Zeynep Vayiç

 “Ah! Afedersiniz.”

Ayağımın takılıp küçük çocuğa çarpmasına sebep olan kaldırım taşına omzumun üzerinden geriye doğru şöyle bir bakış attım. Kaldırım taşının da dile gelip pardon demesini bekliyordum fakat duruşunda alaycı sertlikten başka bir şey yoktu. Hala gözüm geride kalmış o cüretkar kaldırım taşına bakarak iki adım atmışken başka birine daha çarptım. “Önüne baksana kızım.” diye bir azar işittim gıdığı sarkan bir dededen. Pardon diyemeden çoktan gitmişti bile hızlı ihtiyar.

Rüzgar esti, kaldırım taşı kum tanelerini etrafında döndürerek küçük bir hortum oluşturmuştu. Benimle dalga geçiyordu sanki. Geriye dönüp hafif yerinden oynamış o cüretkar kaldırım taşına gününü gösterecektim. Tüm sinirimle güçlü bir adım indirdim üstüne. Sinsice içinde biriktirdiği geceden yağan yağmur sularını üstüme püskürtülmesiyle karşılık verdi taş. Paçalarımdan akan çamurlu suya bakarak  “Galiba o an bu an ya. Yere çömelip “Yeter!” diye haykırmam gereken tam olarak bu an galiba.” diye düşündüm. Evet, her şeyin üst üste geldiği o döneme girmiştik yine. Ben yine bir şeyleri öteleyecek, bir şeylerden vazgeçecek daha sonra o şeyler bir kaldırım taşı olup ayağıma takılacak ve aynı yüzleşmeyi tekrar yaşayacaktım. Bu samsara çarkı yıllardır böyle işliyordu ve büyük ihtimalle nirvanaya ulaşamayacaktım. İşin kötü yanı hiçbir Buda bana yardım da edemezdi.

Kafamı kaldırdığımda dünya üzerinde ilk defa kendisi bahsediyormuş gibi bana büyük bir hevesle tavsiyeler veren arkadaşımın bıkkın bakışlarını gördüm ta öteden. Derin bir iç çekip omuzlarını düşürerek başını hafifçe sağa sola salladı. Galiba az önce bir vazgeçiş yaşandı, ben vazgeçildim. Şikayet etmiyorum, haklıydı. Başıma bin bir türlü belalar açıyordum. Yapılması gereken her şeyin de farkındaydım tabiki. Herkes farkındadır. Fakat işlevi olmayan hiçbir farkındalığın bir önemi kalmıyor. Taşınacak suyu da biliyorum, kırılacak odunu da. Sanırım Tanrının bana bunları göstermesi değil, bana bunları yapacak gücü vermesi gerekiyor. derken Tanrı durur mu yapıştırıyor cevabı “Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle yaptıklarınız yüzündendir.” Doğru. Haklı olmadığı tek bir konu yoktu yüce Rabbimin.

Kolumdan çekiştirerek sürüklemeseydi hala karşımda duruyormuş gibi onunla bakışabilirdim. Sahi ne ara yanımda belirmişti. “Sonra insanlar bana deliymişim gibi bakıyor diye söyleniyorsun. Tabii ki bakarlar. Tuhaf tuhaf hareketlerin var. Taşın canı mı var sanki tekmeleyerek canını yakmaya çalışıyorsun.” Hala çekiştiriyor. “Dikkat çekme diyorum sana. Normal davran.” Hala çekiştiriliyorum. “ Normal insanlar gibi hobiler edin, vakit öldür.” Durdu. “Hayatını öldür. Herkes gibi.”  

Saatte 1670 km hızla dönen dünya Kerem konuştukça hızını yarıya düşürüyor olabilirdi. Sabahları şu an ölsem bir kaybım olmaz gibi düşüncelerle aymayan gün için yatakta oyalanan birine verilebilecek bir öğüt değildi bu. “Normalim ben.” diyerek sağ el bileğimi ondan kurtarıp kendim ilerlemeye başladım. Kaldırım taşını geride bıraktım, azar işittiğim dedeyi, yavaşlayan dünyayı, Kerem`i ve tavsiyeleri… Gerdanımda biriktirdiğim tüm hevesleri yanıma aldım. Arkadaşımı, hayallerimizi, neşemizi…

Ayaklarım yine o ağaca gidiyordu biliyordum. Uzaktan küçücük gözüken koca ağaçtan gelen Kerem`in sesine bir köpek gibi kulaklarımı diktim. Yavaşlayan dünyada sesi ağır ağır ulaşıyordu bana. Hızlandım. Beyazlara yakalanmadan oraya varmalıydım. Kerem`i dinledim. Dikkat çekmeyecektim, normal olacaktım ama herkes beni izliyordu sanki. Her adımımdan haberleri vardı sanki. Yanımdan geçenler vardı, durup beni izleyenler, parmakla gösterenler. Korkum boğazıma yapıştıkça Kerem`in kahkahaları kesilmeye başlamıştı. Nefesimle harmanlanmış ezilen umutlarıma aldırmadan koşuyordum.  Suratıma  gerçekleri çarpan dalları elimle itmeye çalışırken tökezlememe aldırmıyordum. Minarelerden göğü yırtan selanın sesi durdurabilmişti. Avuçlarımı dizlerime dayayıp ayaklarıma bakarak derin derin nefes aldım. O an acıyı hissettim işte. Tırnaklarımı kirleten kan ve toprak yüzümü ekşitmeme sebep oldu. Ayaklarımı yırtan dikenleri görebiliyordum. Kerem’in kızgın “Hadi!” diye çığlığı ayaklarımı tedavi etti o an. Beyazların ayak seslerini duymaya başlamıştım bile. Dünya daha hızlı dönüyor ve ben Kerem’i daha yakından duyuyordum. Tekrar koşmaya başlarken beyaz bir sesin bana adımla seslendiği duydum. Aldırmadım. Çünkü onlar da bana aldırmıyordu, inanmıyordu. Yetişebilirdim ama onları ikna edemiyordum. Son gücümü ağaçla aramda duran demir kapıya ulaşmak için kullandım. Her seferinde kapıya dokunabiliyordum ama sonrası beyazlaşıyordu ve akabinde her şey bulanık. Demir kapının soğukluğunu hissettim parmak uçlarımda. Var gücümle sallamaya başladım. Her seferinde anahtarı, alıp gerdanıma asmak yerine Kerem’in boynunda unutuyordum.

“Geriye dönüp bakma, bakma, bakma…” diye kendimi ikna etmeye çalışırken “Kapıya tırmansana be!” diye bir ses dönüp bakmama neden oldu. Az önce yanlışlıkla çarptığım çocuktu. Çocuğun hemen ardından ise beyazları gördüm. Çıplak ayaklarım kapıya yeltendi. Çok hızlı nefes alıp veriyor, kendi nefes sesim kulağımı tırmalarken ağzımdan çıkan duman ise yüzümü ısıtıyordu. İlk denemem başarısızdı. İkincisinde de başaramadım. Üçüncüsünde çıplak ayağımı gri demir kapıya koymayı başarmıştım. Sağ ayağımdan güç alıp bedenimi yukarı çektim.

Heybetini sevdiğimiz ama kokusunun başta yüzümü buruşturmasına sebep olan o kavak ağacı karşımdaydı işte. En güçlü dalına salıncak kurduğumuz yeri Kerem kendine dar ağacı yapmış, cansız bedeniyle ağacı süslüyordu. Selanın sesi göğü yırtmıştı sonunda. Üstelik bugün Cuma da değildi. Bu manzarayı bilmem kaçıncı görüşüm aylardır. Birazdan beyazlar gelecek, beni yaka paça aşağı indirecek, sakinleştirici yapacak ve odama kapatacaklardı. Akabinde orada bir ağaç olmadığını, Kerem’i bilmem kaç ay önce gözümün önünde başını bir kaldırım taşına vurmasıyla kaybettiğimi, bunun ruh sağlığımı bozduğunu ve tüm bunları sindirip bunun için tedavi gördüğüm konusunda onlarla hemfikir olmamı sağlamaya çalışacaklardı. Herkesin birbirinden ruh hastası olduğu bu yerde gıdığı sarkmış dededen azar işitecektim yine durduk yere ve yine o çocuk benimle dalga geçecekti. Beyazlardan ve içimde susmayan selalardan kaçmaya devam edecektim.

Ben bunları düşünürken çoktan beyazlar beni alt etmiş sakinleştiriciyi yemiştim bile. Yine dünya hızını düşürmüştü aniden. Bilmem kaç gün sonra bu samsara çarkı yine devam edecek ve dediğim gibi ben yine nirvanaya ulaşamayacaktım. Üstelik hiçbir Buda bana yardım da edemezdi.


0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir