Can Er Demir

Çocuklar erken kalktıklarını düşünüyorlardı. Annelerinden önce kalkmış olma hissiyatıyla yaramazlık yapıyorlardı. Pijamalarıyla mutfağa doğru fırladılar.  Salonun kapısından geçmeden önce bir an duraksadılar. Salon ağzına kadar insan doluydu. Anneleri mutfaktan çıktı. “Oğlum üstünüzü giyinin. Ev misafir dolu!” diye azarladı anneleri onları. Çocuklar erken kalktıklarını zannederken en son uyananın kendileri olduğunu fark edince üzüldüler. Abisi, gel kardeşim, dedi, gidip üstümüzü değiştirelim. Hemen odalarına gidip önceki gün elbiselerini astıkları yerden aldılar ve üstlerini değiştirdiler. Tekrardan salona gittiler. Tüm koltuklar dolmuştu. Tüm sandalyelerde oturanlar vardı. Çocuklar bir cenaze lafı duydular. Anne, dedi küçük olan annesinin eteğini çekerek, cenaze ne demek. Evladım bir dur, dedi annesi. O kadar yoğundu ki çocuklarla ilgilenecek vakti yoktu. Küçük çocuk üçlü koltuğun kenarında oturan orta yaşlı, tam olarak kim olduğunu hatırlamadığı adama sordu soruyu tekrar. “Amca size bir soru sorabilir miyim?”. Her hâlinden sevecenlik akan, babacan tavırlı adam tebessüm etti. “Tabii ki yavrucuğum! Sor bakalım ama çok zor olmasın!” dedi. Küçük çocuk sorusunu tekrarladı. “Cenaze ne demek?” Adam önce bir yutkundu. Küçük çocuklara bu durumun nasıl anlatılacağını bilemedi. Gözlerinin içine bakan çocuğu hayal kırıklığına uğratmak istemedi. Duraksadı sevecen adam. “Cenaze,” dedi “Her canlı için normal bir durumdur. Yani nefes almakta zorlananların nefes almayı bırakmasıdır. Yani…” diye kıvranırken büyük çocuk araya girdi “Yani ölmüş demek, cenaze ölüye denir”. Adam söylemek istemediği şeyin söylenmesi ile rahatlamış ama çocuğun bu şekilde öğrenmesine de üzülmüştü. “Kim ölmüş ki?” diye bağırdı küçük çocuk gayriihtiyari. Zaten gergin olan ortam daha da gerildi. Ortamın soğukluğunu çocuklar da hissettiler. Büyük çocuk küçük çocuğa “Gel dedemi bulalım. O bize şeker getirecekti.” dedi. Ve koşarak dışarı çıktılar.

Adam evindeydi. Evin annesi mutfakta misafirlere ikramlık hazırlamakla meşguldü. Bir yandan yeni gelenlere tabak hazırlayıp, bir yandan da içeceklerini tazeliyordu. Kirli tabakları,  bardakları ve çatalları temizlemesi gerekiyordu bir yandan. Yeni gelenlerin yemek yemesi için yeterli malzeme yoktu ne de olsa. Mutfakta işlerini yoluna koyunca salona geçti. Hâlâ minderin üzerinde yatan kedi Deniz’i fark etti. Kocasına yaklaşıp hafifçe seslendi. “Şu kediyi de kaldır şuradan da bir tabure daha koyayım oraya.” Bu teklif adama çok mantıklı geldi. Kalkıp kedi Deniz’e yöneldi. Hafifçe kedi Deniz’i dürttü. Son zamanlarda yaşlılığın verdiği yorgunluk ile geç tepki verdiğini bildiği için dürtmeye devam etti. Kedi Deniz’e uzanıp kucağına aldı. Kedi Deniz hareket etmeden yatıyordu. Dört ayağı da aşağıya sarkıyordu. Kedi Deniz’in burnunu kulağına yaklaştırdı. Nefes alıp almadığını kontrol ediyordu. Bir dakikaya yakın dinledi. Nefes almadığını fark etti. Kedi Deniz’i bir an nereye koyacağını bilemedi. Evdeki misafirlerden birisi “Kediye ne olmuş” dedi. Adam “Zaten yaşlanmıştı. Yakın zamanda da hareketleri iyice hantallaşmıştı. Galiba dün gece ölmüş.” Dedi. O sıra çocuklar kapıdan bunu duydular. Küçük çocuk bağırdı “Deniz öldüğü için mi bu kadar insan buraya toplandı baba? Şimdi Deniz’e ne olacak? Deniz’i ne yapacağız?” Büyük çocuk hayret içindeydi. Kedi Deniz’in ölümü için bu kadar insanın toplanması ona acayip gelmişti. “Baba, Deniz’i bahçeye mi gömeceğiz?” dedi büyük çocuk. Adam sessizce balkondaki kedi evine doğru yöneldi. Kedi Deniz’in cesedini kedi evinin içine koydu. Şimdi onunla uğraşmak için vakti yoktu. “Şu cenaze işlerini halledelim yarın kedi Deniz’i de gömeriz,” diye düşündü.

Bu sırada misafirlerden birinin “Kedileri de mi ölmüş?” dediğini duydu çocuklar. Büyük çocuk “Başka kim öldü ki?” diye sordu. Çocukların cenazeden haberlerinin olmadığını anlayan misafir sükut etti. Sorusuna cevap alamayacağını anlayan büyük çocuk kardeşine “Gel dedeme soralım. O bize cevap verir,” dedi. Tamam, dedi kardeşi ve hızlıca merdivenleri indiler. Apartman kapısını zorla açıp bahçeye fırladılar. Bahçeden çıktıkları gibi bir solukta sokağı geçtiler. Trafik ışıklarına doğru yaklaştılar. Dikkatlice karşıya geçip çeşmenin başında bağırmaya başladılar.

“Çemşit Dede, Çemşit Dedeee…”


0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir