Can Er Demir

Gözlerini açtığında kendisini daha önce hiç görmediği bir yerde buldu. Sahil kenarında, kuş cıvıltıları arasında sessiz sakin bir ormandaydı. Bu dinginlik ve huzur veren ortam onda nedense huzursuzluk hissi uyandırmıştı. Yine hatırlamadığı bir zamanda, hatırlamadığı bir yerde, hatırlamadığı şekilde gelmişti bu his. Üzerinde sanki günlerce ağlamış gibi, kaskatı bir yorgunluk vardı. Huzur kaynağı olan her şey onda ters tepki yapıyor gibiydi. Gözlerini kıstı ve etrafı süzmeye başladı. Bir şeyler ters gidiyor olmalıydı. Dikkatle etrafına bakınmaya devam etti. Uzak bir mesafede tek başına oturan yaşlı bir adam gördü. Tanımak istercesine dikkatle baktı. Yanı başında duran atı daha fark etmemişti. Yaşlı adama odaklanmışken atın sesiyle irkildi. Bembeyaz yelelerinin ardında simsiyah gözleriyle dikkat çekmekte olan bir attı. 

-Sen, dedi ata, sen kimin atısın?

At olduğu yerde kişnedi.

-Benim atım mısın, diye mırıldandı, benim atım olamazsın, seni daha önce de gördüm, dedi. 

Uzaktaki adamın da kendisini kontrol ettiğini fark etti. Eliyle gel işaretini yapmakta olan yaşlı adamın çağrısına kayıtsız kalamadı. Sonunda içinde bitmek bilmez bir arzuyla atın üzerine atladı. Dört nala yaşlı adama doğru ilerledi. Yaklaştıkça bazı şeyler anımsamaya başladı. 

-Sen o Bilge misin, dedi olabildiğince vakur bir ifadeyle. 

-Bilgelik bilge olmayı kabul etmekle mi başlar, dedi adam, yoksa bilgeliği hiç kabul etmemek midir gerçek bilgelik?

-Bu civarlarda adı Bilge diye geçen, her olayın sırrına vakıf olan kişi sen değil misin?

-Bazı sırlara vakıf olduğum doğrudur. Ama vakıf olduğum bazı şeylerin sır olup olmadığından emin değilim!

-Öyleyse sana sormam gereken sorular var!..

-Öncelikle nezaketin ne olduğunu mu soracaksın, dedi yaşlı adam.

Bu soru üzerine utandı. Hiç selam vermeden, hâl hatır sormadan mevzuya girmişti. Ayrıca yaşlı adamdan izin almadan adama soru sormaya kalkmıştı.

-Sizin için bir mahzuru yoksa beynimi kemiren bazı soruları sormam gerekiyor. Cevapları benim için çok önemli, dedi yaşlı adamın mesajını aldığını belli edercesine.

-Sen sormadan ben söyleyeyim, dedi yaşlı adam, burası bir yanılsama gibi. Gerçek sandığımız şeylerden, gerçeklerden çok uzak. Giden bir daha gelmiyor. Tekrar gelebilen aslında geldiği yerin burası olmadığını anlıyor. Bir köprünün altından akan sular gibi zaman geçip gittikçe artık o köprü dahi aynı köprü olarak kalmıyor. Ulaşmaya korktuğunuz sonuçlara ulaştığınızda oranın aslında tam da varmak istediğiniz yer  olduğunu anlıyorsunuz. 

Kafası gittikçe daha çok karışmaya başladı. 

-Gidenlerin gelmediğini biliyorum. Fakat gitmeleri ne kadar doğru, dedi yaşlı adama.

-Gitmek için gelmişlerse asıl kalmaları ne kadar doğru, diye yanıt verdi yaşlı adam.

Çok uzaklardan sesler duymaya başladı. Kulak kabarttı. “Rasim, Rasim, abi, abi!’’ Aklına tüm yaşamış olduğu vahşet geldi. Gözleri büyüdü. Kanı daha hızlı akmaya başladı. Heyecanı arttı ve daha hızlı konuşmaya başladı. 

– Peki ya, dedi, Rasim abi, Rasim abi’ye olanlar.

-Sana buranın bir yanılsama gibi olduğunu söyledim. Belki de burada var olmamak varlığın kendisidir.

-Bu, diye bağırdı, hiçbir şeyi haklı çıkarmaz. Ben, dedi kekeleyerek, ben gördüm. İnsanlık dışı bir şeyler, dedi. Cümleyi toparlayamadı. 

Yaşlı adam gayet sakin;

-Gördüğünü düşündüğün şeyleri gördüğünü söylüyorsun, oysaki gördüğüne dair bir ispatın yok. Bir film gibi düşün bunu, izliyorsun, gerçek olmadığını biliyorsun, yahut senden başka birileri gerçek olmadığını biliyor. Senin gerçek zannetmen bir şeyleri gerçek yapmaz.

– Anlamıyorum, dedi etrafına bakınarak, çok karmaşık konuşuyorsun.

-Karmaşık olan söylediklerim değil, zihnin karşılığı gün gibi ortada olan durumu senin için karmaşık hâle getiriyor. Yoksa dikkatle etrafına bakmış olsan her şey açıkça ortada.

Dikkatle etrafına bakmaya başladı. Yaşlı adam bu hâlini görünce tebessüm etti. 

– Peki ya ortadan kaybolan insanlar?

– Kaybolmaları da senin bir vehmin olabilir mi, diye sordu yaşlı adam.

– Bunlar çok anlamsız, dedi yaşlı adama.

 Tam arkasından daha yüksek bir ses duydu “Rasim, Rasim, abi, abi!” hızla arkasını döndü ve elinde kocaman bir kılıç olan maskeli iri yarı bir adamla karşılaştı. Bu adamın kesinlikle Rasim abinin bahsettiği, kendisini bulmak için gelen adam olduğunu anladı. Adam kılıcını havaya kaldırdı. Diyecek bir şey kalmamıştı. Yaşlı adamın kendisini tuzağa düşürdüğünü düşündü. Gözlerini sıkıca yumdu. 

Birden omzunu sarsan bir el ile uyandı. 

-Rasim, hadi kalk bakalım oğlum, geç kalacaksın.

Gözlerini korkudan sımsıkı kapatan adam ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. 

-Abi, hadi abi, yarım saattir seni çağırıyoruz. 

-Rasim, Rasim, diye daha yüksek sesle bağırdı annesi.

Kardeşi üstüne atladı.

-Hadi abi, sonra bize sitem edeceksin diye abisini sarsmaya başladı.

Gözlerini rüyadan yavaşça açan Rasim hâlâ gerçek gibi hissettiği rüyadan kurtulmaya çalışıyordu. Gözlerini açtı. Burası kendi odasıydı. Kafasında binlerce soru ile yorgunluktan bitkin bir hâlde yataktan kalkıp lavabonun yolunu tuttu.


0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir