Hüdâbin

İşten eve geliyordu. Her zamanki gibi yoğun bir trafik vardı. Uzun bir araç kuyruğu oluşmuştu. Bu uzun araç kuyruğunda sıkışıp kalmış ne bir adım ileriye ne bir adım geriye gidebiliyordu. Saatine baktı. Henüz vakit erkendi. Temkinli davranmasının verdiği rahatlıkla koltuğuna yaslandı ve beklemeye başladı.  Yarım saat kadar sonra trafik hafifledi.  “Tam da tahmin ettiğim gibi.” dedi gülümseyerek.  Gaza bastı ve evin yolunu tuttu.  Eve varmasına az kala tekrar saatine baktı. Küçük bir sevinç kapladı yüzünü. Tam saatinde evde olacağının verdiği mutlulukla ıslık çalmaya başladı. Islık çalıyor, bir yandan da eliyle direksiyonda tempo tutuyordu. Bu mutluluk çok uzun sürmedi. Evine giden yol üzerinde bir kaza meydana gelmiş ve yol kapanmıştı. Araçlar çekiciye bindirilmeye çalışılıyordu. Bu yüzden durmak zorunda kaldı. “Hayda! Bir bu eksikti.” dedi öfkeyle.  Saatine baktı. Daha da öfkelendi. Çünkü on dakikası kalmıştı ve on dakika içinde evinin önünde olması gerekiyordu. Burada öylece durup çekicinin işini halletmesini bekleyemezdi.  Bu yüzden diğer yola çevirdi arabasını. Mahallenin arka tarafından dolanarak diğer yoldan eve gidecekti. Bu beklenmedik olay onu tedirgin etti. Kendi kendine: “Vaktinde evde olacağım ve her şey tam vaktinde olacak.” deyip durarak rahatlamaya çalıştı. Ama olmuyordu. Bütün düzeninin alt üst olma ihtimali gelip başucuna konmuş ve ona kötü şeyler fısıldıyordu.  Elinde değildi, var olan düzeninin dışında bir şey oldu mu canı sıkılır, öfkelenirdi. Evde de her şey yerli yerinde olur, asla bir eşyayı başka bir yere koymazdı. Kendi dünyasında oluşturduğu bir düzeni vardı. Planlı programlı hareket ederdi. Her yere vaktinde gider, gelirdi. Eve gelme, kilidi çevirip kapıyı açma dakikası bile ne bir dakika ilerde ne bir dakika önde olurdu. Nasıl her zaman aynı saatte bunları yapmayı başarırdı kimseler anlamazdı. Az önce sıkıştığı trafik yoğunluğuna bile hazırlıklı olurdu. Bunun için erken mi işten çıkardı bilinmez. Yol güzergahında olası bir yol çalışmasına bile önceden hazırlıklı olurdu. 

Onun her gün aynı saatte ve dakikada kapı önünde belirdiğini fark eden mahallenin en meraklısı ve tüm vaktini salonun penceresinden kim ne yapıyor, diye izleyerek geçiren, hatta bu işi ilerletip çayını, kahvesini kurulduğu yerde içen, çoğu zaman çekirdek çitleyen  Sabahat Teyze bile bir türlü anlam veremezdi. Nasıl oluyor da her defasında dakikasını hatta saniyesini şaşmazdı bu adam? Hayretler içinde kalırdı.  Adam içeriye girene kadar da göz hapsine alırdı her defasında. Hoş, mahalleden geçen giden hiç kimsenin onun göz hapsinden kurtulduğu da görülmemiştir. Sabahat Teyze bugün kurulduğu penceresinin köşesinde her zamankinden farklı olarak arkadaşıyla sütlaç yiyor, bir yandan da saatine bakıyordu. On dakika sonra adamın evinin önünde belireceği anı bekliyorlardı arkadaşıyla beraber. Çünkü bugün işi ilerletip arkadaşıyla iddiaya girmişti. Arkadaşı söylediklerine pek inanmamış ve her gün aynı dakika ve saniyede bir insanın eve gelmesinin mümkün olamayacağını ileri sürmüştü.  Bu yüzden Sabahat Teyze iddiaya girmişti.  “Şimdi görürsün. Adam on dakika sonra kapının önünde olacak.” diyordu. Direksiyonun başındaki adam kendisi üzerine iddialara girilmiş olmasından bihaber evine dönebileceği diğer sokağa doğru hızla ilerliyordu. Çabuk olmalıydı, vakit geçiyordu.  Sokağın başına geldiğinde yolun tam ortasında bir köpeğin durduğunu, geçiş yolunu kapattığını gördü. Arabasını durdurdu ve: “Bir sen eksiktin zaten.” dedi ve köpeğe sert bir bakış fırlatarak üst üste korna çaldı. Köpek arabanın önüne gelip havlamaya başladı. Adam köpeğin yol vermediğini ve korna çalmasının bir işe yaramadığını görünce bu defa camı açıp eliyle onu kovar gibi yaptı. “Hoşt! Hoşt!” Köpek bu hareketi de umursamadı. Adam sinirlenerek arabadan indi bu defa. Ona doğru yaklaşarak onu kaçırmaya, korkutmaya çalıştı. Köpek adama sokularak havlamaya devam etti. Hemen ilerde harabeye dönmüş olan gecekonduya doğru başını çevirdi ve daha çok havladı.  “Hoşt! Hoşt! Git buradan. Hadi!” dedi adam. Köpek yanından ayrılarak gecekonduya doğru koştu. Koşarken de bir ona bakıyor, bir gecekonduya yönelerek havlıyordu. Ona bir şey anlatıyor gibiydi.  Adam bir şey söylemeye çalıştığını fark etmedi ve uzaklaştığını görmesiyle arabasına doğru gitti.  Tam arabaya binecekken köpek koşarak arabanın önüne geldi ve havlamaya devam etti.  

