Efe İdris Arslan

Çocuk yatağına yatmış battaniyesinin siyah püsküllerini örgü yaparak annesinin her akşam yaptığı gibi ılık bir süt getirmesini bekliyordu. Annesi geç kalmıştı, normalde sütü ısıtıp getirmesi bu kadar uzun sürmezdi. Şu bozuk ocak yüzünden olmalıydı, bazen tutturur bir türlü yanmazdı. Gerçi o yüzden olsa ocağın sürekli çakan çakmağının sesi odaya gelirdi. Derken annesi elinde bir bardak sütle odaya girdi, önce oğlunun yanağına bir öpücük kondurdu ardından elindeki ılık sütü dikkatlice oğlunun eline verdi. Çocuk sütten bir yudum aldı. Cama birer taş parçasıymış gibi çarpan yağmur damlalarının sesi duyulmaya başladı. Annesi kalktı ve pencereden dışarı baktı, şiddetli bir yağmur başlamıştı. Çocuk çok yorgundu, üstelik yağmur sesinde uyumaya bayılırdı. Yağmur bitmeden uyumak istiyordu. Yeni yeni dökülmeye başlamış gedikli süt dişleri ile sütünden hızlı yudumlar aldı ve sütünü bitirdi. Annesi yanına geldi ve biten bardağı çocuktan aldı. Kadın eğildi ve yanağını oğluna uzattı. Çocuk annesini öptü ve sırtını kapıya dönüp yattı. Anne oğlunu öptü, battaniyesinin ve yorganın çocuğu iyice örttüğünden emin oldu, kapının yanındaki düğmeye basıp ışığı kapattı, dışarı çıktı. Odanın kapısını hafifçe aralık bıraktı. 

Çocuk annesini ne kadar çok sevdiğini düşündü annesi de onu çok seviyordu. Her gece o çok sevdiği ve istediği için bir bardak süt içirmeden yatırmıyordu. Aslında süt bahaneydi, o annesinin yatmadan önce yanında olmasını seviyordu. Öpmesini, koklamasını…

Çocuğun gözleri yavaştan kapanmaya başladı. Dışarıdaki yağmur daha da şiddetlenmiş ayrıca fırtına da başlamıştı. Rüzgar ıslık çalıyor, yağmur ise ritim tutuyordu. Rüzgarın ıslıkları bazen melodiyi bozup rahatsız etse de uyutmayacak gibi değildi. Çocuk bu melodiye kendini bıraktı ve huzurlu bir uykuya daldı.

Dışarıdaki fırtına aniden kesildi. Sokakları derin bir sessizlik kapladı. Dışarıdaki sessizlik pencereden bulduğu ufak bir aralıktan içeriye yayıldı ve odayı kapladı. Bu sessizliği ani bir takırtı bozdu. Çocuk bu tıkırtı ile irkilerek uyandı ve etrafına baktı her şey olması gerektiği gibiydi, bir şey düşmemişti. Masası,  dolabı, oyuncakları bıraktığı gibi duruyordu. Çocuk sesin nereden geldiğini düşünürken hıçkırıklı bir ağlama duyuldu. Ses yatağının ayak ucundaki kuytuda kalan yerden geliyordu. Ağlama aynı ritimde devam ediyordu. Çocuk yorganın altından çıktı, yatağın üzerinde sesin geldiği yere emekledi ve oraya baktı. Çıplak, uzun ince kemikli, beyaz tenli, uzun siyah saçlı insana benzer bir şey dizlerini göğsüne çekmiş, kafasını da üstüne kapatmış ağlıyordu. Çocuk ona baktı;

-Merhaba iyi misin? Neden ağlıyorsun?

Ağlama aniden kesildi. Yaratık kafasını kaldırıp çocuğa baktı, buruş buruş suratı ve kocaman gözleri ile yüzü büyük bir şaşkınlık ile doluydu. Ya ilk defa insan görüyordu ya da ilk defa biri ona iyi olup olmadığını soruyordu, bu bakışların başka bir açıklaması olamazdı çünkü. Çocuk elini yaratığa doğru uzattı. Tam elleri saçlarına değecekti ki kapıdan bir el uzanıp düğmeye bastı ve ışık yandı. Işık yandığı an yaratık buharlaşır gibi oldu, odanın içinde çığlıklar atarak birkaç çember çizdi ve ortadan kayboldu.

Annesi içeri girdi:

-Oğlum kiminle konuşuyorsun?

Çocuk parmağıyla yaratığın az önce durduğu yeri işaret ederek;

-Anne burada biri vardı ve ağlıyordu.

Kadın önce çocuğun gösterdiği yere, daha sonra eğilip yatağın altına baktı. Hiçbir şey yoktu. Çocuk rüya görmüş olmalıydı. Çocuğa baktı:

-Oğlum rüya gördün sanırım, hadi yat! 

-Anne benim yanıma yatar mısın?

Kadının çok işi vardı ama oğlunu kırmak istemedi. Hem çok da yorgundu, biraz uyumuş olurdu.

-Olur oğlum, yatarım.

Birlikte yatağa yattılar. Kadın ışığı kapattı. Çocuk annesine sarıldı, kadın oğlunun üstündeki yorganı düzeltti ve oğluna sarıldı. Çok geçmeden ikisi de uyudu.

Kadın çocuğun omzuna peş peşe dokunmaları ile irkilerek uyandı ve çocuğa baktı;

-Ne oldu oğlum?

-Anne o çok yalnız.

-Kim oğlum?

Çocuk eliyle yatağın karşısındaki dolabın üstünü gösterdi. Kadın kafasını oraya çevirdi. Yaratık ayaklarını dolaptan sarkıtarak oturmuş onlara bakıyordu. Kadın hiç düşünmeden oğlunu kaptığı gibi odadan çıktı ve dış kapıya koştu. Kaş ile göz arasında üst kata çıkıp üst komşusunun kapısına sert yumruklar indirmeye başladı. Bu sırada yaratık dolabın üstünden aşağıya atladı. Zaten üzgün olan suratı daha da asılmıştı. Burnunu çekerek odadan çıktı ve yavaş yavaş dış kapıya doğru yürüdü.

Üst komşuları olan yaşlı teyze telaşla kapıyı açtı, kadın hemen çocuğuyla içeri girdi. Üst komşu kapıyı kapattı ve sordu:

-Ne oldu? Kimden kaçıyorsun?

Kadın oğlu kucağında yere oturdu. Titreyen dudaklarıyla:

-Hodu! Çirkin dostum Hodu!

O sırada yaratık dış kapıya varmıştı. Üst kata baktı ve bağırdı:

-Dostuuuuuuum, neredesin?

Başını aşağıya eğdi ve bağırmaya devam etti.

-Ben sen mutlu ol diye hayatımı verdim, neredesin?

Yaratığın sesi merdivenlerde yankılandı. Kadın bu sözleri duyduktan sonra ağlamaya başladı. Çocuksa olanlara anlam verememişti. Ağlayan annesine baktı. Kadın kafasını kaldırdı ve bağırdı:

-Git, seni istemiyorum git!

Yaratık, yaratık oluşunun sebebi olan kadının bu sözlerini duyduktan sonra tırnaklarıyla yüzünü yırtmaya başladı ve çığlıklar atarak buharlaştı.

Kategoriler: Öykü'nemeyenler

0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir