ne?
-Ney de ne?
-Bu su nedir böyle?
Yağmur tüm hızıyla devam ediyordu. Osman ıslanmaktan memnun gibiydi. Yerde biriken su dizlerine gelmişti. Abdullah tereddütlü bir şekilde olanları anlamaya çalışıyordu. Kafasını kaldırdı.
-Osman! Neden beni öldürmedin?
-O kararı bana bıraksalar tereddüt dahi etmezdim!
-Ne demek istiyorsun?
-Kafanı kaldır ve düşün diyorum sadece!!!
Uzaklardan bir ses duyuldu. Osman pür dikkat kesildi. Sonra atına eğilip:
-Haydi küheylan hiç koşmamış gibi koşman lazım, haydi küheylan sen bunun için doğdun, ben yıllardır bunu bekliyorum! YA HAKK!!!
Atını birden geri çevirip dört nala uzaklaşmaya başladı. Abdullah’ın gözünde yıldırım avcıları canlandı. Neredeyse onlardan bile hızlı olabileceğine yemin edebilirdi. Kulağına okunan ayet sesleri gelmeye başladı. Dikkat kesildi. Adiyat Suresi okunuyordu. Kafasını kaldırdı ve kocaman bir gemi gördü. Bu gemi bu çöle ne zaman gelmişti. İlaçların etkisi geçtikçe kafası çalışmaya başladı. Kendi kendine mırıldandı:
-Yıldırım avcıları, intikam timi! Ya yok olacağız ya da yok olacağız!
Su seviyesi dizinin üzerine çıkmaya başlamıştı. Eski çağrıyı düşünmeye başlamıştı. Galiba tek çıkış yolu buydu.
Hilmi ise kafasını daldığı yerden kaldırdı:
-Bana süvarilerin liderini çağırın! Kıyıda köşede ne kadar avcı varsa sabah namazına istiyorum hepsini!
-Yavaş ol bakalım, dedi namazı kıldıran İmam.
-Önce bize söylemen gereken şeyler var!
-Ben söyleyeceğimi bu camiye girerken söyledim! Üzerimize düşen görevden kaçacak değiliz! Görev bizim ise Allah utandırmasın! Eğer temsil makamında isek o zaman gelecek olana daha güzel bir ortam bırakmak zorundayız!
İmam Hilmi’nin eline yapıştı.
-Sana bu konuda ilk yardım sözünü veren benim. O sen değilsen bile O’nun için gönderilmiş öncü olman lazım.
Sırayla ihtiyarlar 15 yaşındaki Hilmi’nin elini öpüp bağlılık bildirdiler. Hilmi omuzlarını dikleştirdi. Kaşlarını çattı.
-Beni duymadınız galiba! Kutlama yapacak zaman olmadığını düşünüyorum! Acil süvari komutanına çağrı geçin! Kendisinde avcılığın asını bulan herkesi de sabah namazına bekliyorum! Gelmeyenlerle özellikle ilgileneceğimi söylemekten çekinmeyin!
Hilmi eline bir Kur’an aldı ve caminin köşesine çe
kildi. Az önce duydukları gerçek ise ezberi ve yüzüne okuması kuvvetlenmiş olmalıydı. Öyleyse sabah namazına kadar bir hatim okuyabilirdi. Eğer gerçekten makama layıksa okuduklarını ezberleyebilirdi. Öyleyse kendisine biçtiği ilk görev yol boyu kendisine yaren olacak Kur’an’ı hıfzetmekti. Hilmi sessizce köşesine geçti.
Osman yıllardır beklediği çağrıyı alınca dolu dizgin yola koyuldu. Avcıların işareti gökyüzünde belirince özel süvari çağrısını yaptı. Süvarileri gizli mesajla avcıların peşine yolladı. Osman’ın da kendisine ilk bellediği görev bu olmuştu.
0 yorum