Ayten Almassri

Asıl adının Mehmet olduğu bilinmekle beraber hangi tarihte ve nerede doğduğu hakkında kesin bir bilgi yoktur. Kaynaklar onun Bağdat civarında doğduğunu kaydetse de tam olarak doğum yeri bilinmemektedir. Bazı şiirlerinde geçen ‘‘Bağdadî” ifadesinden ve genellikle Fuzulî-yî Bağdâdî şeklinde anılmasından dolayı onun Bağdat’ta doğduğu söylenir. Doğum tarihi de tam olarak bilinmemektedir. Yakın zamana kadar kabul gören 1495 tarihiyle, Ebuzziya Mehmet Tevfik’in verdiği 1504-1505 tarihleri de herhangi bir belgeye dayanmamaktadır.

Fuzûlî kelimesi, hem “lüzumsuz sözler söyleyen kimse, gereksiz, boşboğaz” hem de “Yüce, üstün, erdemli’’ anlamına gelmektedir. Fuzûlî, şiirlerinde mahlasının her iki mana açısından da  hakkını  son derece ustalıkla vermiştir.. Fuzûlî bu mahlası seçmesinin nedenini ise şöyle açıklar:

‘‘Düşündüm; eğer şiirde başkaları ile müşterek bir mahlas alırsam muvaffak olamadığım takdîrde bana yazık olur. Muvaffak olursam mahlas ortağıma zulmetmiş olurum. Bunu ortadan kaldırmak için kimsenin kabûl etmediği ve edemeyeceği bir mahlas aldım. Böylece mahlas sebebiyle gelebilecek üzüntülerin kapısını kapadım ve şiirlerin karışması endişesinden kurtuldum.”

Şairin babasının Hille müftüsü olduğu, ilk bilgileri babasından aldığı, daha sonra Rahmetullah adlı bir hocadan ders gördüğü, hatta hocasının kızına aşık olduktan sonra şiir yazmaya başladığı şeklinde rivayetler vardır. Fakat Fuzûlî’nin şiirlerine bakıldığında ilk edebi zevkini Azeri edebiyatının ünlü ismi Habîbî’den aldığı tahmin edilmektedir.

Fuzûlî tahsil hayatı sırasında Arapça ve Farsça‘yı bu dillerde eser yazabilecek ve şiir söyleyebilecek derecede öğrenmiştir fakat Türkçe Divanının mukaddimesinde ilmi faaliyeti hakkında bazı bilgiler verirken şunları söyler: “Epey bir zaman hayatımı akli ve nakli ilimleri elde etmeye, ömrümü hikemi ve hendesî bilgiler edinmeye harcadım. Sonra tefsir ve hadis ilimleri ile meşgul oldum.” Onun ilim ve irfan düzeyi şiirlerinde de ön plana çıkmıştır. Bundan dolayı kendisine “Molla Fuzûlî” veya “Mevlânâ Fuzûlî” diyenler olmuştur. 

Kendi döneminde hüküm süren sultanlara da kasideler yazmış, hatta Kanuni Sultan Süleyman 1534’te Bağdat’ı fethettikten sonra “Geldi burc-ı evliyâya padişah-ı nâmdâr” diye başlayan meşhur kasidesiyle birlikte padişaha beş kaside takdim etmiştir. Bu kasîdesiyle sultanın dikkatini çeken Fuzûlî’ye, sultanın emriyle Bağdat vakfından maaş bağlatılmıştır. Ancak Fuzûlî, her nedense bu maaşı alamamış, bunun üzerine yine kendisiyle bütünleşen meşhur eseri Şikâyetnâme’yi yazarak memnuniyetsizliğini dile getirmiştir.. Şikâyetnâme’nin en bilindik cümleleri ise şöyledir; ‘‘Selam verdim, rüşvet değildir diye almadılar. Hüküm gösterdim, faydasızdır diye iltifat etmediler. Gerçi görünürde itaat eder gibi davrandılar ama bütün sorduklarıma hal diliyle karşılık verdiler.’’

Alim bir şair olan Fuzûlî şiir hakkındaki görüşlerini ise Türkçe divanında şöyle açıklamıştır: “İlimsiz şiir esası yok dîvar olur ve esassız dîvar gayette bî-i’tibâr olur.” Fuzuli’ye göre şiir insanı yücelten ilahi bir lütuftur.

Güzellik ve aşk anlayışı ile birlikte devrinin ruh ve bedenle ilgili düşüncelerini Sıhhat-u Maraz’da, tasavufi nitelikte nasihatçiliğini Rind-ü Zahid’de, tasavvuf felsefesi ile dünya ve hayat görüşünü ise Leylâ vü Mecnûn Mesnevisi olmak üzere divanlarında ki çeşitli şiirlerde ortaya koymuştur. Fuzûlî aşk, ızdırap, dünyevi zevk ve zenginliklerin boşluğunu ve ölüm düşüncesini olağanüstü bir lirizm ve sanat gücüyle anlatmıştır. Fuzûlî zamanında hem divan hem de halk şairleri tarafından beğenilmiştir. Bütün tezkirelerde hakkında özel hürmet itibar ve takdir  ifadeleri yer alır.

Bütün bunların yanında tam bir aşk adamıdır Fuzûlî. Onu anlatacak tek bir kelime olsa o da ‘‘aşk’’ olurdu elbet. Aşkın kendisine, acısına aşıktır. Onun için aşk illa sonu kavuşma olan bir serüven değildir, aşkın yoluna, yolculuğuna hatta en çok çilesine taliptir. Leyla ve Mecnun adlı eserinde Fuzûlî’nin aşka dair bakışını çok net görmek mümkündür. Mecnun’un başlangıçta Leyla’ya olan aşkı gibi başlar Fuzuli’nin aşk algısı da, beşeridir, maddidir. Ancak zamanla Mecnun’un Leyla’ya değil onun aşkına aşık olması gibi Fuzûlî de aşkın kendisine aşık olur. Ve zamanla aşk olgusu evrilir, beşeri aşk yerini ilahi aşka bırakır. Fuzûlî de aşk acısı ile pişmenin zevkine varır. Bir şiirinde bu ruh halini şöyle anlatır:

“Ya Rab bela-yı aşk ile kıl aşina meni

Bir dem bela-yı aşkta etme cüda beni”

(Ya Rab aşk belasıyla beni içli dışlı et. Bir an bile beni aşk belasından uzak tutma.) 

Aşkı bir bela görür, ancak ondan bir dakika bile ayrılmak istemez.Acıdan zevk alarak yazdığı şiirleri de aynı oranda zevk verir okuruna. Kısacası bir zamanlar bu coğrafyada aşkın ve acının şairi denilince akla Frida Kahlo değil, aşkın ve aşk acısının aşığı, hüznün ve kederin babası Fuzûlî gelirdi.

Fuzûlî 1556 da Bağdat ve çevresinde görülen büyük veba salgını sırasında vefat etmiştir. En sağlam rivayetlere göre ölüm yeri Kerbela‘dır.

Türkçe eserleri:

  1. Divan
  2. Leylâ vü Mecnûn
  3. Beng-ü Bâde
  4. Hadîs-i Erbaîn Tercümesi
  5. Sohbetü’l-esmâr
  6. Hadîkatü’s-suadâ
  7. Mektuplar

Kategoriler: Kimdir

0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir