Can Er Demir

Küçük Cemşit korku dolu gözlerle etrafa baktı. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Bir anda kendisini hiç bitmeyecek bir yalnızlığın içerisindeymiş gibi hissetti. Yavaş yavaş etrafın aydınlığı azalıyor ve çevresindekileri görmeye başlıyordu. Sahi neden bu korkutucu parlaklık olmak zorundaydı ki? Cemşit zorlukla gözlerini kırpıştırarak açmaya çalışıyordu. Karşısında duran caddeyi ve caddeden geçen arabaları seçmeye başlamıştı. Acı bir fren sesi ve öncesinde kuvvetli bir korna sesi duydu… Korna sesleri çoğaldı. Yolun ortasında olduğunu fark eden Cemşit kendisini kaldırıma attı. Birileri ihtiyar bir adama kızıyordu. Dikkatlice etrafına bakındı. Babasını arıyordu Cemşit. Babası onu yolun ortasında görse çok kızardı. Arabalar işlemeye devam etti. Kimseye bir şey olmamıştı. Cemşit çalınan korna kendisine olmadığı için sevinçliydi. Bir yandan da içinde ya bana çalınmış olsaydı ürpertisi vardı. Neden ve nasıl orada olduğunu hatırlayamadı. Acaba kayıp mı olmuştu? “Annem!” dedi kendi kendine hızlı hızlı solurken fısıltıyla. Annesi onun kaybolduğunu öğrenirse yiyecek olduğu dayak aklına geldi ve birden fırladı. Bir an durdu. Olduğu yer tanıdık gelmişti ona. Peki ya babası öğrenirse? Kalbi yerinden çıkacak gibi atmaya başladı. Hafif de bir titreme başlamıştı. Kendi kendini cesaretlendirmeye çalışıyordu. Bir an önce harekete geçmezse babasına yakalanabilirdi. 

Belki de bu tanımaya başladığı yere babasıyla gelmişti daha önce. “Allah’ım inşallah evden fazla uzaklaşmamışımdır.” diye geçirdi içinden. İçindeki korku büyüdükçe terlemeye başlamıştı. Çok sıcak olmayan bir hava olmasına rağmen üzerinde ceket olduğunu fark etti. “Çıkarırsam annem kızar,” dedi kendi kendine telkin verir gibi. Gözleri büyümüş ve hafiften terlemeye başlamıştı. Cemşit ne yapacağını düşünüyordu. Babasının korkusu düşünmesini engelliyordu. Etrafına bakınırken yolun karşısında bir çeşme gördü. Çok susamış olduğunu fark etti. Bir an karşısındaki çeşme kendisine yaylalarındaki soğuk suyu anımsattı. “Bu,” dedi kendi kendine “yayla suyu gibi soğuk olabilir.” Önce su içip sonra yoluna devam etmeye karar verdi. 

Cemşit beklediği yerde trafik ışıkları olduğunu fark etti. Annesinin sözünü anımsadı. Kırmızı ışık dur demektir. Sarı ışık hazırlan, yeşil ise geç demektir. Ama yeşil olsa bile ışık önce arabaları kontrol et. Kurallara uymayan biri sana zarar verebilir. Işıkları beklemeye başladı. Kırmızı ışık bir türlü sönmeyecek gibiydi. Çeşmenin ilerisinde top sahasında oynayan çocukları gördü. “Acaba yanlarına gitsem beni oyuna alırlar mı?” diye düşündü. Çocukları izlemeye daldığı sıra birden aklına ışıklar geldi. Ya yeşil ışığı kaçırdıysa! İçinde derin bir heyecan ve titreme hissetti. Neyse ki hala kırmızı ışık yanıyordu. Aklından plan yaptı. “Işık yeşile dönünce birden atlarım. Bekleyen herkesten önce yola çıkar ve en hızlı şekilde ışıklardan karşıya geçerim.” diye düşündü. Çaktırmadan ışıkta bekleyenleri süzdü. Gözleriyle hem ışıkları hem de etrafındakileri takip ediyordu. Işık yavaşça sarıya döndü. Ardından birden yeşil oldu. Daha Cemşit ayağını kaldırımdan kaldıramadan yola atlayıp yolu yarılayanlar vardı. İçinde derin bir üzüntü hissetti Cemşit. Herkesten önce karşıya geçmek istiyordu. Birinci olarak yolun karşısına geçmeliydi. Birinci olamama korkusuyla birden ileri atıldı. Var gücüyle koşmaya çalıştı. Hayatının en uzun yolunu koşuyordu sanki. Enteresan bir şekilde herkes Cemşit ile yarışa girişti. Hepsi karşı kaldırıma geçtiğinde daha yolun yarısına varamamıştı Cemşit. Var gücüyle koşmaya devam etti. Daha kaldırıma varamadan ışık kırmızıya döndü. Cemşit şaşkınlık, yorgunluk ve dehşet içinde son bir hamleyle zıplayarak kendisini karşı kaldırıma attı. Nasıl böyle bir şey olduğunu hâlâ anlayamıyordu. Nefes nefese dizlerinin üzerinde kaldırıma çökmüştü. Nefesini kontrol etmekte zorlanıyordu. Damla damla terler suratını kaplamıştı. Birden omzuna dokunan bir el hissetti. “İyi misin?” diyen bir ses duydu gerçekle hayal arasında. Annesi her zaman fazla hayal kurduğunu söylerdi. Çeşmeye doğru baktı ve ileriden gelen şövalyeler gördü. Annesinin sözünü hatırladı. Tekrar “Fazla mı hayal kuruyorum?” dedi kendi kendine. Dikkatle bakınca şövalyelerin zırhlarının olmadığını fark etti. Kafalarında miğfere benzer bir şey vardı. Ama atları farklıydı. Biraz daha dikkatle bakınca kafalarında kask, bisiklet süren birileri olduklarını fark etti. Şövalye olmadıkları için üzülmüştü. İlk defa şövalye görmüş olacaktı. 

Tüm bunlar zihninden geçerken omzundaki elleri fark etti yine. Üşümüş ve korkmuştu bir anda. Korku tüm bedenini kaplamıştı. Omzundaki elden kurtulmakla çeşmeye varmak arasında bir seçim yapması gerektiğini düşündü. Sahi babası neredeydi ki? Babası burada olsa onu korurdu. Birden omzunu tutan el kolunun altına girdi. “Gel,” dedi “gel de bir su iç çeşmeden istersen, yardım edeyim sana.” Cemşit yabancılarla konuşmaması gerektiğini defalarca duymuştu annesinden . Hiçbir şey söylemedi ama onu tutan el de olmasa kalkacak hâli yoktu. Yavaşça kalkarak küçük adımlarla çeşmeye doğru yürüdü. Çeşmenin önündeki taşa oturdu. Elini bile kaldıracak mecali kalmamıştı. Hafiften ortalığın hareketlendiğini fark etti. Ortalık dönmeye başlamıştı. Sessizce kalkmak istedi. Her yer dönüyordu. Son duyduğu şey “Bu dayıyı tanıyan var mı?” olmuştu. Derin bir karanlık ve sessizlik içerisinde kalmıştı Cemşit.


0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir