Can Er Demir

Adil artık ayrılık vaktinin geldiğinin farkındaydı. O da Şincan’dan ayrılmak istemiyordu. Fakat annesi onun Türkiye’ye gidip okuması hakkında ikna etmişti. Annesi evden sabah erken çıktığı için annesini görememişti. Annesiyle vedalaşıp yola çıkacaktı. Mahallelerine girdiğinde bir farklılık hissetti. Her zamankinden daha sessizdi ortalık. Derken iki sokak öteden bir çığlık sesi duydu. Telaşlandı Adil. Hızla evlerine yöneldi. Evine yaklaştığında içeride bir kalabalık gördü. Heyecanla koşmaya başladı. O sırada Adil’in evindekiler de Adil’i gördüler. Bir asker dışarı çıktı hiçbir şey söylemeden tüfeğini uzattı ve ateşledi. Adil kanlar içerisinde yerde kaldı. Kimse başına toplanamadı. Adil böylece annesine veda edemeden annesine veda etti.

Arakanlı küçük Rahime anlamakta zorlanıyordu.İsimlerini bile bilmediği bu insanlara ne yapmış olabilirdi. Rahime bir toplama kampında doğmuştu. Daha çok küçüktü. Annesi ona askerler geldiğinde saklanmasını söylemişti ama Rahime bunu anlamıyordu. Bir oyun oynadığını zannetti. Askerler gelip annesine saldırıldığını gördüğünde korkudan bağırmıştı. Bu çığlığının son çığlığı olacağını bilemezdi. Kendisine tecavüz ederken öldüren asker ölü bedenini kamptan çıkarmıştı. Annesine veda edemediği gibi artık annesi de ona veda edemeyecekti.

Ahmed, Pataniyle ilgili büyük umutlar besliyordu içinde. İçindeki umutların Budist rahipler tarafından otomatik silahlarla söndürüleceğini bilmeden annesine veda etti. Evinden o gün rızkını kazanmak için çıkmıştı. Müslüman görüntüsü öldürülmesi için yeterli bir sebep oldu. Son vedasının olduğunu bilmeden veda etmişti annesine.

Ali, Mindanao sokaklarında gezerken Amerikalı askerlerin bu adada ne aradığını düşünüyordu. İspanyollar yüzyıllarca sömürmüştü onları. Sıra Amerikalılara mı gelmişti? Uzaktan bozuk bir aksanla Ali diye bağırıldığını duydu. Arkasına döndü ve sesin geldiği yerdeki kişileri tanımaya çalıştı. Üzerine yağdırılan kurşunların sayısını ve sebebini bilmiyordu Ali. Sebepleri anlasaydı belki birilerine veda edebilirdi. Bir başka başlamadan biten hikayenin başkahramanıydı şimdi.

Jonas sallanan gemide kendisini gemi tuttuğunu farketti. Luena’da doğan birisi olarak gemilere hiç ilgisi olmamıştı. Angola limanından ayrıldıklarından beri kaçıncı defa kustuğunu hatırlamıyordu. Arkadaşlarıyla beraber kendisini esir alan Portekiz’in bir daha kusarsa onu okyanusa atacağı tehdidini anlamamıştı. Bir sahil kentinde yaşamayan Angolalı, köle pazarına götürüldüğünü nereden bilebilirdi? Jonas’ın son kusması Portekizli tayfayı kızdırdı ve onu hızlı ve sert bir darbe ile okyanusun serin sularına gönderdi. Bir müddet çırpındıktan sonra Jonas okyanusun dibine doğru gömülürken güverteden kendisine bakan arkadaşlarına gözleriyle veda ediyordu.

Ruveyda su bulmak almak için evinden çıkmıştı. Çok fazla da uzaklaşmadı evinden. Sadece evdeki su ihtiyacını gidermek istemişti. Bidonu elinde aceleyle sokakta koşarken kardeşini gördü. Suyu almıştı. Suratında kocaman bir gülümsemeyle seslenmek istedi kardeşine. Gözünün önündeki bu toprak parçası da neydi? Gözleri açık yerde boylu boyunca sessizce kaldı Ruveyda! Nereden bilsin Filistinli bir kız çocuğunun evine sevinçle su götürmesinin devletler arası politik bir krize yol açıp bir keskin nişancı kurşunuyla gözleri açık yere serileceğini! Her Filistinli gibi son vedasını bir zalimin ihanetiyle yaptı.

 …

Adna’yı sertçe itti bir Sırp askeri. Adna kucağındaki çocuğu ile yere düştü. Düşerken kendisini bebeğine siper etti. Bebeğine herhangi bir şey olmaması için azami ihtimamı göstermeye çalışıyordu. Bunu gören Sırp askeri arkadaşına bakarak sırıtmaya başladı. Sanki askerler aynı şeyleri düşünüyorlardı. Askerlerden biri hemen bir yere gidip geldi elinde bir makine vardı. Diğeri elindeki silahın dipçiğiyle Adna’ya sertçe vurdu. Hızlıca bebeğini aldı yerden asker. Adna çığlıklar içerisinde yalvarsa da asker yaptıklarından zevk alıyor gibiydi. Bir diğer asker araya girerek Adna’yı darp etmeye başladı. Sonra saldırmasın diye Adna’yı sıkıca tutmaya başladı. Adna’nın bebeğini getirdikleri makineye koyup çalıştırdılar. Gözlerinin önünde bebeğini kıyma makinesinden geçiriyorlardı. Adna’nın bebeği daha annesine veda edebilecek yaşta bile değildi. Adna Sırplara ne yapmış olabileceğini düşünemeyecek haldeydi. Sırp askeri zorla bebeğinin etinden çekilen kıymayı Adna’nın ağzına tıkarken diğer asker Adna’yı kurşun yağmuruna tutuyordu.

 …

Ömer’e annesi Cezayir’in milli kahramanı Ömer Muhtar’dan dolayı Ömer ismini vermişti. 2. Dünya savaşının bitmesiyle Setif’te yapılan kutlamalara katıldı Ömer. Ömer Muhtar gibi oğlunu her evden gönderişte veda eder, hayır duada bulunurdu annesi. Setif kutlamalarında Fransızların makinalı tüfeklerle 45 bin kişiyi katledeceğini bilemezdi Ömer. Fransa’da olsalardı Fransızlar onları katledip Seine Nehrine atarlardı. Ömer annesine veda edebilmişti. Ya Seine Nehrinde kimseye veda edemeyen onbinlerce Cezayirli?

 …

Lati Freetown’daki evinde kapılarını sıkı sıkı kilitlemişti. Perdeleri kapalı silah seslerinin bitmesini bekliyordu. Sesler bir ara kesildi. Pencereden dikkatlice bakarak olayların bitip bitmediğini anlamak istiyordu. İngiliz yönetimine son vermek isteyen Sierra Lionelilerin küçük bir grubu kıstırdığını gördü. Korkudan elleri havada titreyen bu kız çocuğu en fazla sekiz yaşında olmalıydı. Lati nefes bile almıyor, kendisini göstermemek için azami dikkat gösteriyordu. Yavaşça geri çekildi. Silah sesleri tekrardan duyuldu. Lati yere çökmüş sessizce bekliyordu. Sekiz yaşında bir kız çocuğu ülke politikasında ne gibi bir sorun teşkil edebilirdi? Kimseye veda edemeden belki de öldüğü bile bilinemeyecek bu kız çocuğunun adı acaba neydi?

 …

O gün caminin imamı Ouham-Pende şehrinde evine gidiyordu. Çatışma sesleri duydu. Çatışmaların bittiğini hatırlıyordu. Seleka savaşçıları bile şehirden çekilmişti. Tabii ki son günlerde uluslararası güçlerin şehirde görülmeyişi dikkat çekmişti. İmam Efendi 70 yaşının üstünde idi. Anti-balaka milisleri tarafından öldürüleceğini bilmiyordu. Son namazından sonra yaptığı dua sanki içine doğmuş gibi veda mahiyetindeydi. İmam Efendiyle beraber öldürülen 100’den fazla kişi Orta Afrika Cumhuriyeti’nde katledilen ne ilk sivillerdi, ne son olacaktı.

 …

Sabri o gün çok heyecanlıydı. Ampara’da daha önce camiye gitmemişti. Babasıyla uzun pazarlıklar yapıp Ampara’nın en güzel camisine gitmek istiyordu. Tabii ki Sabri Sri Lanka’nın nasıl bir vandallığa ev sahibi olduğunu bilemezdi. Babasıyla beraber namazda iken yapılan saldırıdan sağ çıkamadı. Camiye giden herhangi bir çocuk gibi annesiyle vedalaşmamıştı. Nasıl vedalaşabilirdi ki?

 …

İç çekti Zeynep. Artık karşılaştığı herkes ile ayrılırken helalleşip vedalaşıyordu. Biliyordu başına gelenler sadece kendi başına gelmemişti. Lakin içindeki sızı hiç dinmiyordu. Zeynep’in bilmediği Irak Parlementosunda konuşulan üç milyon dul kadının maaşı idi. Amerikanın Irak’ı ziyareti sonrasında bu üç milyon dul kadının acaba kaçı kocasıyla vedalaşabilmişti? Eğer istatistik bir bilim dalı ise bununla ilgili bir veri ortaya koyabilir mi?

 …

Tadamon Mahallesi içinde ne çok acı taşımaktadır. Muhammed sadece Türkmen oldukları için öldürülen akrabalarına şahit oldukça kiminle vedalaşması gerekmektedir? Tadamon Mahallesinde Esed’in Şebbihaları tarafından alıkonulup gözleri çıkarılan, dişleri çekilen, parmakları kırılıp öldürüldükten sonra çocukların önüne atılan birisiyle vedalaşmak mı daha acı vericidir, vedalaşamamak mı?

 …

Aişe, Hama şehrinde ertesi gün okula başlayacaktı. Heyecanla elbiselerini ve okul malzemelerini hazırlamıştı. O gece Hama’nın uçaklarla bombalanıp, tanklarla kalan evlerin tahrip edilip, Suriye ordusu askeri tarafından sağ kalanların kurşundan geçirileceğini bilemezdi. Hafız Esed, Hama şehrini bir silgi ile haritadan silerken Aişe kime veda edebilirdi ki?

 …

Gazze’de bir varmışsın, bir yokmuşsun. Gazze dışında ise hiç yokmuşsun. Gazze’de hikayeler böyle başlar, böyle biter. Gazze’nin şerefli insanları teslim olmazlar. 62 yaşındaki Yahya metruk bir binada Siyonist işgal güçleri tarafından kuşatıldığında ölüsünün olduğu binaya dahi iki gün yaklaşamadılar. Ardında onun için sevinçli bizim için hüzünlü bir veda mektubu bıraktı. Bazıları için ölüm öngörülebilir. Bazı yiğitler ise ölümle kol kola gezmektedir.

 …

Bugün kız çocuklarının elbiselerini ve oyuncaklarını süsleyen mavi kelebeklerin diyarı Srebrenitsa’yı duydunuz mu hiç? Srebrenitsa’da toplu mezarlarda yatan kız çocuklarının mezarlarını süslemektedir mavi kelebekler. Mavi kelebekleri takip eden Bosnalılar toplu mezarları bulmuşlardır. Belki de toplu mezarlarda yatanlara veda etmektedir mavi kelebekler.

 …

“Elma” diye bağırdı Havin annesine. “Elma kokusu bu!” Heyecanla dışarıya çıktı. Nereden bilebilirdi ki Halepçe sokaklarında Hardal ve Sarin gazı olacağını? Çukur bir alanda dağların arasında kalan Halepçe sakinleri sadece şehirlerinin normal bir bomba ila bombalandığını zannettiler. Halbuki iç organları yakıp kavuran, şiddetli bir acıyla kıvranmalarına yol açan elma kokulu ölüm, Hardal ve Sarin gazıyla gelmişti. Yerde şiddetle kıvranan gazın etkisiyle soluk borusu yanan Havin annesine nasıl veda edebilirdi? Zaten annesi de tüm Halepçe sakinleriyle aynı durumda olduğu için cevap da veremezdi.

 …

Suquamish kabilesi, Şef Seattle’ın yaptığı anlaşmayı geçerli sanıyorlardı. Amerikan emperyalizminin iki yüzlülüğü ile kanlı bir şekilde tanışacaklarını nereden bilebilirlerdi ki? Şöyle diyecekti mektubunda Şef Seattle “Adil olsun ve halkıma karşı nazik davransın, çünkü ölüler güçsüz değildir. Ölü mü dedim? Ölüm yoktur, sadece dünyaların değişimi vardır.” Belki de her vedaya hazır olduklarının bir deklerasyonuydu bu.

 …

Miguel anlamakta zorlanıyordu. General Weyler daha önce önce onlar için savaşmamış mıydı? General Weyler İspanyol Kuvvetleri ile saldırılara geçtiğinde herkese gözdağı vermek için gerilla ve sivilleri ayırt etmeksizin katledecekti. Artık Miguel anlamak zorunda değildi? Küba’ya veda dahi edememişti. İsmi unutulan yüzlerce kişinin arasında kaldı.

 …

Küçük Cemile neden o gece apar topar yola çıktıklarını anlamamıştı? En sevdiği bebeğini ise yatağında unutmuştu. Ne kadar ısrar etse de annesi geri dönemeyeceklerini söyledi. Tren vagonlarına dolduruldular, Rus askerlerinin sarhoş naraları arasında. Hayvanların taşındığı vagonlara doldurulmuşlardı tıka basa. Ellerine bir lokma yiyecek bile alamamışlardı. Küçük Cemile, bir hafta sonra açlıktan öldüğünde neden sürgün edildiğini bile bilmiyordu. Hoş Nazilere destek verdikleri iddiasıyla Stalin tarafından sürgün edildiğini öğrense bunun ne demek olduğunu bile bilemeyecekti. Artık küçük Cemile apar topar bir yere gitmek zorunda değildi. Annesinin üzüldüğü ise kızının önce bir lokma ekmeğe veda etmesiydi.

 …

İdris daha gözlerini dünyaya açalı bir yıl olmuştu. Ne Çeçen Dağlarının güzelliğini görmüştü, ne de annesinden başka güzellik biliyordu. Ruslar Grozni’yi ele geçirmek için gece boyu bombardıman yapmışlardı. Ertesi gün içerisinde askeri birlik dahi bulunmayan Grozni’yi işgal ettiklerinde ilk infaz edilenlerden birisi İdris’ti. İdris veda etmenin ne olduğunu nereden bilebilirdi?

 …

Düşündü, tüm hafızasını zorlayarak düşündü. Bulgarların kendisine verdikleri ismi düşündü. Şimdi karşısındaki Bulgar askeri daha önce ismini değiştirmeyi kabul etmediği için öldürülen dedesinin ismini bir Bulgar ismiyle değiştirmesini istiyordu.  Dedesine böyle hüzünlü bir veda etmenin mi, yoksa dedesinin adına veda etmenin mi daha hüzünlü olduğunu düşündü? Lakin ses edemedi. Zaten ses çıkaranların hepsinin sesi kesilmişti.

 …

Zahra o gün sadece evinde oturuyordu. Tek suçu Afganistan’da doğmasıydı. Robert Bales ise her gün yaptığı gibi içkinin dibine düşmüş ve sarhoştu. Zahra çocuklarıyla vedalaşamadı. Bir Amerikan askerinin köyünü basıp sivillere ateş açacağını nereden bilebilirdi? Evinde oturan kadın ve çocukların kıtalar ötesine nasıl bir tehdit oluşturduğunu anlamak zor olsa gerektir. Zaten Afganistan’a gitmek için 50 bin dolar ikramiye alan askerin sivil başına 2500 dolar ödediği düşünülürse zannediyorum anlam da aramıza veda edecektir.

 …

Ülkedeki vahşetten kaçan Üveys, Suudi sınırına yaklaşan yüzlerce kişiden biriydi. Yemen’de Amerikan bombaları durmaksızın patlıyordu. Elbet onları kucaklayacak Müslüman bulurlardı. Lakin farklı bir durum sezinledi. Suudi sınırındaki askerler neden silahlarını onlara çevirmişlerdi. Kendilerini tanımamış mıydılar? Ateşlenen silahların sesleri çabuk kesildi Üveys için. Geri dönmek için veda etmişti Yemen’e. Kardeşliğin böyle olduğunu bilseydi belki de Yemen’de ölmeyi tercih ederdi.

 …

Uzun yıllardır süren ülke içi mücadele Yusuf’u, Gatumba kampına getirmişti. Hutularla Tutsiler arasındaki savaşın bitmeyeceğini düşünüyordu Yusuf. Bu kaostan bir anlık bile olsa bu kampta kurtulmuştu. Silah sesleri duymaya başladı. Kamp yakınlarında pek ses duymazlardı. İçini derin bir korku sardı. Kimle vedalaşacağını bilemeden başına isabet eden bir kurşun ile sessizliğe gömüldü. Yusuf hangi saldırıya misilleme olarak kampının basıldığını bilmiyordu. Artık bilemeyecekti de!

 …

Stalin’in bulduğu müthiş fikir Türkistan topraklarına Orta Asya demekti. Çünkü katliamların üstü başka nasıl örtülebilirdi? Batı Türkistanlılar isimlerine bile veda ederken bugün Doğu Türkistanlılar hangi acıların kollarında boğuşuyorlar? Kaç hüzünlü hikaye kalmış olabilir cebimizde? Her eve birÇçinli yerleştirme politikası ile Çin Komünizmi mi daha rezildir yoksa Türkistan ismini bile tarihten silmeye çalışan Rus Komünizmi mi? Bu soruların cevaplarını arayanlar Türkistan vilayetlerini gezebilirler!

 …

Abdurrahman, Somali’de bu kadar kuraklık ve kıtlık olmasına rağmen ülke içine bu kadar silahın nasıl girdiğini anlamıyordu. Özellikle 10-14 yaş arası gençlerin elinde bu kadar silah nereden geçmişti? Yiyecek yemek bulmakta zorlanırken silahları nasıl temin etmekteydiler? Nereden bilebilirdi ki vahşi emperyalizmin hedeflerine ulaşmak için birilerini finanse edip durduğunu! Abdurrahman kuraklığa rağmen tarlasına gidip belki ürün alırım ümidiyle çalışmak istiyordu. 12 yaşındaki bir genç ona durmasını söyledi. Duymamıştı Abdurrahman. İkinci ihtar bir mermiyle sırtına yapıldı. Yere yüz üstü kapaklanan Abdurrahman ancak toprak ile vedalaşabildi. Belki de Somali’deki kıtlığın temel sebebi buydu.

 …

Muhammed, Tora Bora Dağlarında doğmuştu. Kendini bildi bileli elinde silah vardı. İngilizler, Ruslar ve Amerikalılar. Tüm işgalcilere karşı gösterilen direnişin içinde yer almıştı. Sanki ellerinde çiçeklerle gelmiş gibi davranan işgalcilere anladıkları dilden konuşuyordu. Özgürlük ve namus en büyük şiarıydı. Biliyordu ki 40 yılda sürse sonunda Afganistan’da, Afganlar galip gelecekti. Amerikalılara ciddi zayiatlar vermişlerdi. Şimdi tekrar Tora Bora Dağlarında çatışmaların merkezindeydi. Bir insan şeref ve haysiyeti için yaşamazsa ne için yaşardı? Amerikan askerleri kaç para için bu şerefli insanlarla savaşıyorlardı? Sahi bir şeref kaç dolardı? Son mermisini de harcadıktan sonra bir önceki gün ahdettiği gibi asla teslim olmayacaktı. Bu mücadele bir bayrak yarışı gibiydi. Her gelen bayrağı daha öteye götürecekti. Son kurşununu attı ve ortalığı kolaçan etmeye başladı. Amerikan cephanelik üssünü fark etti. Gizlice cephaneliğe yaklaştı. El bombasının pimini çekip cephaneliğe doğru fırlattı. O esnada bir Amerikan askeri tarafından görüldü. Muhammed vurulurken cephanelik de havaya uçmuştu. Annesiyle vedalaşırken annesi her daim şeref ve izzet yolunda olmasını tembihlemişti. Muhammed, izzetinden hiçbir şey kaybetmeden toprağa düşüverdi.

 …

Şöhret, Hokand şehrinin sakinlerinden biriydi. Hep sakin kalmak isterdi. Lakin Ermeni-Taşnak çetelerinin farklı planları vardı. Sanki yıllardır içlerinde sakladıkları öfkeyi bir anda içlerinden salmışlardı. Şöhret, Ermeni-Taşnaklara karşı oldukça tedbirliydi. Yine de her yeni gün evdekilerle vedalaşmadan evinden çıkmazdı. O gün caminin ateşe verildiğini duymuştu. Hızlıca hastanenin yolunu tuttu. Tanıdık bir kimse görmek ümidiyle hızla arşınladı yolları. Hastaneye vardığında şok oldu. Hastaneyi de ateşe vermişlerdi. Şöhreti gören Ermeniler üzerine ateş yağdırdı. Ne olduğunu anlayamayan Şöhret yerle yeksan olmuştu bile. Fergana Vadisi artık ölüm vadisine dönmüştü.

 …

Annesi Göktepe Kalesinin sağlamlığına güvenerek İlarslan’ı huzur içerisinde uyuttu. Bu kale uzun zamandır işgal edilememesiyle meşhurdu. Ruslar ise bu kaledeki Türkmenleri katletmeye ahdetmiş gibiydiler. Şiddetli bir patlama sesiyle uyandı İlarslan. Patlama sesi yerin dibinden gelmişti. Annesine seslenemeden yerin tekrardan şiddetli patlamasının etkisiyle İlarslan hayata gözlerini yummuştu bile. Annesi gözlerinin önünde hayata gözlerini yuman oğluna üzülmeye fırsat bulamadan evinden çıktıktan kısa bir süre sonra Rus kılıçlarıyla doğranacağını bilmiyordu. Veda etmeyi bırakın düşünmeye bile vakit kalmamıştı. Acaba insanlık için düşünmeye vakit ne zaman bulunabilir?

 …

Nikolay, hayatı boyunca hareketli bir çocuk olmamıştı. Şimdi gençliğinin baharında da sakin bir hayat sürüyordu. Olaylardan uzak bir hayat tercih ediyordu. Arkadaşlarının yoğun ısrarı üzerine Maria Meydanındaki kalabalığın arasına katılmıştı. Yanındaki arkadaşları ateşli ateşli sloganlar atarken o arkadaşlarına ayak uydurmaya çalışıyordu. Tam sloganı ezberlediği ve yüksek sesle bağıracağı anca askerler tarafından üzerilerine yağdırılan kurşunlardan birisiyle hayata gözlerini yumacaktı. Hiçbir yeniliğe kucağını açmayan Nikolay, Romanya ordusunun mensupları tarafından veda etmeyi dahi öğrenemeden sessizliğe gömüldü.

 …

Razak, o gün tüm savaş malzemeleriyle her an hazır bir şekilde saldırı için bekliyordu. Mızrağını sivriltmiş, baltasını bilemişti. Artık köle olarak beyaz insanlara hizmet etmeyecekti. Özgür bir Beninli olarak İngilizlere karşı koyacaklardı. Krallarının talimatıyla toplanmış İngiliz askerlerini bekliyorlardı. Birden ne olduğunu anlamaya dahi fırsat bulamadan üzerlerine bir bomba düştü. Razak daha önce patlamalı bir silah görmemişti. Eğer bombanın etkisiyle ölmeseydi biraz sonra İngiliz taramalı tüfekleri ile can verecekti. Her halükarda kimseyle vedaya fırsat bulamayacaktı.

 …

Açlık mı daha kötü, soğuk mu? Bir kurşunla mı ölmek daha trajik, üstüne düşen bir bomba ile mi? Sahi çocukları küçük kurşunlarla mı vururlar! Yusuf bir kısa video çekip internette paylaşmayı düşündü. Orada yaşananlardan insanların çoğunun haberi olmamalıydı! Yoksa bu kadar uzun süre bombalar, açlık, soğuk, katliamlar devam etmezdi herhalde. Bugün bir hastane ve okulun bombalandığını duymuştu. Herhalde az bir şerefi bile olan insanlar bu duruma tepkisiz kalmazdı! Şeref ve izzet tüm insanlıktan çekip alınmış olamazdı! Bu durumun tek açıklaması haberlerinin olmamasından kaynaklanmalıydı! Aksi bir durumun olabileceğini düşünemeyecek kadar gençti Yusuf. Telefonunu camın önüne koydu ve ön kamerayı açtı. Sözlerini aklında toparladı. Tam telefonun düğmesine uzanırken gökyüzü karanlıktan ayrıldı. Yusufların evi de ortadan ikiye ayrıldı. Yusuf ise yalan ve ihanetlerle dolu bu dünyadan ayrıldı. Yusuf vedasını doğarken yapmıştı. Çünkü Gazze’de doğmak annesiyle vedalaşması için yeterli bir sebepti.

Ali çok uzun zamandır yiyecek bir şey bulamamıştı. Kaç zamandır aç olduğunu bile hatırlamıyordu. Belki az hali olsa Fransızların ülkelerini neden bu kadar fakir bıraktığını sorabilirdi. Belki az hali olsa neden Fransa sonrası Burkina Faso’nun bu kadar karıştığının hesabını yapabilirdi. Belki birazcık hali olsa insan canından önemli ne vardır diyebilirdi. Ali o kadar uzun süredir aç kalmıştı ki hiçbir kelime ona bir şey ifade etmiyordu. Artık hiçbir kelime ona bir şey ifade edemeyecekti de. Özellikle veda Ali için bir ekmek kırıntısı kadar değerli değildi. Artık nefes almadığı için ekmek kırıntısının da önemi kalmamıştı.

 …

Kunta Kinte’yi duymayanınız var mı? Yeni nesilden duymayan varsa bir zahmet bir yazıversinler internete. Kunta Kinte kadar şanslı olamayan kaç Gambiyalı geçti bu dünyadan acaba? Kunta Kinte’nin ise ne kadar şanslı olduğu mevzu ayrı bir durum arz etmektedir. Yüz yıllarca isimleri bilinmeyen kaç Gambiyalı bilinmedik hikayelerde köle edilip öldüler. Gambiyalılar veda etmek için doğmadılar ama bu dünyaya veda edebilmek için yaşadılar.

 …

Samanta hapishane hayatına alışık değildi. Üstüne birde hamileliği eklenmişti. Son zamanlarda duymak istemediği bazı fısıltılar duysa da doğumu yakın olduğu için hiçbir şeyi duymak istemiyordu. Samanta kendisini en azından doğum için bir müddet dışarıya salarlar diye düşünmüştü. Kendisine tüm doğum işlemlerinin hapishanede yapılacağı söylendiğinde şaşırmıştı. Ağır bir suçtan yatmıyordu içeride. Zorlu bir doğum sonrası çocuğunun sesini duyunca dünyalar onun olmuştu. Dünyanın en mutlu insanıydı. Tam çocuğunun kokusunu almak için gözlerini açacaktı ki boğazına uzanan bir bıçak ile nefesi de kapanacaktı. Arjantin diktası çocuğunu yeni bir aileye verecekti. Bebek asla kendi annesine gıyabında dahi olsa veda edemeyecekti.

 …

Peter annesiyle beraber Monrovia kilisesine sığınmıştı. Burası Kızılhaç tarafından sığınak ilan edilen bir yerdi. Artık güvende olduklarını düşünüyorlardı. Liberya askerlerinin kiliseyi basıp onları kurşun yağmuruna tutacağı kimsenin aklına gelmemişti. Peter köle olmadan ölen Liberyalılardan biriydi. Peter artık köle yapılamazdı. Hiçbir beyaz ölü bir köleyi istemezdi. Zaten Peterin de köle olmaya niyeti yoktu. Annesine sarılırken kurşunlandığı için annesine veda bile edememişti. Bu tabiki Peteri canlıyken bir köle olarak gören beyazlar için hiçbir şey ifade etmiyordu.