Zeynep Vayiç

ÂAraya birkaç ev serpiştirilmiş, önündeki yeşil, küçük vadiye bakıyordu. Günlerdir toprağı döven kızgın yağmur sakinleşmiş, gökyüzündeki agresif bulutlardan kaçan güneş, yerini vadinin üzerinde soluk pembe tülden bir günbatımına bırakıyordu. 

Rüzgâr, önündeki henüz bitirdiği kitabın sayfalarıyla oynarken kendisini ufak bir ürperti sarmalamıştı. Güneş kaçtıkça bulutlar kaşlarını daha çok çatıyor, sanki onun balkondaki varlığından rahatsız oluyormuş gibi arada gürüldeyerek gövde gösterisi yapıyordu. O ise içerideki başına buyruk, adresi belli olmayan seslerdense doğanın haklı isyanının zevkini çıkarıyordu. Gök onu istediği kadar azarlayabilirdi, o orada durup şefkatiyle tüm azarı koynunda eritebilirdi. Rüzgâr dudaklarını öperken ona karşılık vermekten kendini alıkoyamadı: “İnce bir sessizliği, alelade kurulmuş tüm cümlelere tercih ederim.” Karşılığı, güneşin son zerresini de kovalayan huysuz gri bulutun hoşuna gitmemiş olacak ki tok sesiyle göğü inleterek ağırlığını koymaya çalıştı. 

İncelikten yoksun her bir harekete karşıydı. İçinde en ufak bir tohum barındırmayan insanların başkasından çiçek bahçesi beklemelerine karşıydı. Bazen kendini yorgun bir çiftçi gibi hissettiriyordu insanlar. Ektiğini biçemeyen, hasat zamanını hiç görmeyen bir çifti. “Bencillik mi bu ya da  çıkar ilişkisi mi?” demekten kendini alamıyordu bazen. Hayır, diyerek yine kendisini cevapladı. Hayır, bu sadece inceliğe bir hasretti. İçimdeki toprağı kurutmamak için bir damla incelik hepsi bu, diyerek üşüyen kollarını sıvazladı. 

Zihni alelade kelimesine takılıp kalmıştı. İçinden üst üste aynı kelimeyi söyleyip duruyordu. 

Alelade,alelade,alelade…

Kelimenin kendisi güzel aslında, diye düşündü. Onun derdi kelimenin hayata işlenmesindeydi. İnsanlar aleladeydi, davranışları, sözleri alelade, duyguları alelade. 

“Sevgileri alelade.”

 Lafın gelişi söylenmiş bir cümlede tek bir kelime bile onun birkaç gecesini alabilirken nasıl olur da insanlar bu kadar hasbelkader yaşabiliyorlardı, anlayamıyordu. Bulutun gözünü üzerine diktiğini sandı bir an. Agresif gri bulut da insanların aleladeliğine karşı dolmuş olacak ki hıncını topraktan alıyor diye düşündü. Bazı geceler ben de hıncımı yanaklarımdan alıyorum diyip kendi kendine sırıtıverdi. 

Kitabın üzerindeki o şairin adıyla göz göze geldi. Üzerine hafif çise yağarken yol haritası misali  satırların altını çizdiği kalemle alelade bir şeyler karaladı:

Dizelerinde yol kazası yaşanmış bir şiirin satır aralarında karşılaştık dün gece. Senin yine ruhun duymadı. Ben arada tatlı tatlı kaşınan o yarayı yokladım yine elimle. İnsanlar sevgisine bile dürüst olamıyorken, acısına sadık kalmayı kim öğretti bu yüreğe?


0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir