Can Er Demir

Birisi küçük Ali’ye günlük yazsaydı ancak bu şekilde yazardı.

Annesi küçük Ali’ye bakar. Daha dün kucağında taşıdığı minicik yavrusu bugün karşısına geçmiş adam gibi onunla konuşuyordu. İçinden “Ne kadar da çabuk büyüyor. Şuna bak hele, nasıl da babasıyla beni gözlemlemiş, bizi taklit ediyor. Ama bu çocuğu doğruya yönlendirmek için özel bir eğitim vermek lazım. Hakkı batıldan ayırmayı bu yaşta öğrenir, bu yaşta hakkı seçmeye alışırsa ileride zorluk çekmeyiz.” diye geçirdi. Bu sırada Ali hala konuşuyordu. Annesi sevgiyle tebessüm etti. Yaşı küçük olmasına rağmen çocuğu namaza başlatmak, namazı sevdirmek vardı aklında. Bunun için en doğru yolu arıyordu. Tam bu anda Ali annesine dedi ki:

-Olur mu anneciğim? Ben de yapabilir miyim arkadaşlarım gibi?

Sonra annesinin gözlerinin içine baktı. Ali de arkadaşları gibi davranmak istiyordu. Annesini ikna edebilmek için elinden gelen herşeyi yapmaya hazırdı. Yaşı küçüktü ama kendinden çok emindi. “Ben” diye geçirdi aklından Ali “Ben sandığınızdan daha çok şey yapabilirim. Ben artık büyük bir çocuğum. Komşularımızın çocukları benden küçük, hem ben abisiyim onların. Abiler, ablalar büyüktür. Hem onlar istediklerini yaparlar.” Annesinin gözlerinin içine bakmaya devam etti. “Allah’ım!” dedi içinden “Ne olur annem izin versin!” O sırada annesinin telefonu çaldı. Annesi telefonda konuşurken sabırsızlıkla bekledi. Çok sevdiği oyuncak ayısına:

-Keşke bu telefonlar hiç çalmasa dostum, o zaman bana daha çabuk cevap verirler. Ya da benim de telefonum olsaydı o zaman hemen cevap verirlerdi bana. Büyüklerin hep telefonları var biliyor musun? Ama onlar çok büyükler. Ben de büyüğüm ama onlar çok büyükler. Ben daha o kadar büyük değilim!

O sırada annesi telefonla konuşmayı bitirdi. Hemen annesinin yanına koştu. Tekrardan gözlerini annesine dikti. Annesi:

-Tamam, ama bununla kimseye hava atmanı istemiyorum. Belki yapamayan arkadaşların vardır. Üzülürler, kalpleri kırılır. Anlaştık mı? 

Ali:

-Tamam anneciğim! diyerek hemen annesinin boynuna atladı. Sevinçten ne yapacağını şaşırmıştı. Bir oyana zıpladı, bir bu yana. Hemen oyuncaklarının yanına koştu. Eskiden aynı boyda olduğu, mavi ve yeşil renklerden oluşan panda ayısına sarıldı. Onu kucağına aldı ve olduğu yerde dönmeye başladı. Sonra onu oturttu ve onunla konuşmaya başladı: “Biliyor musun Poe, annem izin verdi. Ama bana izin verdi. Senin için sormadım çünkü sen şimdi benden küçük kaldın. Ama üzülme ben sana da yaparım.” dedi ve hemen bu olayı bahçedeki kuşlara anlatmak için dışarı koştu. Annesi sevgiyle ardından bakakaldı. “Ne kadar da mutlu oldu. Çocuk işte en ufak şeylerden mutlu olabiliyor” diye düşündü. Ali bu sırada çoktan bahçedeki kuşlarla oynamaya başlamıştı. Annesi pencereden hayretle Ali’yi izledi. Nasıl da yorulmadan gün boyu koşturabiliyordu? Çocuklardaki bu enerjiye hayran olanlar vardı. Ama Ali’nin annesi çocuğunu böyle gördükçe Allah’ın yaratmasına olan hayranlığı arttı. Bunca enerjiyi veren Allah’a böyle güzel bir çocuğu olduğu için bir kez daha şükretti. Bu sırada Ali koşuşturmacasını bitirip komşularının kapısını çaldı. Heyecanlı bir bekleyişin ardından arkadaşıyla göz göze geldi. Bir an oluşan sessizlik sanki bir saatmiş gibi geldi ikisine de. Sonra birden Ali çığlık atar gibi konuştu:

-Annem izin verdi Masum! Annem izin verdi!

İki arkadaş çılgınlar gibi zıplamaya başladılar. Sevinçten bir o yana, bir bu yana koşmaları görülmeye değer bir manzara oluşturuyordu.  O zamana kadar hiçbir takım taraftarı onlar kadar sevinmiş görünmüyordu.. En azından bu çocukların sevinci maç sonucu sevinen insanlarınki gibi boş ve anlamsız değildi.  Sevinçle eve girdiler. Ali’nin arkadaşı Masum’un odasına geçtiler. “Hemen işe başlayalım.” dedi Masum. İki arkadaş deney yapan bir bilim adamı ciddiyetinde masanın başına geçtiler. Önce lazım olan malzemeyi hazırladılar, Masum başlarken Ali izledi.

O sırada Ali’nin annesi namaz kılmak için niyetlenmişti. Önce dünyalık sebeplere takılmamak için tuvalet ihtiyacını gördü. Böylece vücudundan kaynaklanabilecek engellerin önüne geçmek istiyordu. Kılacağı namazla arasına girebilecek hiçbir şey olsun istemiyordu. Ardından ellerini yıkadı. Eline bulaşan dünyanın lekelerinden arınmanın sembolü gibi, ellerini üç defa suyla yıkadı. Gün boyu ağzına aldığı dünyalık kirlerden ağzını arındırmak istercesine üç defa da ağzını yıkadı. Vahyin kokusundan uzaklaştıran fani kokularla etrafı çevrili olduğu için namaz öncesi, namazından iman kokusu almak için burnunu üç defa yıkadı. Aynaya baktığında suratına sinmiş tozları gördü. Yüzünü secdeye layık kılmak için üç defa suratını yıkadı. Suratından damlayan sularla aynaya baktı. Bir an lavaboya düşen bir damlada takıldı kaldı. Hemen sonra avucuna aldığı suyla sıvadığı kollarını dirseklerine kadar yıkadı. Adeta dirseğinden bataklığa kadar batmış insanlığın kirlerini temizlemek istiyordu. Sonra idraki tıkandı. Akıl edemez bir hale geldi. Hemen bir elini yıkayıp, damlayan sularla birlikte, elini başına sürdü. Suyun rahatlatıcı ve huzur verici etkisini hissetti. Huzur bulunca idraki açıldı. Gün boyu en çok kirlenen tozlanan, terleyen yer kollarıydı. Kollarını dirseklerine kadar yıkadı. Suyun sesine karışan farklı bir ses vardı. Dikkat kesildi, tam olarak duyamadı. Hemen ellerini suda ıslatıp iki parmağı ile kulaklarını temizledi. Ardından okunan salayı duydu. İçinden “Şüphesiz ki Allah’tan geldik, yine Allah’a döneceğiz!” diye geçirdi. Ve kalan üç parmağını ensesine sürüp biraz rahatladı. “İnsan” diye geçirdi aklından “Ne kadar da aceleci bir mahlûk! Hâlbuki hayat ne kadar da kısa, hayat ne kadar da çabuk gelip geçiyor.” Ardından ayaklarını yıkayarak günün yorgunluğunu üzerinden attı. Rahatlamış ve huzur dolu bir şekilde saatine baktı. Bir sonraki vaktin girmesine daha çok vardı. Ama Ali’nin babasının gelmesi yakındı. Ali’nin babası geldikten sonra namaz kılmayı düşünüyordu. Çünkü namaza dursa adam kapıda kalabilirdi. Zaten Ali de komşudaydı. Onun da gelmesi an meselesiydi. Namaza durmadan önce sofrayı hazırlamaya koyuldu. Yemekleri zaten yapmıştı. Sofraya tabakları, çatal-kaşıkları, salatayı, ekmekleri koydu. Yemekleri herkes oturduğunda sofraya getiririm diye düşündü.

Fikir teatisi her zaman için olumlu sonuçlar veren bir durum olduğu için Ali’nin annesi çokça sefer kendi kendine konuşarak, bazen de sessizce düşünerek fikirlerini olgunlaştırır, olası sorunların önüne geçerdi. Bu sırada Ali, Masum’dan ayrılıyordu. Mutlu bir yorgunlukla sevinçten gözlerinin içi parlayarak “Yarın da sen bize gel! Tamam mı?” dedi Masum, Ali’ye. “Annemden izin alabilirsem gelirim. Hadi yarın görüşürüz inşallah.” dedi. Sonra Ali, Masumların bahçesinden çıkıp yoldan geçmeden önce soluna, sonra sağına, sonra tekrar soluna baktı. Araç gelmediğini görünce karşıya geçti. Çünkü annesi ve babası Ali’yle bu konu hakkında çok konuşmuşlardı. Araçlara dikkat etmezse başına kaza gelebileceğini bilen Ali, ne zaman yoldan geçecek olsa dikkatli bir şekilde geçerdi. Yolu geçen Ali kendi bahçe kapılarından girince önce ağacın üzerinde kuş var mı diye baktı. Ağacın üzerinde saklanan kuşları görünce hemen etrafına baktı. “Acaba etrafta bir kedi mi var?” diye geçirdi içinden. Ağacın arkası başta olmak üzere bakabileceği her yere baktı. Kedi ararken yerdeki karıncaları fark etti. Tek sıra olmuş, hızlı hızlı bir yerlere gidiyorlardı. Ekmek kırıntılarını taşımaları Ali’nin dikkatini çekmişti. Oturup karıncaları izlemeye başladı.

O sırada pencereden Ali’nin babasını bekleyen annesi baktı. Ali’yi yere oturmuş görünce şaşırdı. “Yine ne yapıyor bu çocuk?” diye aklından geçirdi. “Acaba kavga etmiş olabilir mi? Ama yok kavga etse yüzünden anlaşılırdı. Neden oturmuş ki bu çocuk?” diye kendi kendine söylenirken cama biraz daha yaklaştı. O sırada Ali’nin bir şeyleri takip ettiğini fark etti. Yerde çalışan karıncaları izleyen oğlunu seyre daldı. Ali aklından “Ne kadar da çalışkanlar” diye geçirdi. “Hiç yorulmuyor mu bunlar? Neden bu kadar küçükler ki? Acaba onlarla konuşsam beni anlarlar mı? Karıncaların evleri nerede ki?” bunlar ve benzeri birçok soru geçiyordu Ali’nin aklından. Eve gidip annesine vereceği müjdeyi çoktan unutmuştu bile. Annesi hâlâ Ali’yi izliyordu. Bir an dünyada kanunların hep böyle işlediğini düşündü. Büyük olan küçük olanı takip ediyordu. Her zaman üst makamda olanın gözleri küçüğü gözetiyordu. Ali küçük karıncaları göz hapsine almıştı. Annesi ise gözlerini ayırmadan Ali’yi izliyordu. Karıncaların Ali’den haberi yoktu ama Ali tüm dikkatini onlara vermişti. Ali’nin de annesinden haberi yoktu ama annesi de dikkatle Ali’yi takip ediyordu. Bu düzenin zorunlu bir gereksinimi olarak Ali’nin annesini de bir izleyen, dikkatli bir takipçisinin olduğu açıkça ortadaydı. Ali’nin annesi huzurla Ali’yi izlerken telefon çaldı. Ali’nin babası geç kalacağını bildirmek için aramıştı. Annesi bunun üzerine ben namazımı kılayım o zaman diye düşündü. Namazgâhını secdeye doğru serdi. Niyetlenmek üzere zihnini temizlemeye koyuldu. Dünyanın işleri zihnini meşgul etsin istemiyordu. Derin bir nefes aldı. Tam ellerini kaldırıp tekbir alacakken zil çaldı. Ali gelmiş olmalı diye düşündü ve kapıya yürüdü. Ali zili çalmış ve apartmanın dış kapısında heyecanla bekliyordu. O bekledikçe zaman sanki asırlar gibi uzamıştı. Heyecan ve sabırsızlıkla zili bir kez daha çaldı. Sanki dünyayı yerinden oynatacak bir şeye sahipti ya da krallara haber götüren ve vereceği haber savaş vesilesi olacak bir ulak gibi heyecan ve sorumluluk bilinciyle bir kez daha zile bastı. Dış kapının otomatiğine basılmasıyla Ali’nin kapıyı açması bir oldu. Sanki yüz metre koşan atletlerin hiçbiri Ali kadar hızlı koşmamıştı ve hiçbir atletin kendisininki gibi önemli bir amacı olmamıştı Ali’ye göre. Evin kapısına gelince ayakkabılarını çıkarmasıyla annesinin boynuna atlaması bir oldu. Annesini yanağına bir öpücük kondurup: ”Başardım anneciğim! Başardım! Ben de yaptım! Ben de yaptım!” diye bağırıp yüksek sesle şarkı söylemeye başladı. Annesi oğlunu sakinleştirip “Haydi, abdest al da anne oğlu namaz kılalım seninle!” dedi. Ali “Tamam!” diye bir çığlık attı ve hemen abdest almaya banyoya koştu. Kendisi için yapılan ufak lavaboda daha çok kendisini ve etrafını ıslatarak abdest almaya çalıştı. Annesi onun bu durumunu tebessümle izleyip etrafı ıslatmasına müsamaha gösteriyordu. Çünkü çocuğundaki bu şevkin kırılmasını ya da yok olmasını istemiyordu. Islanan yerlerin silinmesi ve kuruması çok fazla zamanını almazdı. Ama çocuğunu bir defa abdest almaktan soğursa bir daha onu abdeste alıştırmak çok zor olurdu.

Abdestini alan Ali hemen kendisine bir seccade serdi. Annesinin ona tembihlediği gibi ellerini kulak hizasına kaldırdı. İlk zamanlar ellerini annesi gibi göğüs hizasına kaldırıyordu. Daha sonra öğrenmişti ki erkekler ellerini kulak hizasına kaldırır. Ali’nin annesi ise seccadenin üzerinde ayakta durmuş bekliyordu. Zihnini temizledikten sonra bir an durdu. Kendisini tüm dünyaya karşı kıyama kalkmış bir mücahide gibi hissetti. Sanki zamanının tüm Allah düşmanlarına karşı bir direniş sembolüydü. Niyeti Allah’a kul olmaktı. Onu Allah’a kulluktan engelleyen her şey sadece karşısında yok olmaya mahkûm bir kar tanesiydi. Ellerini kaldırdı. Göğüs hizasında, tam kalbinin yanında ellerinin tersiyle tüm dünyalıkları bir kenara itti. Allah ile konuşmaya niyetlendi. Ali annesine baktı. Annesindeki ciddiyeti ve kararlılığı gördü. O anda fark etti ki namaz kılmak büyüklerin yaptığı bir işti. Büyümüş bir adam edasıyla son kez annesine baktı. Ellerini kaldırıp adamlığa başladı. Ali’nin annesi öncelikle Allah’ın tüm noksanlıklardan uzak olduğunu itiraf etti. Subhaneke derken Allah’ın kendisini her an kontrol altında tuttuğunu hatırladı. Ürperdi ve en güzel girizgâh ile girişine başladı.

Ali camide ezberlediği Sübhaneke’yi, Fatiha’yı ve İhlas suresini okumuştu bile. Cami hocası çocuklara anlatırken siz bunları okusanız size yeter demişti. Tam o sıra aklına kendisinin büyük bir adam olduğu geldi ve artık büyük olduğuna göre annesi ne yaparsa onunla birlikte aynı zamanda yapmalıydı. Ali’nin annesi kâinatın giriş kapısı olan Fatiha suresinden sonra adeta tüm kâinat nizamına meydan okurcasına Kur’an-ı Kerim’den ayetleri okumaya başladı. Ne de olsa insan Allah’ın yeryüzündeki halifesi idi. Diğer mahlûklara olan üstünlüğünü hatırladı. Son noktayı koyduğunda içini mağrur bir duygu kapladı. Tam kibir kapısının önlerinde iken birden dünyaları inleten tekbir ile olduğu gibi eğildi. Gözleri ayaklarına kilitlendi. Adeta “Ey insan! Kendini büyük gördüğün her an böyle ayaklar altında kalırsın.” dercesine Allah’ı tesbih etti. Ali birden annesinin rükûya eğildiği fark etti. Büyük olma arzusunun verdiği şevk ile geç kalmaya tahammül edemedi. Hemen hızlıca o da rükûya eğildi ve annesini ayağa kalkmasını bekledi. Ali’nin annesi iki büklüm olmuş kâinatın malikini tesbih ediyor, O’nun tüm noksanlıklardan eksik olduğunu söylüyordu. Önünde eğilmeye layık olan tek hükümranın hükümlerine uymanın mutluluğu ile doğruldu. Biliyor ve haykırıyordu ki, tüm bedeni ile Allah hamd etmekte olanları işitendir. Ali de annesini taklide devam etti. Onun gibi vakarla rükûdan yükseldi. “Bu sefer,” dedi kendi kendine, “Annemi geçeyim. Ondan önce secdeye ineyim.” Sonra ayağa kalkmasını takip eden iki saniye içerisinde secdeye gitti Ali. Ne de olsa büyük adamlar kendi başlarına da iş yaparlardı. Ali’nin annesi de Ali’nin ardından secdeye kapandı. Rükûdakine benzer bir duygu ile Allah’ın noksanlıklardan eksik olduğunu ve tüm kâmilatın onda toplandığını itiraf etti. Allah’ın yegâne güç sahibi olduğunu hatırlarken dizleri üzerine oturup beş on saniye kadar bekledi. Sonra tekrar aynı minval üzere halini değiştirmeden secdeye kapandı.

Ali annesini taklit etmeye devam etti. Çünkü namaz kılmak büyümenin belirtisiydi. Çocukları ve delileri görmüştü namaz kılmayan. Ama bazı çocuklar büyüdüklerini söyleyip namaz kılıyorlardı. Bir sefer arkadaşı Abdullah’a oynamaya gittiğinde ezandan hemen sonra arkadaşının namaz kıldığını görmüştü. Demişti ki Abdullah ona “Sadece akıllı ve sorumlu adamlar namaz kılarmış. Babam öyle söyledi. Bende büyüdüm adam oldum! Bende namaz kılmalıyım.” Ondan sonra beraber namaz kılmışlardı. O günün akşamında dedesine olanları anlatırken ne kadar heyecanlanmıştı. Dedesi ona bir güzel sarılmış, onu öpmüş ve takdir etmişti. Herkes ne kadar mutlu olmuştu o gün! Ali ilk defa o gün namaz kılmanın çok güzel bir şey olduğunu düşünmüştü. O ilk gün kendisini ne kadar da büyük hissetmişti. Namazı adeta etrafını aydınlatan bir lamba gibi görmüştü. Etrafına mutluluk ışıkları saçan bir lamba… Zaten bu olayı en yakın arkadaşı Masum’a anlatınca onun da namaz kıldığını öğrenmiş ve daha mutlu olmuştu. Bu sırada Ali’nin annesi oturuşa gelmişti. Ali hülyalar içerisinde ilk namaz kıldığı günü düşünürken annesinin ne kadar ilerlediğini fark edemedi. Acaba annesi namazın sonuna mı gelmişti yoksa başka rekâtlar da var mıydı? O sıra hemen aklı başına geldi ve birden oturdu. Ali’nin annesi son oturuşa gelmiş ve selam vermek üzereydi. Selama bürünmek için Rabbine dualarda bulunuyordu. Selamı kuşanmak için ön hazırlık aşamasından geçiyordu adeta. Kendisini selama hazırlıyor, selama layık olduğunu ispata uğraşıyordu. Rabbi karşısında son acizliğini itiraf ettikten sonra esenlik ve huzurun Rabbine sığındı. Selam üzerinize olsun Allah’ın melekleri dua ve temennisiyle sağa selam verdi.

Ali’de melekleri selamladı. Melek sayılan yaştaki bir çocuğun selamı ile şenlendi melekler. Annesini bekledi Ali. Annesi sola verince o da sol tarafa selam verdi. Esenliğin sembolü melekler, meleksi masumiyetle namaza duran çocuğun selamını aldılar. Ali ve annesi ellerini semaya açtı ve dualarına melekler âmin dedi.


0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir