Esra Göktepe

Bir insan yüreğinin de ötesindeki bir yerlerden söyleyebilir miydi bir türküyü? Söylüyordu işte Akif.

“Zeynep bu güzellik var mı soyunda

Elvan elvan güller kokar koynunda

Ramazan ayında bayram gününde

Zeynep’im, Zeynep’im anlı Zeynep’im

Üç köyün içinde şanlı Zeynep’im.”

Eline aldı kalemi kağıdı, çekti en derinden besmelesini. Kimseye söyleyemediği, bir tek kendinin bildiği o efsunlu sırra artık bu kağıt ve kalem şahitlik etmeliydi. 

2022 yılında, mektupla duyguları ifade etmek garip mi gelirdi acaba ona? Teknoloji çoğu noktada insanoğlunun önünü açmıştı da bir tek aşk duygusuna yaramamıştı. Yarım yamalak Türkçelerle, kelimeleri kısaltarak, hem anlamını hem duygu dünyasını yerle bir eden emojilerle desteklenerek güya tekrar o duyguyu verdirmeye çalışan kişinin karşı tarafa verdiği ifade aşk için yeterli miydi? Sanmıyordu. Hangi emoji, yüreğindeki o eşsiz duyguyu anlatırken gayri ihtiyari kağıda düşen, mercan tanesi hükmündeki gözyaşının sırrını karşı tarafa verebilirdi? Kağıttaki o gözyaşının bıraktığı hafif buruşuk izin kıymetini hangi sanal mesaj karşılayabilirdi?

Göğsüne sığmıyordu artık bu duygu Akif’in. Halbuki aklı en baştan beri yer vermemişti de ona, o ne yapıp edip girecek bir delik bulmuştu. Aşkın akıl işi değil, gönül işi olduğunu yeni yeni fark ediyordu. Nerden bilsindi? İlk defa bu duyguyla bütün ruhu sarmalanıyordu. Çok seviyordu onu. Adını dahi duyduğunda serin denizlere dalıyor, güneşin parlaklığıyla oluşan o deniz parıltılarının ruhuna şifa olduğunu hissediyordu. Bu duygu onu sarmaladıkça ruhu da kendi de ne kadar güzelleşiyordu. Yüzüne renk geliyor, tavan yapan enerjisiyle leyla gibi oradan oraya koşturuyordu. Yüzündeki tatlı gülümsemeye şapşal dalgınlıklar da eklenmişti artık. Hele karnında dolaşan o minik kelebekler, o gıdıklanma hissi. Hepsi aynı şeyi fısıldıyordu ona.

“Aşık oldun sen Akif.” 

Yıllar geçmişti de hiç kimseye böyle duygular hissetmemişti. Aşık mı olmuştu yani? Nasıl olabilmişti bu? Yıllarca kapısını tıklatmayan bu duygudan umudunu kesmişken hem de. Kalbine nasıl söz geçiremediğini görünce afallayıp kalıyordu. Gerçi on parmağında on marifet olanların dahi sözü geçmezdi buralara. Aşkın kendine mahsus şartları var, kendine has iklimi. Sonra düşündü kendi kendine Akif, aşk denizine ayağı bile ıslanmayanlar nasipsizdir sadece. Bu yola girmeyen, bu duyguyu tatmayan haklı olmadığı bir şeyi istemeye kalkan gibidir. Hani ata nal çakıldığını görmüş, kurbağa da ayaklarını uzatmış ya, onun gibi bir şey. Fırtınalı bir denizdi aşk. Kalbinin ayağı değdi mi bir kere ruhu da hemen atılmıştı. Aşka düşmüştü gönlü. Akif, aşk denizinde ümidin hep olduğunu, o derinliklerde gizli incilerin bulunduğunu biliyordu. Aşkla, sevgiyle yoğrulmuş yüreği bir kaldıraç arıyordu şimdi. Onu buldu mu dünyayı yerinden oynatacağını zannediyordu. O kadar inançlı ve kararlıydı. Bu yolda aklının sustuğunu biliyordu. Zaten aşk yolunda başını verenin aklı mı kalır? Aşkın akıl işi değil de gönül işi olduğunu artık tam anlamıştı. Ve aşkı ancak aşkın şerh edeceğini de. Bunları düşünürken ilk kelimeler dökülüverdi kaleminden.

“Zeynep.. Sen her zaman gülümse. Sen gülümseyince ömrüme ömür ekleniyor.”

Bir kere değdi kalem kağıda. Bırakırlar mı birbirlerini hiç. Bu iki güzel sevgili, teknolojiye meydan okuyanların en güçlü silahı değildi de neydi? Yarım yamalak Türkçelerle, emojiyle hayat verilmeye çalışılan cümlelere inat, en içten, en derine dokunan iki büyülü sırdı onlar. Kağıdın kokusuna kalemin tıkırtıları sinmişti şimdi. Sevgilinin elinin kokusu, gözyaşının ruhu konmuştu o kağıda. Heyecanla katlanmış, zarfın içine konulmadan önce yüreciğine dayanmış, belki saatlerce öyle kalınmıştı. Belki defalarca öpülmüş, sarınılmıştı. Hangi mesaj bunu verebilirdi sevgiliye. Teknoloji asla aşkın o saf, masum büyüsüne yaramadı. Öyle ki, sevgili içini kavuran duyguları olduğu gibi kağıda geçirirdi de kağıt tutuşurdu. Kalbi titreyerek gönderirdi de o büyülü aracıyı, günlerce cevabını beklerdi. Toprağın yağmuru beklemesi, suyun susuz kalmışlara hasreti gibi. Hem bu süreçler aşkı pişiren, demlendiren süreçlerdi. Şimdiki gibi hızlı, anlık iletişimler değildi. Ruhun sabırla büyüttüğü iletişimler.

Ah teknoloji, insanın yıllarca içinde biriktirdiği hisleri anlık cevaplarla yıktın. Konu aşk olunca çık hayatımızdan lütfen. Biz aşkta yavaşlığı, dinginliği, sabrı, sevdiğinin elinin kokusuna bulaşan o büyülü kağıtları seviyoruz. Seni değil.


0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir