Can Er Demir

Gözlerini loş bir odanın içinde açtı. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Burası da neresiydi? Daha önce hiç görmediği bir tavan döşemesiyle bir müddet bakıştı. Üzerinde delikleri olmayan eski bir tahta döşemeydi. Gürül gürül yanan sobanın sesini duydu. Soba yakılacak havaların gelmediğini düşünüyordu. İlk defa gözlerini açtığı bu loş odanın Rasim abiye ait olduğunu anlam veremediği bir şekilde hissediyordu. Üzerinde bir ağrı yahut yorgunluk hissetmiyordu. Rasim abinin sesi duyuldu:

-Çay dolduruyorum civanım. Hadi geç kalma bir elini yüzünü yıka.

Anlam veremediği o kadar çok şey vardı ki. Burası neresiydi, buraya nasıl gelmişti, neden buradaydı ve Rasim abi birden nereden çıkmıştı? Zihninde dört nala koşan sorular gözlerinde hafif bir bulanıklığa sebep oldu. Birden kendisini aynanın karşısında buldu. Avucuna doldurduğu suyu suratına vuruyordu. Hiçbir şey söylemeden denileni yapıyordu. Rasim abinin her zaman üzerinde böyle bir etkisi olmuştu. Ne dese itirazsız ve sorgusuz yerine getiriyordu. Neden, diye düşündü. Neden ama neden? Avucuna doldurduğu su damlaları suratıyla dans ederken sanki bu dansı durdurmak istercesine ellerini yüzüne bastırdı. Dengesinin bozulduğunu hissetti. Geriye doğru düşerken birden kendisini sandalyede oturmuş, Rasim abinin karşısında çay içerken buldu. Aklında milyonlarca soru varken hiçbir şey yokmuş gibi Rasim abiyle karşılıklı çay içiyordu. Üstelik dünyanın en güzel çayı olduğuna yemin edebileceği bir çay içiyordu.  Ardı arkası kesilmez bir çok soru sormak isterken ağzından tek kelime çıkmıyor ve sessizce çayını içiyordu. Rasim abi yeniden sessizliği bozdu:

-Hayat sana güzel, bak bunu tüm samimiyetimle söylüyorum, hayat sana güzel.

-Yine ne oldu Rasim abi, hayat senin omuzlarına ne gibi bir yük yükledi? Ya da benim nasıl bir rahatlık içerisinde olduğumu düşünüyorsun ki? 

Rasim abi tam karşısında ona baktığı hâlde onu görmüyor gibiydi. Kendisiyle konuştuğu hâlde sanki bir başkasıyla konuşuyordu. Rasim abinin gözleri donuktu. Aslında tam olarak kendisine bakıp bakmadığından da şüpheli idi. 

-Bakalım seni kurtarabilecek miyiz? dedi Rasim abi usulca. 

Bu ne demekti şimdi. Neyden kurtarılması gerekiyordu? Acaba başına bu sefer nasıl bir bela açmıştı. Son yaşadıklarını hatırlamaya zorladı kendisini. Çayından bir yudum daha aldı. O sırada çayı biten Rasim abi sobanın üstündeki çayın kapağını kaldırdı. Etrafa bergamot kokusu yayıldı. Gözlerini kapattı. Derin bir nefes aldı. İçine dolan tahta kokusuyla karışık bergamot bir cesaret getirdi. Rasim abiye bu sefer olayın daha başındayken ne olduğunu sormaya karar verdi. Yavaşça nefesini bırakırken gözlerini açtı. Bembeyaz bir odada Rasim abiyle bir tablonun başındaydılar.

-Neymiş beni kurtaracağın şey? dedi bir anda kendinden emin ve tok bir sesle. 

Rasim abi şüphe ve korku karışık bir şekilde baktı önce. Sonra bakışlarından bir şefkat döküldü: 

-Bu tablo, dedi. Belki de tüm sorunlarımızın çözümü olacak. Bak ne görüyorsun?

Rasim abinin bu kendinden emin tavrı onu korkutmuştu. Bir an emin olamadı, tabloya bakmalı mıydı? Bergamot kokusu her tarafı sararken gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı. Tam tabloya bakacakken bir gürültü koptu.

– Geldiler, dedi Rasim abi. Çabuk koş.

Hiç düşünmeden Rasim abinin yöneldiği pencereye doğru hamle yaptı. İri bedenine rağmen bir anda pencereden geçiverdi Rasim abi. 

-Yüksek değil. Acele et seni yakalamasınlar, dedi hızlıca.

Bir an pencereye sığıp sığmayacağı konusunda endişe etti. İçerideki odanın kapısının sertçe çalındığını duyunca panikledi. Sağ ayağını pencereden geçirdi. İçeriden gürültüyle kapı açılma sesini duyunca sol ayağından aldığı destekle kendisini pencereden aşağı bıraktı. Düşünce farketti ki pencereden içeri süzülen ışık dışarıyı daha yüksek zannetmesine sebep olmuş. İki metre dahi yoktu düştüğü yer. Lakin orantısız atlaması haddinden fazla canını acıtmıştı. Düşüncelerimiz de böyle ansızın düştükçe mi yara alıyor, diye geçirdi aklından. O sırada Rasim abinin sesini duydu:

-Haydi ne bekliyorsun. Ata bin. 

Bu uyarı ile yanı başında bekleyen simsiyah yeleleri olan atı fark etti.

-Ben ata binemem! diye bağırırken kendisini bir anda atın üstünde buldu. Pencerede homurdanan adamları görebiliyordu. Atının üzengisini tuttu. Rasim abiyle göz göze geldi.

-Takip et beni, deyince Rasim abi birden sanki talimatı alan atmış gibi siyah at Rasim abinin peşine takıldı. Herşey o kadar ani olmuştu ki ışıldayan güneşin ne zaman bulutların arkasında kaldığını fark edemedi. Rasim abinin arkasından dört nala sislerin içerisine girip izini kaybettirdi.


0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir