Esra Göktepe

-Bizi burada, bu uçsuz bucaksız çölde, hiçbir insanın, hiçbir yoldaşın bulunmadığı bu yerde yalnız başımıza bırakıp nereye gidiyorsun İbrahim?

İbrahim aleyhisselam susuyordu. Ulu’l azm peygamberlerden biri olan bu büyük nebi, imtihanın en çetiniyle baş etmeye çalışıyor, emri selametle uygulamanın derdiyle çölü adımlıyordu. Öyle ya, emir göklerdendi! İçi parçalansa da, yüreği darlansa da, imanı O’nu (a.s) bu yoldan döndürmüyordu. Sanki gizli bir el, İbrahim aleyhisselamın yüreğini suhuletle yıkayıp paklıyor, az sonraki veda için gönlünü sağlamlaştırıyordu.

-Biz karanlık, susuz, yol, iz düşmeyen bu çölde ne yapacağız bir başımıza?

İbrahim Peygamber (a.s) yine susuyordu.

Bu kez sorusunu değiştirdi Hacer annemiz;

-Bizi buraya bırakmanı Allah mı emretti?

-Evet. dedi,  büyük peygamber. Ve ardına bakmadan yürüdü. Arkadan Hacer annemizin şu sözleri içine yağmurları yağdırıyor, bu yağmur damlaları yüreğini ferahlatırken bir yandan da gönlünün hüznünü, gözüne akıtan pınar oluyordu.

-O halde git. Biz emanet edilenlerin en yücesine emanetiz. O (c.c) bizi koruyacaktır.

Gidiyordu İbrahim peygamber . Yavrusunu ve hanımını Allah için arkada bırakarak gidiyordu. Olur da baba yüreği dayanamaz da geri döner diye ardına bile bakmadan gidiyordu. Birkaç hurma, bir su tulumu. Sadece onlarla doyamayacaklarını bilerek gidiyordu. Onları doyuracak da, koruyacak da Allah’tı. Onları üşütmeyecek de onlara yol arkadaşları bulacak da yine yüceler yücesi Allah’tı.

Nicedir yürüdü İbrahim aleyhisselam. Ayrılığın kor acısıyla yürüdü. O bilmiyordu bu ayrılık hikmetinin sırrını o anda. İleride kavuştuğu yavrusunu Allah’a kurban etmesinin küçük bir provasıydı belki de bu yaşadığı. Yüreği daha büyük imtihana hazırlansın diyeydi.

Ona oğluyla birlikte kutsal beyti  inşa etmek nasip olacaktı. İlerideki salih oğul, salih torunları Hz.Muhammed(s.a.v)’in kıblesini, gönlünün feraha erdiği kutsal “Kabe’yi” elleriyle yükseltmek  nasip olacaktı. Şimdi sabır zamanıydı. Yutkunurken boğazını delip geçen, dikenli ama sonu selametli bir sabır…

Hacer annemizin suyu da yiyeceği de bitmişti. Yavrusunun ağlayan, susuzluktan feryat eden o haline dayanamadı. Safa ile Merve tepeleri arasında yedi kere telaşlı bir şekilde koşmaya yakın bir şekilde yürüdü. Bilmiyordu bu yaptığının ileride gayretin ve çabanın sembolü olarak bilinecek “say” ibadetinin temeli olduğunu. “Biz her insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık.(İsra-13)” ayetinin ruh bulduğu, hayat kazandığı yer, yine bu uçsuz bucaksız çöllerdi.

Hacer ve biricik oğlu İsmail(a.s) birbirlerinin her şeyiydi artık. Çölün yıldızlı gecelerinde, kollarında masum yavrusuyla düşünmeye başladı Hacer annemiz. Düşüncelerini çerçeveleyen sahneleri keşke oğlu da görebilseydi. Keşke yıldızlardan bir demet yapıp oğulcuğuna sunabilseydi. “Rabbim bizim sahibimiz, O bizi zayi etmeyecektir.” ferahlığını, o bebeciğe tam anlatabilseydi.

Çölde bir hayat vardı. İnanırsa çölün, göle dönüşeceğini biliyordu Hacer annemiz. Takatinin tükendiği, susuzluktan bitkin düştükleri o zor durumda bir Cebrail(a.s) ferahlığı inecekti tüm zerrelerine. Büyük melekten gelen büyük müjdeler saracaktı gökleri, yeri ve Hacer annemizin kalbini. Ve zemzem ile süslenecekti birazdan çöl. Kaynağı cennetten gelen, aktıkça akan, yaşam kaynağı bu mübarek su, ileride burada bir hayat başlayacağının da habercisiydi. Kana kana içti iki mübarek insan bu sudan. Hacer annemiz Rabbin yardımını aldığı an, yüreğindeki tüm çöller de göle dönüşmüştü.

Öyle ya, çöl bazen içimiz olur. Bazen şehrin ortasında küçücük bir oda olur. Bazen kalbinize seslenen, onun diliyle konuşan bir dost yüreği olur o kuyudaki zemzem. Ve siz bedenen çok uzaklarda da olsanız ruhen yakın olursunuz, yakın durursunuz birbirinize. Zemzem başındaki ana-oğulun İbrahim peygambere yakınlığı gibi.

Hacer annemizin yanına zamanla buradaki suyu keşfeden kabileler yerleşmeye başlayınca, onlarla aynı kelimelerin ve bu kelimelerden çıkan aynı manaların “bir” olmasının mutluluğu da ekleniyordu gönlüne. “Bir” olanın birliğinden geliyordu bu lütuflar. Ve bazen ‘‘Bir”den gelen, birden gelir. Ayrı gibi zannedilen diller, “Bir”i söyler, bir olur ve “Bir”in sırrına varır. Ayrı ayrı duran birler, “Bir”de birleşip giderler.

Hacer annemizin yanına gelen nice birler, bin olup insanlığın ateşini tekrar bu çölde tutuşturacak, bu kuyunun başından insanlık tekrar küllerinden doğacaktı. Yeniden başlayacaktı maceramız burada. Hepimizin göreceği güzel günlerin ilk adımları atılıyordu şimdi bu çölde. Muhammedî günlere hazırlanıyordu artık her bir kum tanesi. Çölün asıl baharı onun doğumuyla olacak, çöle inen en parlak nur O’nun (s.a.v) nuru olacaktı. Şimdi çöller düşünsündü, bayram etsindi. Baba ile oğul buluşup Kabe’yi inşa edecek, Kabe rasulünü özlemle bekleyecek, rasulü de davasını bu çölden haykıracaktı. Çölün baharı pek yakındaydı.


0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir