Kalemtıraş Ekibi

Divan edebiyatı şairi, münşi, tezkire yazarı, mütercim, kâtip, kadı.

Asıl adı Pîr Mehmet olan Aşık Çelebi’nin, dedesinin babası Mehmet Nattâ, 14. yüzyılın sonunda Bursa‘ya yerleşmiştir. Seyyid soyundan geldiği söylenen Aşık Çelebi, ayrıca Nasreddin Hoca sülalesinden gelen Hızır Bey ile akrabadır. Babası Seyyid Ali, meşhur âlim ve kazasker Müeyyedzâde‘nin kızı ile evlenmiş, Aşık Çelebi  de bu evlilikten doğan çocuklardan biri olarak, babasının Üsküp‘te kadılık yaptığı bir tarihte Prizren‘de doğmuştur. Çok küçük yaşta annesini, on dört yaşında iken de babasını kaybetmiştir

Çocukluğunu Rumeli‘de, okul çağını İstanbul‘da geçiren Pîr Mehmet, Âşık mahlasını kullanarak bu mahlasla şiir söylemeye başladığı zaman tanınmıştır. Daha çocukluğundan itibaren kendini edebi ve ilmi bir muhit içinde bulan Âşık Çelebi ilk bilgileri öğrendikten sonra mesnevi şairi Surûrî, Taşköprülüzâde, Arapzâde, Saçlı Emir, Hasan Çelebi, Ebussuud Efendi ile eniştesi Muhîddîn Fenârî gibi büyüklerden ders almıştır. Tezkîresini yazabilmek için gereken bilgileri de yine İstanbul’da öğrencilik yıllarında karıştığı edebi çevrelerde toplamaya başlamıştır. Bu devirde başta Zatî, Hayâlî ve Yahya Bey olmak üzere devrin birçok büyük şairi ile tanışma şansını elde etmiştir.

Öğrenimini tamamladıktan sonra bazı memurluk görevlerinde bulunmuştur. Bursa Mahkemesi’nde kâtip olarak, Emir Sultan Vakıfları’nda mütevelli olarak görev yapmıştır. İstanbul’da mahkeme kâtipliğinde bulunmuş, daha sonra Ebussuud Efendi’nin fetva kâtipliğini yapmıştır. Âşık Çelebi, hocası Muhyîddîn’in ölmesi sebebiyle, zorlukla da olsa, icazetnamesini almış, Emîr Gisû’nun destekleriyle mülazım olmuştur. İlk kadılık görevine Silivri‘de başlamıştır.

Kanunî Sultan Süleyman’ın; ‘‘Halk içinde mu’teber bir nesne yok devlet gibi

Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.’’ matlalı gazeline yazdığı tahmis üzerine 1563’te Niğbolu kadılığına tayin edilmiştir. Tezkiresindeki Tuna redifli manzumesinden burada çok mutlu olduğunu öğrenmekteyiz. Bir hadise üzerine tekrar azledilen Âşık Çelebi bu aziller ve tayinlerle bir müddet daha kadılık yaptıktan sonra tezkiresini tamamlayarak II. Selim‘e bir Şakayık Zeyl’î yazarak Sokollu Mehmet Paşa‘ya takdim etmiş. Bunun üzerine ölünceye kadar aynı vazifede kalmak şartıyla Üsküp Kadılığına tayin edilmiş, bir süre sonra da ölmüştür.

Nesirde olduğu kadar nazımda da mahir olan Âşık Çelebi’nin hoş sohbet, arkadaş canlısı, vefakâr ve zeki şahsiyetinin yanı sıra çok keskin bir gözlemci olduğu ünlü eseri Meşâirü’ş-Şuarada açıkça görülmekttedir. Mahlas olarak Âşık adını seçmesi ise onun güzelliklere düşkünlüğünü ve hayata bağlılığını göstermektedir. Türkçeden başka Arapça ve Farsça’yı da çok iyi bilen Âşık Çelebi asıl şöhretini klasik edebiyatımızın gerçekten en önemli ve güvenilir kaynaklarından biri olan Tezkiresi ile yapmıştır. Tezkiresinde kullandığı süslü nesir üslubu da ayrıca eserin bir özelliğini teşkil etmektedir. Arkadaşlarını, eğlence yerlerine kişilerin özel hayatı ile ilgili ayrıntıları öylesine güzel bir dille anlatır ki canlı tasvirleri ile okuyucuyu adeta çizdiği tablonun içine çeker.

 

 *Münşi: Düz yazı yazmakta usta, yetenekli olan. Divan Edebiyatı’nda iyi nesir yazan yazarlara verilen ad.

 Not: Bu yazı, derleme bir metindir.

Kategoriler: Kimdir

0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir