Zeynep Vayiç

Bir kere artık kelimelerin gücüne inanmıyorum ben. Kelimeler olsa olsa süs olur, pekiştireç olur; bazen yüreğe bir su serpintisi, adım atmak için içimizdeki ateşe bir kıvılcım olur ama tek başına bir güç olamaz. Yani, kandırıldım. Üstelik kendim tarafından.
Tam olarak nerede vazgeçtim kelimelerden, hatırımda yok. Belki sevdiğim insanlardan vazgeçtiğim dönemle paraleldir, bilemiyorum. Dünyadaki yirmi yedinci senemi doldururken de olabilir. Babaanneme olsa, “Henüz çok erken; sen daha ne gördün ki, yolu yarılamadın bile.” derdi. Tabi bunu Hemşince ve her an ağıt yakmaya başlayacakmış gibi derdi. Belki de yarılamışımdır babaanne, bilemeyiz. Torunun Toli de on beş yaşında yolu yarıladığını bilmiyordu. Dokuz buçuk yaşında yolu yarılayan İkbal ve Ayşenur, gençliğinin baharında katledileceğini nereden bilebilirdi. Ahmet Minguzzi çoktan yedi yaşında yolu yarıladığını nereden bilebilirdi? Yine yedi yaşında yolunu yarılayan Abdurrahman fabrikada çalıştırılıp kolunu makineye kaptırarak vefat edeceğini nereden bilebilirdi ki? Yedi yaşında yol mu yarılanırmış Hacula? Yolsuz doğan Doğu Türkistanlı ve Filistinli çocuklar bile var babaanne. Dünya bu kadar. Umarım orada tüm bunlara ağıt yakmana müsaade vardır.
Üstelik…
Daha göz göze gelince heyecanlanacak telaşları olacaktı onların.
Daha bir sürü sınav kaygısı yaşayacaklardı.
Daha dillerine yeni bir şarkı dolanacak, tüm gün o şarkıyı söyleyip duracaklardı.
Daha yeni lezzetler tadacak, kendi yollarından keyif alacaklardı. Fakat yolları bitirildi babaanne. Ve ne yazık ki bu ülkede bitirenleri kelimeler bir yana kanunlar bile iflah etmiyor artık.
Kelimeleri romantize etmeye kaç yaşında başladım bilmiyorum. Şiirleri hayatıma aldığımdan itibaren olabilir. Ama bu ne saflık! Şiirleri hayatıma dahil etmek değil, kelimelere inanarak hayatı, insanları romantize etmek! Korkunç bir saflık!
“Suuyuu kııııııs! Açmışsın sonuna kadar, boşa akıyor su!” adlı şiiri ile annem mutfağa giriş yapmıştı. İnsan ıspanak yıkarken çok fazla şey düşünebiliyor. Bir de çamaşır katlarken. Bir de ütü yaparken. “Hem suya hem de babanıza yazık! Biraz tutumlu olmayı öğrenin artık.” diye devam ediyordu şiir. Birazdan annemin vurucu sandığı mısra gelecek. “Seni alan iki güne geri getirir.” Tabi ki suyu daha çok açtım. Bu devrimci baş kaldırışım diğer eylemlerim gibi beş saniye sürdü ama olsun.
Ne diyordum? Kelimeler evet. Süstür dedim, serpintidir dedim. Fakat bir süre sonra eyleme dökülmeyen ya da dökülemeyen o kelimeler kamburdur, frontal lobu gasp etmeye çalışan dil vandallarıdır. Vandal biraz ağır olmuş olabilir fakat onlara biraz kırgınım. Bu kırgınlığım hem benden hem başkalarından ötürüdür biraz. Hatta şu an düşündüm de başkalarına olan kırgınlığımın kökeni yine benden geçiyor. Yine benden… Çünkü kelimelere inandım. Kelimelerinize inanıyorum. Hala…Hala bir “belki”yi bekliyorum içimden. Hala biri “geçer” dese, inanacak gibiyim.
Çünkü ben nereden bilebilirim ki aslında öyle olmadığını? Kelimelerin anlamının herkesin sözlüğünde farklı anlama geldiğini… Ve aklımda hiç ihtimali yokken, “Böyle hissetmeni istemiyorum.” diye kelimeler sarf eden herkesin, bir gün bana tam olarak öyle hissettireceğini… “Böyle düşünmeni istemiyorum.” diye kelimelerin gölgesine sığınan herkesin bana bir gün öyle düşündürteceğini… Çünkü zaten kelimeleri sarf ettikleri an öylelerin yörüngesine girdiklerini ve bir gün bana mutlaka o tutulmayı yaşatacaklarını nasıl bilebilirim? Bunun ayrı bir sözlüğü var mı? Nereden satın alabilirim?
İnsan ıspanak yıkarken çok fazla şey düşünebiliyor. Elleri sudan buruşsa da, beline ağrılar girse de o çok fazla şeyler düşünülecek! Mimiklerimden kendimle içsel bir sohbetin ortasında olduğumu anlayan annem birazdan “Su faturasını da düşün biraz.” adlı şiirine geçiş yapacak. Tabii anneciğim onu da düşüneyim, sonuçta tüm düşündüklerimi sırtımda taşımıyorum ya…
Bir dakika… Ya taşıyorsam?
Kesinlikle taşıyorum. Sırtımda değil tabii ki. Zihnimde ya da dilimin ucunda bir yerlerde çırpınıp duruyorlar. Kırgınlığımın bir diğer sebebi de bu olsa gerek; kıyıya ulaşmak isteyen kelimeler dilimin ucunda boğuluyor çoğu zaman. Dudaklarımda nefes alabilen birkaç kelime ise bir sürpüntüden başka bir şey olmuyor genelde. Belki de kelimeler bana kırgındır.
“Kızım!”
Annemin tiz sesiyle kulağımın dibinde bağırmasıyla yerimde zıpladım. Pörtlemiş gözler, korkudan üzerime sıçramış su ve hızlı aldığım nefesle bezmiş duran suratına bakıyordum.
“Onlar ıspanak değil yavrum, lahana!”
Şaşkın bakışlarımı önümdeki yeşil sebzelere çevirdim. Akan su, ağrıyan belim, sudan buruşmuş ellerimin dile gelip bana sövmesini bekledim. Sövmediler.
“Ispanak bahaneydi anne, her yıkadığım yaprakta biraz kendimi ayıklıyorum sadece.” diyemedim. O iki günün gelmeyeceğini bilsem de durumu kurtarmak için yine mizaha sarıldım.
“Anne, beni alan iki güne geri getirir.”
0 yorum