Adam: “Hayda! Bunun derdi ne şimdi? Alay mı ediyor benimle? Vakit geçiyor zaten. Bir de seninle mi uğraşacağım?” dedi kızarak ve tekrar köpeğe doğru gidip onu az öncekinden daha sert bir şekilde korkutup kaçırmaya çalıştı. Köpek umursamadı. Adam saatine baktı. Beş dakikası vardı. Yüz hatları sinirle gerildi. Kaşları çatıldı. Öfkeyle soludu. Büyük bir huzursuzluk kaplamıştı içini. Ruhu sıkılıyordu sanki. Eve gidiş saatini kaçırmak üzereydi. Köpeğe kızdı, bağırdı tekrar. Adam o kadar bağırdı ki köpek korktu ve havlamasını kesti. Kulakları öne doğru düştü. Bakışlarını gecekonduya döndürerek acıyla inledi. Adam köpeğin bu mahzun halinden etkilendi. Bu yüzden ona bağırmayı kesti. Köpek adamın kızmayı bıraktığını görünce adama yaklaştı ve pantolonunun paçasını çekiştirdi. Daha sonra gecekonduya doğru dönerek havladı.  Adam onun ne yaptığına anlam veremiyordu bir türlü.  “Ne istiyorsun anlamıyorum ki!” dedi yumuşak bir ses tonuyla. Köpek tekrar pantolonunun paçasını çekiştirerek gecekonduya doğru koşup havladı. Adam da onun peşinden gitti. “Ne istiyorsun bir bakalım.” dedi. Köpek açık olan kapı aralığından geçip içeriye girdi. Adam kapının önüne geldi. “Nereye gitti şimdi bu?” 

Köpeğin havlama sesiyle kapıyı biraz daha iterek içeri girdi. Köpek evin bir köşesinde duran tahta yığınlarının yanına sokulmuştu.  Adam gelip orada durdu. Bir inleme sesi duydu.  Orada köpeğin yanı başında duran tahta yığınlarının altından geliyor gibiydi bu ses. Evet! Evet ses oradan geliyordu. Köpek mahzun mahzun ona baktı ve o da inler gibi sesler çıkardı. Adam eğilip tahtaları birer ikişer kaldırdı. Küçük bir yavru köpeğin başı göründü. Yavru köpeği görünce daha hızlı kaldırdı tahta parçalarını. Yavru inlemeye devam ediyordu. Anne köpek yavrusunu görünce hemen ona yaklaştı. Yavrusunun görünen başını diliyle yaladı. Adamın yüreğinde derin bir acıma ve şefkat hissi uyanmıştı. Yüz hatları yumuşamıştı. Ufak bir tebessüm yayıldı az sonra yüzüne. Nihayet yavru köpeği tahta yığınlarının altından çıkarabilmişti. Hemen onu kontrol etti. Herhangi bir yerinde yaralanma olmadığını görünce sevindi.  Bir “Ohh!” çekti. Yavru köpek elinden atlayarak annesinin yanına koştu ve sevinerek annesine sokuldu. Anne köpek yavrusunu yalayarak sevip okşamaya devam etti bir müddet. Bu sevinçli tablo karşısında adamın gözleri doldu. Yüreği merhamet ile aydınlandı. Gülümseyerek onları izledi. “Demek yolumu kesişin bu yüzdendi.”  Anne köpek kafasını ona çevirdi.  Koşup yanına gitti ve kuyruğunu sallayarak etrafında döndü. Adam gülümseyerek köpeğin başını okşadı. Daha sonra anne köpek yavrusuyla beraber oradan ayrılıp gittiler. Onlar uzaklaşıp gözden kaybolana kadar arkalarından baktı. Sonra arabasına bindi ve evinin yolunu tuttu.  Hiç olmadığı kadar huzurluydu. Artık ne saatine bakıyordu ne de bir an önce eve varma telaşı vardı.  Vaktinde eve varmamış olmasını umursamıyordu bile. Evinin önüne geldiğinde hava hafifçe kararmıştı. Gülümseyerek arabasından indi. Berber Hasan Usta kapının önünde elindeki havluları askıya asıyordu. Yanından geçerken durdu ve deminden beri yüzünü süsleyen gülümseme ile ona selam verdi. Ardından kolaylıklar diledi. Hasan Usta önce biraz duraksadı. Onun selam verip gülümsemesine şaşırmıştı. Aylardır buradaydı. Bir kere olsun dönüp bakmamış, selam vermemişti. Şaşkınlığını üzerinden atmaya çalışarak selamına karşılık verdi adamın. O sırada iddiayı kaybetmiş olmanın verdiği hüsranla ve az önce şahit olduğu selamlaşma faslıyla şaşkınlığa uğrayan Sabahat Teyze cama yapışmış onu izliyordu. “Bu adama ne oldu böyle? Neden geç kaldı? Kesin önemli bir şey olmuştur, yoksa geç kalmazdı.” diyordu arkadaşına. Adam kapının önüne geldi. Anahtarını çıkarıp kapıyı açtı. İçeriye girecekken arkasına döndü ve Sabahat Teyze’ye baktı. Gülümseyerek el salladı ve içeri girdi. Sabahat Teyze’nin şaşkınlıktan ağzı açık kalmıştı.  “İnanamıyorum! Sen de gördün mü Suzan? Bana el sallayıp selam verdi. Geç kaldığı gibi bir de bana selam verdi. Ne olmuş bu adama böyle!..”


0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir